Gerçek sanat, gizlenmesini bilen sanattır. -Anatole France |
|
||||||||||
|
Hep karanlığa karışır. Yetmez kolların sarmaya sevdiğini Ararsın boşuna aydınlığı Bir yaprak hışırtısı gibi Rüzgârında dalların… Gece kara Gözler kara Uyku kapkara Kaçsan gitsen buralardan Bu dipsiz derin kuyulardan Siler bellekleri gece Anlamsız kıvrımlarında hayatın Ama inadına meyve verir ağaç Sen yüreksizliğine ağla Akıt gözyaşlarını Yalancı düşlerin kuyusuna Karanlığa… (İstanbul, 20. 01. 2007) Arşipel mavisi dolmuştu odaya. Kadın dönüp yanında yatan adama baktı. Sol elini alnına koymuş uyumaya çalışıyordu Adam. Gülümsedi Kadın. Hava çok sıcaktı. Kadın döndü ve gözlerini kapattı. Bodrum kumaşı perdelerden süzülen ışığın rengindeki yastık kılıfına gömdü yüzünü. Bir müzik doldu odaya. Bir nefesli çalgının içe işleyen nağmeleri, derin bir hüzün ve dağları getirdi odanın içine. Bodrum kumaşı perdelerden süzülen ışığın renginde bir yer belirdi gözünün önünde. ‘Tanımadığım bir yer…’ diye düşündü. Küçücük bir çocuk belirdi. Siyah saçlı, kara gözlü, küçücük bir çocuk. Çıplak. Üzerinde sadece bir don vardı. Koştu çocuk minicik adımlarla. Belli ki yaramazın teki. Dereye girmeye koşmaktaydı hiçbir şeye aldırmadan. Müzik durdu. Çok kısa bir sessizlikten sonra bir ud sesi duyuldu, sonra kanun girdi parçaya neşeyle. Güzel bir kadın sesi doldurdu odayı: Meltem olurum hafif, eşsiz Dağlardan inerim, kapında otururum Sevginden yanmış şövalye gibi Kılıcımı koyarım bağının kapısına Ve sana bekçilik ederim gece gündüz Yeter ki tez bağa gel yar can Bakıp sana hasret gidereyim Sevginden sarhoş öleyim kapında İlkbahara döneyim, bağına gireyim Bülbül gibi sarılayım gölüne Binlerce oyunla yar, senin şahininim Kapına gelmişim boyuna kurban Müzik bozkırların ortasından kanunun nağmeleriyle odasına geri getirdi Kadını. Kadın gülümsedi ve tekrar gözlerini kapattı, gene o çocuğu gördü. Koşuyordu çocuk, ayağında donuyla, minicik adımlarıyla, güneşten kamaşmış gözlerini kısmış. Dereye gelince sulara dalmaya hazırlandı. Adamın dirsek temasıyla uyuklaması son buldu. Dirsek bir daha geldi aynı yerine Kadının bu sefer bilinçli, hesaplı olarak. Adam kolunu uzatıp sarıldı Kadına. Kadın gülümsedi ve Adamın kolunun üzerine yattı. Adam sol elini alnına götürdü, uyumaya çalışır gibiydi. Kadın sırt üstü yattığı yerden Adamın yüzünü incelemeye başladı. İlk tanıştıkları gün geldi Kadının aklına. Gülümsedi. Gittikleri lokantadaki o minicik kız geldi aklına, hani çiklet satan. Daha fazla gülümsedi. Asansörde kaldıkları an geldi aklına. Daha fazla gülümseyemeyecekti. İçini garip bir duygu doldurmuştu. Adama sevgiyle sarıldı. Gözlerini kapattı. Kokusunu içine çekti. Bu kokuya sıcağın ve odanın kokusu da karıştı. Çok güzel bir parfümün uyandırdığı o gizli hazzı duydu. ‘Biliyor musun’ demişti Kadın Adama, ‘bana her sene 17 Nisan’da çok özel bir hediye gelir.’ ‘Sana mı?’ diye sordu Adam biraz şaşkın. ‘Evet, bana’ dedi Kadın. ‘Ama senin doğum günün 17 Nisan’da değil ki, ne hediyesi bu?’ diye sordu Adam. ’17 Nisan Halikarnas Balıkçısı’nın doğum günü. Bana her sene kendi doğum gününde çok özel bir sürpriz yapar. Kendi doğum günümde alsam ondan olduğunu anlamam ki. Ben de her sene hiç aksatmadan 17 Nisan’da ona bir mektup yazarım. Ama bu sene yazamadım…’ dedi Kadın. ‘Gecikmiş bir mektup yaz sen de o halde’ dedi Adam Kadına. Gülümsedi Kadın. ‘Ama biliyor musun, bu sene verdiği hediye şu ana kadar aldıklarımın içinde en güzeliydi’ dedi Kadın. Adam dudaklarında muzip bir gülümsemeyle sordu: ‘Neydi bu seneki hediye?’ Bal gibi biliyordu gelecek cevabı, ama gene de sormuştu işte. Kadının yüzü aydınlandı: ‘Sen’ dedi Adama, ‘Sen… Seninle o gün tanıştık. İşte o gün yazmam gereken mektubu yazamadım. Neden bilemiyorum…’ Birden Kadının aklına asansörde kaldıkları gün geldi. İçini garip bir heyecan kapladı. ‘Şu asansörde bir kalırsak şimdi’ diye içinden geçirmişti o gün. Korkmuştu asansörün inişinden. Devamlı bozulan bir asansördü. Bir an için, aslında hiç de fena olmayacağını, belki çok da romantik bile olabileceğini düşünüp: ‘Keşke kalsak’ demişti kendi kendine. Adam yorgundu. Bir randevusuna gitmek zorundaydı, Kadın da eve gidiyordu. Beraber çıkmışlardı binadan. Adam asansörün duvarlarından birine başını yaslamış Kadına bakıyordu. Yorgundu gerçekten. ‘Keşke kalsak’ diye içinden geçirdiği an, asansör garip bir gürültüyle durdu katlardan birinde. Düşünüyordu Kadın, Adamın sükûneti çok hoşuna gitmişti. Hiç heyecanlanmadı, sevindiğini de belli etmemeye çalıştı fazla. Cep telefonunu kim bulduysa iyi etmişti, hep kötü anlarda gerekiyordu işte. Hemen telefon ettiler, şükür ki binada birileri vardı. İnsanlar haberdar edildi. Onlar canla başla asansörde kalan bu insanları kurtarmaya çalışırken, Adam Kadının beline doladı kolunu ve kendine çekip öpmeye başladı. ‘Ol dedim oldu’ geldi birden aklına Kadının ve asansör belli bir kata indirilip mi çıkartılıp mı, orasını hatırlamıyordu artık Kadın, kapısı açılana kadar o anların tadını çıkartmaya baktı. ‘Yazamadım mektubu bu sene’ diye tekrarladı Kadın, yüzünde Adamınkine benzeyen bir gülümseme ile. Kendine doğru çekti Adam Kadını. Yorgundu Adam, çok yorgun. Kadının kafasını göğsüne bastırdı her zaman yaptığı gibi ve Kadın her zaman olduğu gibi nefes alamayacak duruma geldi ve o an gene o küçük çocuk belirdi karşısında. Durdu çocuk. Ayağında bir don vardı. Küçücük ellerini yumruk yapmış, gözlerini kısmıştı. Ağzı gülümser gibi gerilmişti. Güneşten mi kısmıştı gözlerini çocuk, yoksa gülümsüyor muydu Kadına? Sonra koşmaya başladı gene her sefer olduğu gibi. Minicik adımlarla, ama oldukça hızlı. Dereye gelince durdu. Kapı çaldı. Kadın koşup açtı kapıyı. Adam kapıda duruyordu. Kadının suratına bakmadan eşikten içeri bir adım attı. Gülümsedi. Kadına sarıldı. Sımsıkı… Kadın ne kadar özlemiş olduğunu düşündü Adamı. Adam Kadının dudaklarını kapattı dudaklarıyla. Nefes alamayacak hale gelene kadar kaldı dudakları Kadının dudaklarında. Sanki kenetlenmişlerdi. Sanki tek vücutlardı. Sanki aslında bu iki beden tekti de, birbirinden kopmuş, şimdi de tekrar birleşmiş, öylece kalmışlardı. Sanki zaman durmuştu. Olmayan zaman… Sıcak, çok sıcaktı. Kadın kara bir gözlük takmıştı. Başında siyah dantel bir şal vardı yüzünün neredeyse yarısından fazlasını örten. Üzerinde de siyah bir etek ve ince bir süveter. Garip garip etrafına baktı. Sıcağı gördü ve bir de sarı rengi. Sanki çöl gibi bir yerdi. Birden bir kalabalık fark etti. Herkes sessizce yürüyordu. Kalabalık yaklaştı. Kadınlı erkekli bir kalabalık. Bir yerden geliyor ve bir yere doğru gidiyorlardı. Kimse konuşmuyordu. Merak etti Kadın ve biraz daha dikkatli baktı. Herkes sessizdi ve hatta üzgün. Yanlarına doğru gitti. Adımları hızlandı. İnsanların yanından geçiyordu ama sanki insanlar onu görmüyorlardı. Demek o kadar üzgündüler ki, duymuyor hatta görmüyorlardı onu. İnsanların kollarına dokunarak onlara nereye gittiklerini sormaya başladı teker teker. Ama kimse ona cevap vermiyordu. Dikkatle yüzlerine bakmaya başladı ve inanamadı. Tanıdığı yüzlerdi. Bu yürüyen grubun yanında koşar adımlarla öne doğru gitmeye başladı, her gördüğü yüzü tanıyor ya da tanıdığını sanıyordu. Kimilerini çok iyi hatırlıyor, kimilerini ise hayal meyal. Bazılarını bir yerlerden hatırlar gibi oluyordu. Hepsinde bir hüzün ve suskunluk, sessizlik vardı. Bayağı önlere doğru insanların arasında Adamı görünce rahatladı. O, Kadını nasıl olsa fark eder ve ne olduğunu söyleyebilirdi. İnsanları yararak Adamın olduğu yere doğru yaklaştı. Adama doğru bir hamle yaparak koluna yapıştı ve kuvvetle sarstı. Adam hiç oralı olmadı. 'Hey ne oluyor, baksana bana... Benim, ben!' dedi usulca Adama. Adam kıpırdamadı bile, sadece yürümeye devam etti. Duymamış, hatta görmemişti bile Kadını. ‘Bu ne biçim bir oyun?’ diye düşündü Kadın. ‘Rüya mı görüyorum, yoksa deliriyor muyum?’ dedi. Tekrar sarstı Adamı. ‘Lütfen cevap ver bana… Ne oluyor burada? Nereye gidiyorsunuz hepiniz?’ Ama cevap gelmedi. Adam boynunu bükmüş yavaş yavaş yürüyordu ve üzüntü vardı yüzünde. Adamın önüne geçerek yüzünü ona dönüp bileklerine yapıştı ve geri geri yürümeye başladı. Bir yandan da bağırıyordu. ‘Ne oluyor burada? Baksana bana lütfen. Benim, ben… Hey, size söylüyorum, hepinize, baksanıza bana. Ne oluyor size?’ Birden herkesin yüzündeki hüznü fark etti. ‘Niye herkes böyle sessiz ve üzgün?’ diye haykırdı. Adamın hüzünle kaplı yüzüne yalvarır gibi baktı. Adamın kollarını yavaşça bıraktı, sendeledi ve dizlerinin üzerine çöktü. Adam yürümeye devam etti. Kalabalık yürümeye devam etti. Yüzlerini tanıdığı, tanımadığı insanların bacakları geçiyordu yanından. Yavaş yavaş uzaklaştılar. Kadın başını öne eğdi, toprağın sarı rengi ve sıcakla baş başa kaldı. Kadının kafası Bodrum kumaşı perdelerden sızan ışığın rengindeki yastığa gömüldü. Küçük çocuk yumruklarını sıkmış, gözleri güneşten kamaşmış duruyordu. Yavaşça gözlerini açtı, simsiyah gözleriyle Kadına gülümsedi ve arkasını dönüp koşarak uzaklaştı. Kadın müziği duydu… Şarkının sonuna eşlik etti hafif sesle: Bakıp sana hasret gidereyim Sevginden sarhoş öleyim kapında…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nükhet Everi, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |