Herkes cennete gitmek ister ama kimse ölmek istemez. -Joe Louis |
|
||||||||||
|
Çocukluğundan beri yaz aylarının okul tatillerinde eniştesinin yanında avukat kâtipliği yapardı. Şimdi gene kâtipti; ancak bu kez üniversite öğrencisi olmuş, kış boyu okul masraflarını karşılamak amacıyla bir başka avukatın yanında çalışmaktaydı. Galata da bulunan bürodaki çalışma ve adliyelere koşturmanın dışında, Edebiyat Fakültesi’nin derslerine yetişmeye çalışıyor, oradan oraya seyirtiyordu. Bir yandan çalışıp, bir yandan okuyan gençlerin tipik koşuşturmasıydı yaşadığı. Adliye ilgisini çekiyordu onun; adeta marazi bir ilgilenme idi bu. Tıpkı hastaneler gibi, insanların olumsuz bir yönlerinin yoğunlaştığı yerlerdendi adliyeler. İhtilafa düşen, geçinemeyen, birbirini yiyen insanların tiftiklendikleri bir yerdi adliye. Başta avukatlar olmak üzere iş sahipleri, çıkarlarının peşinde oradan oraya koşuşmaktaydılar koca binada. Dahası türlü suçlardan arta kalmışlarla, ilk kez suç işleyenler elleri kelepçeli, ne kadar ceza yiyeceklerinin, özgürlüklerini ne kadar yitireceklerinin endişesi içinde getirilip götürülürlerdi duruşma salonlarına. Ürkütücü görünümlerdi bunlar. Bu nedenle olacak, mimarın onca çabası binayı sevimli kılmaya yetmemiş, konunun bağışladığı bir soğukluk her tarafa egemen olmuştu. Halkın, sevimsiz insanlar için kullandığı, -mahkeme duvarı suratlı- yakıştırması da buradan kaynaklanıyor olmalıydı. Bir gün, avukatı uzunca bir süre mahkemede beklemesi gerekmişti. Duruşması olan salonları kontrol etmeye başladı, benzer durumlarda çoğu zaman yaptığı gibi.. Ağır Ceza Mahkemeleri bölümündeydi. Beşinci Ağır Ceza Mahkemesi Salonunun kapısının yanındaki duruşma listesine göz gezdirdi. Liste, gasp, cinayet, fiili livata (gayrı tabii cinsel ilişki) gibi türlü suçlarla uzayıp gidiyordu. O sıra yapılacak olan duruşma ise“Türklüğe küfretme” ile ilgiliydi. Duruşma ilgisini çekti, girdi salona, izleyiciler arasına oturdu. Sanık henüz getirilmemiş ancak hâkimler yerli yerindeydi. İlginç ve esprili bir hâkimdi Başkan, daha önce de duruşmasını izlemişti onun. Ortamın tüm uygunsuzluğuna karşın, sevimliliği şaşırtmıştı kendisini. Dairede kuş ve çiçek beslediği rivayet ediliyordu Hâkimin. Dahası, duruşmalar peş peşe uzadığında, ara verip kuşlara yem vermeye gittiği bile söyleniyordu. İnsanlara yıllarca hapis cezaları vermekle sonuçlanan duruşmaların arasında kuşların yemini düşünebilmek üstün bir meziyet olarak görünmüştü kendisine. O sıra bir grup ilkokul öğrencisi başlarında öğretmenleri ile salona girdiler. Öğretmen, banklara oturmaları için işaret ediyor, bir yandan da yaşlarının gerektirdiği cıvıltıları önlemeye çalışıyordu küçüklerin. Okulda işlediği yargı ve yargılama konusunu bir de yerinde göstermek istemiş olmalıydı öğretmen. Öğrencileri salonda gören Başkan bariz şekilde irkildi. Aslında küçücük çocuklara duruşma izletmek için Ağır Ceza Mahkemesini, hem de dava konusu bu olunca tercih etmek irkilmeyecek gibi değildi. “Duruşma konusu pek uygun değildir. İsterseniz başka bir duruşma izletin küçüklere” biçiminde nazikçe uyardı Hâkim öğretmeni. Ancak öğretmen ısrarcıydı. “Zararı yok izlesinler” deyince üstelemedi Hâkim. Mübaşirden Sanığı çağırmasını istedi. Uzun boylu, düzgün fakat yıpranmış giyimli bir adam elleri kelepçeli, jandarmalar arasında alındı sanık bankosuna. Tüm yıkılmışlığına ve ürkekliğine karşın belirgin bir vakur ve kendinden emin tavır da sezinleniyordu adamın görünümünden. Girişi gibi ağır hareketlerle oturdu sanık bankına. Kelepçeleri çözüldü. Sanığın kendiliğinden yerine oturduğunu görünce Hâkimin tüm sevimliliği bir anda kayboldu. Görülecek olan dava konusunun etkisiyle, bu kendiliğinden oturuşu adeta bir fırsat bilerek sesinin tüm gücüyle haykırdı adama. “Sana kim otur dedi, kalk ayağa”. Hızla ayağa kalktı adam. Kimlik yoklamasını yaptı Başkan, ilk sorusunu yöneltti. “Türklüğe ve dine küfrettiğin iddia ediliyor, ne diyeceksin?” Çekinti ile cevaplamaya çalıştı adam. Tüm sanıklar gibi doğal olarak yöneltilen suçun gerçek olmayıp iftiraya uğradığını dillendirdi. Ancak bu ifade verişte bir başkalık olduğu bir bakışta sezinleniyordu. Tüm perişanlığına karşın bir serseri olmadığı her halinden ve konuşmasından belliydi adamın. “Ben Sovyetler Birliğinde doğdum, yaşam öyküm Türklüğe hakaret etmeye hiçbir yönüyle olanak vermez Hâkim Bey. Ben Türklüğü hakir görüyordum da burada ne işim vardı?” Hâkim de tüm salondakiler gibi etkilenmekte gecikmemişti bu ifadeden. “Tahsiliniz ne sizin?” “Moskova Edebiyat Fakültesi Mezunuyum Hâkim Bey” Hâkimin şaşkınlığı giderek artıyordu. “Şu yaşam öykünüzden biraz bahsedin bakalım bize” Az önce köpek gibi azarladığı adama artık –siz- diye hitap ediyordu Hâkim. “Kısaca özetleyeyim, sizi işgal etmeyeyim. Kırım’da doğdum büyüdüm, orta tahsilimden sonra söylediğim gibi Moskova Üniversitesinde yüksek öğrenimini tamamladım. İkinci Dünya Savaşı çıktığında birçok Kırımlı gibi Almanlara iltica ettim. Alman Ordusunda subay oldum; Kızıl Ordu’ya karşı savaştım. Savaştan sonra Almanya’da bana kalmamı önerdiler subay olarak. Ancak ben vatanımın Türkiye olduğunu, bir yere gideceksem bunun yalnızca Türkiye olacağını ifade ederek kabul etmedim. Kalkıp geldim Türkiye’ye. Burada evlendim; başlangıçta her şey iyi gitti, evliliğim de. Ancak sonradan işlerim bozulunca karım beni terk etti; yaşantım alt üst oldu. Af buyurun kendimi içkiye verdim biraz. Olay günü içkili durumda kahveye çıkmıştım. Kahırdan farkında bile değildim, Ramazanmış. Kahvedekiler üstüme yürüdüler, -zındık herif- şeklinde türlü hakaretler ettiler, yetmedi vurdular hep birlikte. Kendileri hırslarını alamamış gibi Jandarmayı da çağırdılar. Ben meramımı anlatmaya çalıştıkça Jandarma ile kahve halkı ite kaka karakola adeta sürüklediler beni. Hayatımda kimseye küfür etmemişken, Türklüğe ve dine sövdüğümü ifade eden o zaptı da orada kendi aralarında tanzim etmişler.” Sinek uçsa sesi duyulacak ortamda, kesilmesi adeta olanaksız bu ifadeyi sonuna kadar dinledi Hâkimler. Kısa süreli bir sessizlik oldu: izleyenler adeta ağlamaklıydı. Hâkimler de yılların verdiği kanıksama ile kendilerini tutuyor olmalıydılar. Sessizliği Reis bozdu. Tarihe geçmeye layık bir ifade ile, “Yaparlar, bunlar her şeyi yaparlar. Hepsini anlıyorum da senin deneyimsizliğin, içkili halinle bunların arasına karışmana yol açmış, hata etmişsin.” Sanığın tek kusuru olarak bunu görebiliyordu Hâkim. Adam birden bire sanki sanık olmaktan çıkmış, düzen sanık sandalyesine oturmuş gibiydi. Bakıştılar birbirlerine Başkan ve üyeler, ara karar okundu. “İcabı düşünüldü, sanığın tutukluluk halinin kaldırılmasına, salıverilmesi için Cumhuriyet Savcılığına müzekkere yazılmasına, duruşmanın………………..tarihine talik edilmesine oy birliğiyle karar verildi.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ali Erasoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |