Bildiğim tek şey, ben bir Marksist değilim. -Karl Marx |
|
||||||||||
|
Orta boylu, beyaz tenli, mavi gözlü, güler yüzlü, yaşlı bir adam. Gözleri çakmak çakmak gülümseyerek etrafına bakınıyor önce, sonra gözlerimin içine bakarak “İyi günler kızım” diyor bana. Öylesine samimi, öylesine içten söylüyor ki bu cümleyi cevaplamamak mümkün değil. Ben de gülümseyerek “İyi günler amca.” diyorum. Elinde bir gazete var, gazeteyi durmadan evirip çeviriyor, yanındaki orta yaşlı beyi de selamlıyor. Yanındaki adamın rahat oturması için iyice cam kenarına yanaşıyor, “Buyurun, rahat oturun.” diyor gülerek. Bütün yorgunluğumu unutup, büyülenmiş gibi onu seyretmeye başlıyorum. Öylesine mutlu ve hayat dolu bir hali var ki inanamıyorum. Yaşını tahmin etmeye çalışıyorum. Aşağı yukarı yetmiş, yetmiş beş yaş arası olmalı diye düşünüyorum. Saçlarına düşen kırlar öylesine yoğun ki beyaz bir buluta dönüşmüş artık. Ama gözleri birer mavi boncuk gibi, üstelik pırıl pırıl ve hayat dolu. Yanındaki, karşıdaki insanlarla sürekli konuşma çabası içinde. Sonunda onlarla muhabbeti epey koyulaştırmaya başlıyor. Elindeki gazeteyi yanında oturan kendisi gibi yaşlı beye uzatıyor okuması için. Adam gazeteyi alıp resimlerine bakıyor ve sadece haberlerin başlıklarını okuyor. Tüm gazeteyi şöyle bir gözden geçirip geri veriyor kendisine ve teşekkür ediyor. Gazeteyi sevinçle alıp bu defa bana uzatıyor “Buyur sen de oku.” diyor büyük bir içtenlikle ve samimiyetle. Ne yapacağımı şaşırıyorum. Bir iki saniye içinde düşünüyorum. Gazeteyi alıp okumaya başlasam böylesine hayat dolu bu insanla konuşma fırsatını kaçıracağım, almasam belki de gücendireceğim diyorum içimden. Sonunda gazeteyi laf olsun diye alıp sayfalarını çevireceğime, onunla sohbet etmenin daha güzel olacağına karar veriyorum. “Teşekkür ederim amcacığım okumayayım.” diyorum gülümseyerek. Az sonra çaycı oturma yerlerinin arasındaki koridorda gözüküyor, elinde çay tepsisi “Çay isteyen, çay isteyen.” diyerek dolaşmaya başlıyor. Bizim oturduğumuz sıraya gelince yaşlı amca “Çay içer misiniz ?” diye soruyor yanındaki orta yaşlı adama. Adam teşekkür edip, istemediğini söylüyor. Hemen bana dönüyor “Siz çay içer misiniz kızım ?” diye soruyor. Neye uğradığımı şaşırıyorum iyice. Dilimin tutulduğunu hissediyorum bir an, güçlükle gülümsüyorum, onu kırmaktan o kadar çok korkuyorum ki… nezaketle gülümseyerek ben de istemediğimi belirtip teşekkür ediyorum. Kendisine çay alıp, iki minik şeker küpünü içine atıp özenle karıştırmaya başlıyor. Öylesine mutlu bir hali var ki gözlerime inanamıyorum. Konuşmasındaki aksanından göçmen olduğu açıkça anlaşılıyor. Sohbet etmeye başlıyoruz. Bana “Nerelisin sen kızım.” diye soruyor. İzmir’li olduğumu söylüyorum, hoşuna gidiyor. İzmir’in eski zamanlarını anlatmaya başlıyor bana. Onu dinlerken çocukluk günlerime gidiyorum. Doğup büyüdüğüm, yaşadığım İzmir’i bir başkasından, hele İzmir’i böylesine seven birinden dinlemek beni çok mutlu ediyor. Benim büyüdüğüm sokağı, benim mahallemi anlatıyor gibi geliyor bana. “Siz nerede otuyordunuz o yıllarda.”diye soruyorum. “Burada Karşıyaka’da.” diyor, “Kendimi bildim bileli.” Gözleri neşeyle parlıyor. Eski mahallesini tarif ediyor, “Eskiden bir tane bile apartman yoktu.” diyor. Evlerin hepsi müstakildi, tüm mahalle tanırdı birbirini, komşuluk ederdik, kapı önlerini yıkar, sandalye atardık evlerimizin önüne, gelsin çaylar, çekirdekler, sonra da muhabbetler.” diyor. “Mis gibi toprak kokardı sokaklar yıkadığımız zaman, dostluklarımız da iyiydi çok, iyi günümüzde de dosttuk, kötü günümüzde de…” diyor, gözleri bir an bulutlanıyor. İçim burkuluyor, güçlükle “Evet.” diyebiliyorum, “Gerçekten öyleydi.” Arkadaşlarım geçiyor gözlerimin önünden bir bir. Vedia, Neriman, Ayten, Neşe, Hülya, Sevil, Özden sonra Hüseyin, Zafer ve diğerleri… tüm mahallemiz… Bakkal Mehmet amca, Nevriye Teyze, Fazilet Teyze, Cemile Teyze… hepsi birer birer geçiyorlar… sonra sokak satıcıları. Mahallemizin birer ferdi gibi iyi tanıdığımız poğaçacı, sakızcı, pamuk helvacı, macuncu, yoğurtçu, atlı arabasıyla bahçıvan, tahin pekmezci, kalaycı, yumurtacı, balıkçı, sütçü, tuhafiyeci, iğneci… saymakla bitmez… Boncuk gözlü yaşlı amca anlattıkça, tüm satıcılar gözlerimin önünde gösteri yapıyorlar. “Çok güzel bir dondurmacımız vardı, yaz olunca her gün akşamüzeri geçerdi” diyor, gözleri iyice parlıyor. Acaba aynı dondurmacı mı? diye merak ediyorum. Bizim mahalleden geçen tepeden aşağıya beyaz giyinen, beyaza boyalı dört tekerlekli dondurma arabasıyla, şarkılarıyla bizi başına toplayan dondurmacımızı hatırlıyorum. Sokağın ortasında durmuş elinde parlayan sarı pirinçten kaşığıyla şarkı söylüyor. “Dondurmam şeker kaymak, Mini mini hanımlara, Sevdalı beylere, Parasını vermeden tattırmam, Mis gibi kaymaklı dondurmam.” diye bağırıyor. Gülüyorum… “Benim de bir kızım var.” diyor “Ama evlenmedi daha, evlenmek istemiyor, böyle rahatım diyor.” Gözlerinden biraz hüzünlendiğini anlıyorum. “Otuz altı yaşında” diyor. “Hiç sıkmıyorum evlen diye onu, ama evlense iyi olur, bir torunum olsun istiyorum.”diyor. “Sıkmayın canınızı, kısmet böyle şeyler.”diyorum. “Eh öyle tabi ama param var, bir yığın evim, servetim var, kime kalacak bunlar, kiraları biriktirip yurt dışına gezilere gidiyor, ben de üstelemediğim için pek aldırmıyor evlenmeye.” diyor. Yine de çok neşeli konuşuyor fakat içinde bir yerlerde ‘benim artık az vaktim kaldı, yarın öbür gün ölsem yalnız kalacak, benim de aklım onda kalacak’ diye bir his sakladığını seziyorum. Bu defa içim sızlıyor. Vapur iskeleye yanaşıyor, yavaşça kalkıp son kez masmavi boncuk gözlerinin içine bakıp iyi günler dileyerek ayrılıyorum yanından. İskeleye ayak basıyorum. Bir yanım çocukluğumun mahallesinin özlemiyle kıvranırken, bir yanım hala insanları ve hayatı böylesine sevenlerin olduğunu görmenin mutluluğuyla coşuyor. Hızla çarşıya kalabalığın arasına dalıyorum. Aklımın bir kenarına bu sevgi dolu yaşlı adamı mutlulukla yazıyorum, bir de ona bir isim takıyorum; Mavi Boncuk... Seni hiç unutmayacağım Mavi Boncuk amcam benim. Hep sağlıklı ve mutlu ol… mutluluğunu hep gittiğin yerlere böyle taşı ve insanların içine akıt çünkü günümüz insanının buna gerçekten çok ihtiyacı var. Samile İlter.İzmiR. 21.05.2007 (yazılarım ve şiirlerim adıma noterce tasdiklettirilmiş olup tüm hakları şahsıma aittir, ismim belirtilmeden alıntı yapılamaz)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Samile İlter, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |