..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Herkesin derdi başka. -Orhan Veli
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Aşk ve Romantizm > Ali Erasoğlu




23 Ağustos 2006
Düşen Yapraklar Zamanı  
Ali Erasoğlu
Geçmişte gençlerin davranışlarına egemen olan kısıtlayıcı gururun, yaşlılıkta nasıl çözüldüğünü, kaçırılan olanakların nasıl giderilmez bir sızıya yerini bıraktığını küçük bir öykünün dar çerçevesi içinde vurgulamaya çalıştım.


:BDHJ:
Ölüyordu; daha doğrusu öyle duyumsuyordu. Asıl olan da kişinin nasıl duyumsadığı değil miydi? Yaşamı yaşam yapan, zaaf, tutku, hırs, zevk, öfke değil miydi? Benliğini terk etmişti artık bütün bunlar. Bir ara duyduğu acı bile terk etmişti onu. Oysa pek ala eşlik etmekteydi son yıllarda kendisine. Can yoldaşı olmaktaydı kahvesini içerken, ya da tüm çocukluğunun geçtiği semtin tenha yollarında, anılar ayaklarına dolaşarak tek başına yürürken.
Altmış yaşlarındaydı oysa. Geçmişte hastanelere yalnızca ziyaret amacıyla gitmişti, hoş hâlâ da gerektiğinde öyle yapıyordu ya. Şaşmıştı hep yatak döşek yatanlara; şaşkınlığından bir şişe kolonya götürmeyi bile unuttuğu olmuştu bazen. Zaman zaman karşılaştığı çağdaşları, zamanın, kendileri ve onun üzerindeki etkilerini sinsice gözlüyorlar, aradaki farka gıpta ediyorlardı.
Peki neydi o zaman, bu tükenmişliğin altında yatan? Son zamanlarda çok düşünmüştü bu konuyu. Aklına işlevsizlik geliyordu en çok. Emeklilikten sonra, tüm ruha ve bedene sinsi sinsi yayılan bir zehir gibi algılanan işlevsizlik... Fakülte sonrası evlenmişti. Toylukla yapılan, -zamanı geldi- düşüncesiyle daha niceleri gibi kurgulanan bir evlilik… Farklı tonlarda düet yapılamıyordu, kaldı ki maddi olanaklar kadının beklentilerini karşılamıyordu açıkçası. Çok sürmedi yollar ayrıldı.
Yaşamını hep bir arayış içinde geçirmişti adam, sosyal statü arayışı... Zihinde yaratılan bir sevgili gibi tutkuyla sürdürüp durmuştu bu arayışı. Hiç kimseyle paylaşmak istemediğinden olacak, yalnız başına kovalamayı yeğlemiş, bu yüzden de yeni bir evlilik arayışına girişmemişti. Bu onda bir kesin kararlılık, kararlılıktan da öte, kendi kendisiyle yıllarca sürdürdüğü bir inatlaşma olmuştu hep. Aslında paylaşmaya karşı değildi. Ancak, sahip olduktan sonra paylaşmaya inanıyordu. Öyle ya, bir şeye sahip değilsen, neyi bölüşüp paylaşacaksın? Paylaşmak istemediği, savaşımın kendisi olmuştu yıllar boyunca. Belki de, belli bir konuma gelmenin şerefi idi bölüşmeye yanaşmadığı. Geçmişte yaşadığı her başarısızlık sonrası yalnızlığına sığınmış, yalnızlığını yegâne teselli olarak görmüştü hep. “Allah’tan ki yalnızım” demişti her defasında, “Yoksa şimdi bu kötü sonuç bir başkasına ayan olacaktı; bunu bir başkası ile bölüşmek zorunda kalacaktım.”
Oysa artık tam anlamıyla yorgan gitmiş, kavga bitmişti. Ne varılan, ne de bundan sonra varılacak olan bir hedef vardı artık. Yalnızlığı çok iyi tanıyordu da, amaçsızlıkla yeni tanışıyordu. Şimdi belki de bu yalnızlık tercihinin bedelini ödüyordu. Kendisi gibi yaşını başını alıp emekli olan niceleri, benzer işlevsizliklerini, kendileri gibi yaşlanmış karıları ile didişip, çocuklarının, dahası torunlarının sorunları ile oyalanarak unutuyor değil miydiler? Yaşamlarının, kızıl bir gün batımı gibi sonuna yaklaşmasını fark etmenin hüznünü, yakın çevrelerini kullanarak dağıtmaktaydılar pekalâ. Çoğu zaman etraflarına sorun olmaları da umurlarında değildi. Yaşlanmak, yalnızca dert ve sorun getirecek değil ya, birtakım avantajlar, bazı savunma mekanizmaları da yaratıyordu ki, bencilleşme bunların başında yer alıyordu.
Hâlâ kendilerini bir otorite yerine koyarak, yaşını başını almış çocukları, ya da onların eşleri ile takışıyorlar, torunlarının tümden değişik dünyalarını, kâh şaşkınlık, kâh öfke ile izliyorlardı. Oyalanmanın kendisi önemliydi, olumlusu, olumsuzu da pek fark etmiyordu onlar için.

-------------------

Gündelik yürüyüşüne çıktı bir sonbahar öğleden sonrası. Hava serinlemiş, etkisiz güneş ise cilve yapar gibi bir saklanıp, bir görünüyordu. Sahilde yürürken, çıkan yaz boyunca buradaki hareketlilik geldi aklına. Şimdi nasıl da ıssızlaşmıştı ortalık. Hep aynı oluyor, her mevsim kendi hükmünü yürüttükten sonra yerini bir sonra gelene terk ediyordu. Değişip giden, insanlar oluyorlardı hep, bazı şeyler hiç değişmeden yalnızca tekrarlanıyorlardı. “Bahtiyar olanlar her halde her mevsimin hakkını verebilenler olmalı” diye geçti aklından. Bunda hiç de başarılı olmadığını düşündü istemeden, içi burkuldu.
Önünden geçmekte olduğu çay bahçesinde bir kahve içmek geldi aklına nedense; oysa genelde yapmazdı bunu, turunu atar kahvesini evinde içerdi. Bu ona giderek daha çekici gelir olmuştu. Hemen hemen hiçbir şey, gösterişsiz ancak tümüyle kendi ortamında içtiği bir kahvenin keyfini vermiyordu artık ona. Değişik ortamlardan bir tür ürküntü duyuyordu sanki. Topluma açık yerlerde, çelişkili de olsa daima bir şeyleri eksik buluyordu.
Güneşin görünme döneminde olmasına karşın içeri girdi gene de. Açıkta sigarasını içmekten oldum olası pek bir şey anlamazdı. Rüzgâr rahatsız ederdi bu anlarda kendisini genellikle. Bir masa seçerek, sırtındaki anorakı sandalyelerden birinin arkasına asıp oturdu. Deniz, adalara kadar görüş alanındaydı. Hafif lodosun etkisiyle olacak, parlak bir görüş vardı tüm denizde, Yalova sahilleri bile görünüyordu neredeyse. Pek az kişi vardı salonda kendisinden başka, onların da çoğu okul kaçkını gençler olmalıydılar. Gençlik günleri aklına geldi. Bazı şeyler hiç değişmiyor diye geçti aklından. “Ancak biz okuldan kaçtığımızda böyle ortalarda dolaşmaya cesaret edemezdik, heyecandan bu kadar da rahat olamazdık, şunların haline bak, neredeyse sonuca gidecekler el âlemin içinde” diye düşündü.
Garsona kahvesini söyledikten sonra, bakışlarını tekrar denize yöneltti. Birkaç vapur çok uzaklarda belli belirsiz hareket halindeydiler. “Ne garip” dedi kendi kendine “Şu nokta kadar görüntülerin içinde tıpkı burası gibi hayat var, onlarda da düşünen, konuşan ya da şuradaki çiftler gibi sevişen insanlar var” Denizin orasına burasına dağılmış yelkenlilere kaydı gözü, uygun rüzgârla martılar gibi sektirerek ilerliyorlardı, koyu lacivert sularda.

--------------------

İnsanları gözlemek en zayıf yanını oluşturmuştu ömrü boyunca. Bu nedenle olacak çevresi de pek dar olmuştu ya. Çok fazla kişi ile ilişkiyi, çok fazla risk olarak görmüştü hep. Olumsuz tarafından bakmıştı beşeri ilişkilere. Oysa karşı masadaki orta yaşın üstündeki kadınla birkaç keredir göz göze gelmekteydi deminden beri. Bu, yaşlanmanın verdiği bir tür rahatlama ve boş vermişlikten çok, kadının gözlerini kendisine dikmekteki pervasızlığından ileri gelmekteydi. Hani, -cami yıkılsa da mihrabı yerinde kalır- diye bir laf vardır ya. Bunun camisi de mihrabı da henüz yerindeydi ona göre.
Kadını sanki bir yerlerden tanıyacak gibiydi. “Yoksa işime mi öyle geliyor?” diye düşündü. İçi sıkıldığı, belli belirsiz heyecanlandığı için, daha fazla bakamıyor, zamanın sisleri arasından geçmişteki bir tipe ulaşamıyordu. Üstünde durmamaya karar vererek, sigarasından derin bir nefes çekti. Bakışlarını gene engin denize yönlendirdi. Masasından yavaşça kalkan kadın, ahenkli adımlarla yaklaştı ona. Farkında değilmiş gibi, son anda başını kadına döndürdü adam. Fiziği ile, yaşına son derece uyan giyim zevki el ele vermiş olan kadın, yanı başında idi şimdi.
“Pardon, sizin adınız Bülent değil mi?”
“E evet”
Şaşkınlığını kısmen üzerinden atan adam,
“Ben de sizi bir yerlerden tanıdığımı sezinlemiştim ama çıkaramıyordum.”
“Valla otur dersen, bu konuda sana yardım edebilirim.”
Ayağa kalkıp, kadının sandalyeye oturmasına yardım etmeyi akıl etti. Bakışlarını kadının yüzünde gezdirdi kısa süre. Pembe beyaz bu yüz, yılların tüm etkisine karşın hala çok güzeldi.
“Ha şimdi hatırladım siz fakülteden Nihal siniz.”
“Ay başlatma şimdi sizine bizine. Hiç değişmemişsin hep aynı resmiyet, hep aynı mesafe düşkünlüğü...
“Peki nasıl tanıdın beni bunca yıl sonra?”
“Tanımaz olur muyum, pencereden gelişini görünce hemen hatırladım. Yalnız tavırların ve yürüyüşün bayağı değişmiş geldi bana. Sanki dünya yıkılmış da altına sen kalmışsın gibi süklüm püklüm halini yadırgadım baştan beri.”
Bu değerlendirmenin etkisi ile olacak, hal hatır kısmını da kadın üstlenme gereği duydu.
“Ee iyi olduğun anlaşılıyor da, ne var ne yok nelerle uğraşıyorsun?”
Hiçbir zaman hoşlanmadığı bu soru ile eninde sonunda karşılaşacağını biliyordu adam. Neşesizliğini belli ederek cevapladı soruyu.
“Emekliyim işte, hiç bir şey yapmamaya uğraşıyorum.”
Kendini engellemeye çalışarak belli belirsiz gülümsedi kadın. Kendisinden konuşulmasından pek hoşlanmadığını anlamakta gecikmeyerek, üstelememeyi yeğledi.
“Bak gördün mü ısınmaya başladın; yavaş yavaş özüne dönüyorsun. Fakültede de işin gücün, esprilerle dersi aksatmak değil miydi.”
Çağırdığı garsona bu kez alkollü bir şey söyledi adam. Oysa bu saatte alkollü bir şey içmek pek âdeti değildi. Belki de yıllar sonra geçmişten çıkıp gelen bu kadından etkilenmiş, onunla bir paralellik kurmak gereğini duymuştu.
“Sen fakültede çalışkanlığınla tanınırdın, hatırladığım kadarıyla; çok da başarılı idin.”
İşin o yönünü pek önemsemez görünmeye çalışarak cevapladı kadın adamı.
“Evet, pek zorlanmamıştım gerçekten.”
“Sonra neler yaptın?” Başkalarının yaptıklarını sorgulama âdeti de yoktu adamın. Ama nedense bu soru ağzından kaçıvermişti.
“ABD de doktora yaptım önce, sonra da FAO da, bilirsin uluslar arası gıda örgütü, orada uzman olarak çalıştım yıllarca.”
“Maşallah daha yok mu? Dedi adam gözlerini kadının gözlerine dikerek, “Sakın üst tarafını anlatma.”
“Özel hayatım hakkında duymak istemiyor musun?”
“Hayır”
“Olsun gene de anlatacağım. Alkol içimi ısıttı, özellikle sana anlatmak istiyorum. Kendisi de New York’ta görevli bir Panamalı diplomatla evlendim; iki çocuğumuz oldu.”
Havası giderek değişmişti kadının gözlerindeki neşe pırıltısı kaçmış, hüzünlenmişti, içkisinden büyük bir yudum alıp, aslında içmediği halde adamın sigara paketine uzanarak bir sigara aldı. Kadının sigarasını yakarken, -insanlar ne tuhaf diye- düşündü adam. Başarılı, ilerleyen yaşına karşın tüm çekiciliği yerinde duran bir kadının havasının bir anda nasıl dönüverdiğine şaştı.
Tam, “Peki nerede şimdi Panama bandıralı kocan? Diye soracakken vazgeçti. Bir süre dalgın gözlerini uzaklara yönlendirdi kadın.
İlgilenmiyormuş görünmemek için soruyu, “peki sonra ne oldu?” biçiminde yöneltti adam.
“Ne olacak ihanete uğradım.”
Kafası karışmıştı adamın; kadın bütün bunları neden anlatıyordu acaba? Çok etkilendiği açıktı kadının, kendini ihanet edilemez olarak görüp, böyle koşullandığı kesindi. Fakültedeki hal ve tavrından da onu böyle anımsıyordu zaten. Yıllar önce yaşadığı beklenmedik bir darbeyi anlatarak rahatlamaya mı çalışıyordu? Yoksa yaşlanmanın yaygın belirtilerinden olan bir çenesi düşüklük hali miydi ondaki yalnızca?
“Günümüzde o kadar yaygın ki, sorun etmeseydin.” Diyecek oldu.
“Ne demek istiyorsun, durumu olduğu gibi kabul mü etmeliydim?” Dalgın gözleri çakmak çakmak olmuş, yüzü kızarmıştı birden.
Açıklama ile durumu kurtarma gereği duydu adam.
“Tabii ki hayır, böyle bir birlikteliği hiçbir kadın sürdürmek istemez. Demek istedim ki, yani yıllarca sonra hala sende süren etkisine şaşırdım hepsi bu”
Kadın tekrar dalgın havasına girdi, önündeki kadehle oyalanırken, bunları yıllarca sonra karşılaştığı adama anlatmış olmanın pişmanlığını yaşıyor gibiydi. Ancak olanlar olmuş, ok da yaydan çıkmıştı bir kere.
“Konu sandığın kadar basit değil, o olay üzerine ağır bir bunalıma girdim, intiharı bile denedim.” Ani bir hareketle sol elindeki gümüş bilekliği çıkararak, derin yara izini gösterdi adama. “El âlemin memleketinde aylarca hastanede yattım; tabii bu ruhsal tedavi içindi; kariyerim alt üst oldu. O senin fakülteden tanıdığın kızı o günlerde görsen haline acırdın. Hiçbir şeye güven yok, insanın bu günden yarına başına neler gelebiliyor.”
Zembereği boşalmış gibi anlatıyordu artık kadın, gözlerinden akmasını önleyemediği yaşları salondakilerden gizlemek amacıyla yönünü pencereye dönmüş, içini döküyordu. Şaşırdı kaldı adam, bu beklemediği gelişme karşısında. Ne diyeceğini bilemiyor, nasıl araya gireceğini kestiremiyordu.
“Çok yazık, kıymetini bilememiş” diye söylendi kendi kendine. Bazen sözün kelimelerinden çok, ağızdan çıkış tarzı önemlidir. İşte söyleyiş edasından kuşkulandığından olacak, kulak kabarttı kadın,
“Ne, ne dedin sen?”
“Önemli değil, zihnim yıllar öncesine gitti birden, sana fakültedeki bakışım aklıma geldi.”
“Sen fakültede bana hiç bakmamıştın ki.”
“Öyle bakmak değil, birine gözlerini dikmek değil kastettiğim, zihnimdeki, duygularımdaki bakış...”
“Allah’ın cezası moruk, sen o yıllar benimle ilgileniyordun da, bundan benim niye haberim yok?” Bir çığlığı engellemeye çalışmanın çabası içinde adeta böğürerek söylemişti bunu kadın.
“Olmaması daha iyiydi” dedi adam.
“Ne demek daha iyiydi. Bir kere bu bir sahtekârlık, biri ile ilgileniyorsun, belki de onu düpedüz seviyorsun, onun bundan haberi olmuyor. Ondan bir şeyleri zihnine, kalbine gizlice aktarıyorsun, bu hırsızlık düpedüz.
“Ne fark eder, haber verip de reddedilse idim, bu kez de gasp olacaktı. Yalnızca kendim bilmeyi tercih ettim”
“İyi halt ettin lanet olası, dinle şimdi. Seni birinci sınıfta ilk gördüğüm anda hoşlanmıştım, anladın mı? Şimdi tüm yaşadıklarımın asıl sorumlusunun da sen olduğunu görüyorsun değil mi?”
Sarsılarak alt üst olma sırası şimdi adama gelmişti. Onca yıl sonra aklı, tüm duyguları alt üst olmuş karmakarışık durumdaydı. Ancak gene de, suçlamayı savuşturmak amacıyla kendini toplamaya çalışmaktaydı.
“O zaman ödeşmiş oluyoruz. Karşılıklı birbirini sevip de bundan haberdar olmayan iki salak olarak berabere kalmış oluyoruz”
“Bunu nasıl söylersin kibirli bencil? Geçinmeye gönlün mü vardı, böyle bir tablo mu çiziyordun, yıllarca göz göze gelemediğim adama nasıl açılacaktım o yılların koşullarında?”
Aslında adam o yılları da, kendine hâkim olan fikir ve duyguları da olduğu gibi hatırlıyordu. Bu yüzdendir ki, şimdi başı önüne düşen, dalıp giden kendisi olmuştu. Basit bir bohem hayatını kabul edememesi onu, çevresi ile arasında belirgin bir duvar örmeye yöneltmişti. İşte bunun sonuçlarından biri de şimdi karşısında idi. Yapmaya çalıştığı savunmanın boşluğunu anlayarak cevaplamadı kadının sorusunu. Birlikte kalkarak, sararmış yaprakların örttüğü sahil yolunda ağır ağır gözden kayboldular.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Duruşma
Dialog

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Boğaziçi vapurları [Şiir]
İnat [Şiir]
Moda [Şiir]
İstasyonları Çalınan Şehir [Deneme]
Duygular ve Gerçekler [Deneme]
Duygu Çöplüğü [Deneme]
Asayiş [Deneme]
Her Kadından Üç Çocuk [Deneme]
Atatürk Türkiye'si - Erdoğan Türkiye'si [Eleştiri]
Aşiret Düzeninin Katilleri [Eleştiri]


Ali Erasoğlu kimdir?

10 yıldır yazıyorum. Bizim Gazete'de Yayınlanmış makalelerim var.


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Ali Erasoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.