..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Özgür insan, denizi daima seveceksin. -Baudelaire
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Yüzleşme > Mehmet Sinan Gür




14 Ağustos 2007
Lenin'in Mozelesini Ziyaret  
Mehmet Sinan Gür
Değişen Rusya'dan bir kesit. Geçmişin (demir perde yönetiminin) kalıntıları olsa da bildiğimiz yaşama hızla ayak uydurulmuş. Şimdi artık Lenin bile kimsenin umurunda değil.


:DCED:
Dün (Pazar günü) Lenin'i ziyaret ettim. Mezarına gittim demiyorum, çünkü -bu bilgi bilmeyenler için- adam mumyalanmış durumda cam arkasında görülebiliyor. Daha doğrusu sergileniyor. Lenin'in mozelesi bildiğiniz gibi Kızıl Meydan'ın ortasında bir yerde bulunuyor. Kırmızı taştan kademeli piramit şeklinde bir yapı.

Bundan birkaç hafta önce de gitmek istemiştim ama gidememiştim. Lenin’i görmek için bir seremoni gerekiyor. Şöyle ki:

Kızıl Meydan yayalara kapatılıyor. Bir iki yerini demir parmaklıkla kesince meydan kontrol altına alınıyor. Sonra mozeleye girmek isteyenler uzakta sıraya sokuluyor. Tabi uzun bir kuyruk oluşuyor. Sonra bölük bölük insanlar mozelenin yanına yaklaştırılıyor. Burada üst baş araması yapılıyor. Fotoğraf çeken her şey (kamera telefon vs.) yasak. Metal detektöründen geçtikten ve kameralardan arındıktan sonra mozeleye girilebiliyor. Mozele saat 13’te kapanıyor. O yüzden kuyruk da 12’de kapatılıyor. Sağda solda bir sürü nöbetçi var. Torpilliler dışında kuş uçurtmuyorlar.

Ben ilkinde geç kaldım, kuyruğa girdiğim halde nöbetçiler bu kadar yeter deyip orta bir yerden kestiler. Birçok insanla birlikte dışarıda kaldım. Ne kadar açık aradıysam da bulamadım. Biraz ötede Jukov heykelinin yakınında eski SSCB taraftarları, yani komünistler haftalık ayinlerini yapıyorlardı. Onlar enternasyonal marşını söyleyerek, çekiç oraklı kızıl bayrakları ile meydana girdiler. Onların arasına karışayım dedim ama nöbetçi bırakmadı. O hafta öyle geçti.

Eski ev arkadaşımın Rus arkadaşına bunları anlatınca “O adam iyi bir insan değil, gitme” diye bana öğüt verdi. SSCB isteyen Ruslar tam olarak bir avuç kalmışlar. Onların da bir kısmı devlet güvencesini kaybetmiş, yaşlı, kimsesiz kadınlardan oluşuyor. (Yollarda dilenen yaşlı ve çaresiz kadınlar görüyorum bazen, o ayrı konu.)

Lenin’i görmek için tek şansım Pazar günü. Çünkü ziyaret saat 13’te bitiyor. Rus arkadaşı dinlemedim. Lenin’i görmek tarihi bir olaydı çünkü. Dün diğer Pazarlara göreli olarak erken kalkabildim ve zaman kaybetmeden Lenin’e koştum. Yolda metroda hangi durakta aktarma yapacağımı planladım. Ben 1905 Yılı Sokağı durağında oturuyorum. En iyisi Puşkinskaya’da inip Tverskaya’ya aktarma yapmak, oradan Teatralnaya’da inmekti. Gerçi arada kızıl meydan durağı vardı ama oradan oraya gidene kadar yer üstünde daha hızlı yol alırdım. Öyle de yaptım. Hediyelik eşya satan pazarın içinden onlara kapılmadan geçtim. Uzaktan kuyruk göründü. Hala açıktı ama her an kapanabilirdi. Neys, koştum yetiştim, arkamdan birkaç kişi daha girdi ve kuyruk kapatıldı. Oh, birinci zorluğu geçmiştim. Zaman da vardı. Elimde kamera, cep telefonu, aklım sıra resim, film çekeceğim.

Ben sıradayken eski SSCBliler marşla ve bayraklarla birlikte geçtiler. Ben de yavaş yavaş kontrol noktasına geldim. Nöbetçi kamera çantasını gördü, anladı, formalite icabı sordu:
“Şto eta?!” (Bu ne?!)
“Kamera!” dedim.
“Kamera nilza. (Kamera olmaz) Prebiribiribirite na ofisa.” Burasını tam olarak anlamadım ama kamerayı ofise götürmemi istiyordu galiba. Beni geri çevirdi. Ümitsizliğe düşmüş olarak ofis neresi diye bakınırken ileride başka bir kuyruk ve kalabalık gördüm. İnsanlar telefon ve kameralarını emanete bırakıyorlardı. Ben hemen oraya koştum. Orada da bir süre bekleyip biraz para verip bir fiş aldıktan sonra tekrar kontrol noktasına döndüm. Bu sefer bir sorun çıkmadı ve beni de içeri aldılar. Kızıl Meydan’ın yanından biraz yürüdükten sonra mozolenin kapısına ulaştım.

İki tür nöbetçi vardı. Biri dışarıda görev yapan, mavi gömlekli, biraz daha sempatik olanlar, diğeri içeride görev yapan, koyu yeşil üniformalı insana taş gibi bakanlar. Bunlar yanılmıyorsam özel olarak seçilmiş nöbetçilerdi. Her köşe başında yeşil üniformalı bir nöbetçi vardı. Biz yürüdükçe kolunu kaldırarak ne tarafa gideceğimizi işaret ediyordu. İçerde girişten sonra çok az bir ışık vardı. Yerler ve duvarlar siyah kesme taştan yapılmıştı. İlk girişten sonra merdivenler bizi bir kat aşağı götürüyordu. Aydınlıktan karanlığa girdiğimiz için basamakları seçmek çok zor oluyordu. Aşağı indikten sonra bir aralıktan Lenin’in yattığı odaya giriliyordu. Burada basamaklar yeniden çıkıyordu. Mekân kademeli kubbesinden çok az ışık alıyordu. Ortada camlı bir bölüm içinde üç yönünden görülecek şekilde Lenin yatıyordu.

İlk gördüğümde biraz durakladım, yaklaşıp elimi parapetin üzerine koydum. Nöbetçi bağırdı:
“Hamnum ninşo garyet!”
Anlamadım ama herhalde ‘durmak yasak’ veya ‘elini oradan çek’ diye bağırıyordu. Ben de elimi çekip yürüdüm.

Kahverengi ile sarı arası ölgün bir ışık altında yatıyordu Lenin. Göz yerleri hafif çukura kaçmış, kızıla çalan sakalı ve bıyığı düzgün traş edilmiş, takım elbiseli, bir eli yumuk, bir eli açık, sarı ışığın altında uyuyan hasta bir adama benziyordu. Geniş alnı, yüz ifadesi aynı resimlerinde, filmlerde gördüğüm gibiydi. Ayakucundan dolaşarak diğer yanına geçtim. Yine birkaç karanlık basamaktan inerek pek de büyük olmayan odadan dışarı çıktım.

Nöbetçiler yine yolu gösteriyorlardı. Mozelenin arkasında sıralanmış 10 kadar daha mezar vardı. Brejnev ve Stalin bunlar arasındaydı. Bunları da geçtikten sonra kendimi Kızıl Meydan’da buldum. Kameramı almak için ofise gittim. Ama baktım ki yine girişin oradayım. Çünkü elinde emanet kartı olanları içeri alıyorlardı. Bir kereden bir şey anlamamıştım. Ofisin oradan dolanıp tekrar kontrolden ve aynı yerlerden geçtim.

İkinci girişimde önümde Türki Cumhuriyetlerden olduğunu sandığım 7–8 kişilik kalabalık bir aile vardı. Baba, kucağında 1.5 yaşındaki kızı ile Lenin’in mumyasını görmeye gelmiş. Bu çocuk sonradan travma geçirmez mi acaba diye düşündüm. Yani Pazar günü ailecek ziyaret edilen seyirlik bir şey olmuş Lenin. Bir ara mumya’yı ABD’ye satmayı düşünmüşler. Eski SSCBliler bir avuç kalmış. Yani artık bu iş bitmiş.

Geriye biraz hüzün kalmış.

Çıkıştan sonra SSCB'lilerin toplandığı yerde yaşlı bir adam gördüm, dileniyordu. Bataryalı bir teypten ‘Pod Moskovski Veçera’yı çalıyordu.(Rusların ünlü melodisi) Saat 13’ü geçmesine rağmen hâlâ Lenin’i görmek isteyenler vardı. Mavi gömlekli nöbetçi onlara bir şeyler söyledi. “Ziyaret bitti” diyordu herhalde. Arasından “Lenin ustal” dediğini duydum, anladım. “Lenin yoruldu.” demekti bu. Yani nöbetçi bile Lenin’le dalgasını geçiyordu.

13.Ağustos.2007
Moskova



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın yüzleşme kümesinde bulunan diğer yazıları...
Önyargı
Hey, Okur...

Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Canlı Balık
Baraj Sorusu: Beni Seviyor Musun?
Sahalin'de Altı Ay
Ölüm Anında Görülen Tünel ve Işık
Cadde'de Eğlence
Müzik Film - Hair
Çanakkale Gezisi - 2
İki Günlük Çanakkale Gezisi - 1
Müzik - Tevekkül
Film Müzik– Batı Yakasının Hikayesi

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Nazım Hikmet'ten Çanakkale Şiiri [Şiir]
Ateş ve Ölüm (Bütün Şiirler 16. 07. 2009) [Şiir]
Seni Seviyorum Bunalımı [Şiir]
İncir Ağacı [Şiir]
Bir Dosta E - Mektup [Şiir]
10 Ağustos 1915 Anafarta Ovası [Şiir]
Sevgisizlik [Şiir]
Mor Çiçekler [Şiir]
Eskiden [Şiir]
Bir Ruh Çağırma Operasyonu [Öykü]


Mehmet Sinan Gür kimdir?

Yazmayı seviyorum. Bir tümce, bir satır, bir sözcük yazıp altına tarihi atınca onu zaman içine hapsetmiş gibi oluyorum. Ya da akıp giden zamanı durdurmuş gibi. . . Bir fotoğraf, dondurulmuş bir film karesi gibi. Her okuduğunuzda orada oluyorlar ve neredeyse her zaman aynı tadı veriyorlar. Siz de yazın, zamanı durdurun, göreceksiniz, başaracaksınız. . . . Savaş cinayettir. Savaş olursa pozitif edebiyat olmaz. Yurdumuz insanları ölenlerin ardından ağıt yakmayı edebiyat olarak kabullenmiş. Yazgımız bu olmasın. Biz demiştik demeyelim. Yaşam, her geçen gün, bir daha elde edemeyeceğimiz, dolarla, altınla ölçülemeyecek bir değer. (Ancak başkaları için değeri olmayabilir. ) Nazım Hikmet’in 25 Cent şiiri gerçek olmasın. Yaşamı ıskalamayın ve onun hakkını verin. Başkalarının da sizin yaşamınızı harcamasına izin vermeyin. Çünkü o bir tanedir. Sevgisizlik öldürür. Karşımıza bazen bir kedi yavrusunun ölümüne aldırmamak, bazen savaşa –yani ölüme- asker göndermek biçiminde çıkar. Nasıl oluyor da çoğunlukla siyasi yazılar yazarken bakıyorsunuz bir kedi yavrusu için şiir yazabiliyorum. Kimileri bu davranışımı yadırgıyor. Leonardo da Vinci’nin ‘Connessione’ prensibine göre her şey birbiriyle ilintilidir. Buna göre Çin’de kanatlarını çırpan bir kelebek İtalya’da bir fırtınaya neden olur. Ya da tam tersi. İtalya’daki bir fırtınanın nedeni Çin’de kantlarını çırpan bir kelebek olabilir. Bu düşünceden hareketle biliyorum ki sevgisizlik bir gün döner, dolaşır, kaynağına geri gelir. "Düşünüyorum, peki neden yazmıyorum?" dedim, işte böyle oldu. .

Etkilendiği Yazarlar:
Herşeyden ve herkesten etkilenirim. Ama isim gerekliyse, Ömer Seyfettin, Orhan Veli Kanık, Tolstoy ilk aklıma gelenler.


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Mehmet Sinan Gür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.