Sanatçının işlevsel tanımı bilinci neşelendirmektir. -Max Eastman |
|
||||||||||
|
Şimdi Türkiye’deyim. Botlarımda hala Sahalin’in çamuru var. Ben gittim diye bir kişi bile üzüldüyse –ki birden fazladır- onun üzüntüsü beni de sarmış durumda. Böyle olacağını hiç düşünmemiştim. Altı ay önce Sahalin’e gideceğimi söyleyip arkadaşlara nerede olduğunu anlattığımda bir arkadaşım, “Yine buldun başçavuşun eşek kovaladığı bir yer” demişti. Berbat bir meslek sahibi imişim. İş neredeyse oraya gidiyorum. Sözüm ona ikametgah yerim İstanbul-Erenköy ama şöyle bir yıl doğru dürüst yerimde duramıyorum. Kök salamıyorum bulunduğum yere. Geçen yıl Irak’taydım, bu yıl Rusya’da. Irak’ta Kürtler, Türkler, Amerikalılar vardı. Rusya’da Ruslar, Türkler, Amerikalılar. Amerikalıların Irak’ta petrol nedeniyle bulunduklarını biliyoruz. Rusya-Sahalin’de de o nedenle bulunuyorlardı. Şirketimiz Amerikan petrol şirketi Exxon için bir toplu konut ve destek yapılar projesi yapıyor. Sahalin’e özgü kavak türü ağaçların arasında 38 çift villa. Ekim ayında gittiğimde henüz kar yoktu, Aralık olmadan başladı. Döndüğüm Nisan ayına kadar yerden kalkmadı. Yollardan kürenen kar yol kenarlarına yığılıyor, üzerine yeniden kar yağıyor, böyle böyle yol kenarlarında insan boyunu aşan kar tepeleri oluşuyor. Araçlar ara yollarda 30-40 cm buzun üzerinde gidiyor. Tabi ona göre de lastikleri var. Sahalin 46ncı, İstanbul 42nci paralelde. Yani arada çok büyük bir fark yok. Ama Sahalin’de yalnız bir ay yaz var. Fırtına çıktığında 1 metre ötesi görünmüyor. Kar çölde savrulan kum gibi yapay tepeler oluşturuyor. Bu fark Gulf Stream’den ve Sahra çölünden geliyor. Ruslar karla birlikte gelen fırtınaya mitel diyorlar. Kışın ilk mitelinde herkes eve kaçarken ben dışarı çıktım, nasıl bir şeydi mitel, anlamak için. Gözümde kar gözlüğü, yüzümde kar maskesi vardı. Markete gittim, alışveriş yapıp döndüm. Hiç kolay olmadı ama bayağı eğlenceliydi. Bu Rusya’ya ikinci gidişim. Biricisinde Kazan’daydım. Kazan Tataristan’ın başkenti, Moskova’nın hemen doğusunda. Ama Sahalin çok uzakta, Sibirya’nın öte tarafında. Gidişim ve gelişimde birer gün Moskova’da kaldım. Böylece Sahalin’le karşılaştırma fırsatı bulabildim. Moskova aynı İstanbul’a benzeyen, karmakarışık, trafik sorunu, tarihi olan, her türlü insanın bulunduğu bir büyük metropol. Ancak Sahalin Galapagos adaları gibi uzakta, izole olmuş, kimsenin uğramadığı, petrol bulunmasa kimsenin uğramayacağı bir yer. Ağaçlardan ve kardan başka bir şey yok. Bir de katışmamış insanları, hepsi mavi, gri, yeşil ve tonlarında açık renk gözlü, beyaz tenli, sarışın, kumral, Batlık denizi çevresinde yaşayanların özelliklerini taşıyan güzel insanlar. Az kalsın Korelilerden söz etmeyi unutuyordum. Sahalin’de Ruslardan başka büyük bir nüfus olarak Koreliler bulunuyor. Belki her beş kişiden biri Koreli. Biz de beyaz tenli ama esmer, kahverengi, kara, ela gözlü Türkler olarak göze batan kişiler. Nasıl bize onlar ilginç geliyorsa bu özelliklerimizle biz de onlara ilginç geliyoruz. Yabancı olduğumuz hemen anlaşılıyor. Pek fazla Koreli arkadaşım olmadı. Ama olanlara Kore savaşından, Türklerin Kore’de savaşıp öldüğünden söz edince pek bir şey anlamıyorlar. Bize Amerikalılar yardım etti diyorlar. Türkleri hatırlayan yok. Rus deyince hâlâ birçok kişinin tüyleri diken diken oluyor, aynı şekilde Türk deyince de bazı Rusların.Yüzyılların getirdiği düşmanlık ve savaşlar nedeniyle, bir dönem bize en zor anımızda yapılabilecek en büyük yardımı yapmış olmalarına rağmen komünist olmaları nedeniyle, son yıllarda da erkeklerimizi ‘ayartan’ kadınlarımızı kocasız bırakan ‘Nataşa’ları nedeniyle. Dünkü gazetelerden bir haber: Son beş yılda 60bin Türk erkek Rus kadınlarla evlenmiş. Türkiye’de yaşayan Ruslar ve Rusya’da yaşayan Türkler hızla artıyor. Önceden çıkmış başka gazete haberleri de var. “Rus sevgilisini kendisini terk edeceğini öğrenince ikinci kattan aşağı attı.” Altında bir resim, bahçe demirlerine saplanmış genç bir beden, yanında güzel mi güzel bir kadın portresi. Ruslar bize ne kadar benziyor, farkında mısınız? İnsan ilişkilerine en az bizim kadar değer veriyorlar. Belki bizden bir gömlek iyiler. Şu nedenle söylüyorum. Trafikte ‘sağa dönüşte yayaya yol ver’ biçiminde bir kural vardır. Bu bizde uygulanmaz ama burada uygulanıyor. Şoförler arabalarını yayaların üstüne sürmüyorlar. Klakson da nadir olarak kullanılıyor. İlk geldiğim sıralar buradaki kızların ne kadar güzel olduklarından konuşuyorduk. Bir arkadaşım beni uyardı. “En iyisi seni bir dakikada satar.” Dedi. Bu sözün doğruluğuna inanmak istemedim. Aynı arkadaş “Bir Rus’un doğum gününe hediyesiz, çiçeksiz gidilmez.” Demişti. Bir Rus arkadaşın doğum gününe gidiyordum. Zamansızlıktan hediyesiz gittiğimde arkadaşım bana “hediye sensin, geldiğin için” dedi. Yani her zaman olduğu gibi insanlar hakkında genelleme yaparak söylenen sözler gerçeklerle birebir örtüşmüyordu. Bu yaz içimizden biri bir Rus ile evlenecek. İstatistiklere artı bir rakam ekleyecek. Irak’tan sonra bu kez gözümü yukarıya çevirdim. Rusya’nın büyüklüğünü gördüm. Bu beni biraz tedirgin etti. Bir anlaşmazlık olması durumunda güney komşularımızla her zaman başa çıkarız ama Rusya başka. Cumhuriyetten sonra aramızda büyük bir sorun çıkmamış ama bu çıkmaz anlamına gelmiyor. Çıkmasını da istemem doğrusu. Bir ülkenin bu kadar büyük olabileceğini insanın aklı almıyor. Uçakla saatlerce git bitmiyor. Sahalin’den dönüşte yerel saatle öğleden sonra üçte yola çıktık. Dokuz saat sonra Moskova saatiyle beşte Moskova’ya ulaştık. Bu şu anlama geliyor: güneşle birlikte uçtuk. Bütün Sibirya’yı gündüz gözüyle gördük. O nedenle o gün güneş biraz zor battı. Çok uzun bir gün oldu. Bazen sanki hep aynı yerden geçiyormuşuz gibi geliyordu bana. Kıvrım kıvrım giden buz tutmuş akarsular, ağaçlar, kar, yollar, yangın çıkarsa bütün ağaçlar yanmasın diye açılmış izler, petrol kuyuları, git git bitmiyor. Dönüşte dört kitap birden aldım. Biri Savaş ve Barış. Napolyon’un Moskova seferi, ancak Türkçe değil, Rusça. Orijinal, Moskova’dan aldım. Buradan da Türkçe’sini aldım. Etti iki. Dil öğrenmek için bence çok güzel bir yol. Tolstoy’u eskiden beri çok severim. Bir kitap Sarıkamış, Beyaz Hüzün. Osmanlı ordusunun Sarıkamış’a giderken Allahüekber dağlarında donarak yok oluşunu roman olarak anlatıyor. İsmail Bilgin yazmış. Bitirmek üzereyim. Dördüncü kitap Plevne Meydan Muharebesi. Osmanlı ordusuna gönüllü katılan (kısaca casus da diyebiliriz) bir İngiliz subay, Yüzbaşı Von Herbert yazmış. Sahalin’den bir video film almıştım. Adı ‘Turyetski Gambit.’ ‘Türk Oyunu’ diye çevirebiliriz Türkçe’ye. Yeni yapılmış, 2005 yapımı bir Rus filmi. İçinde Plevne’nin de bulunduğu 1877 Osmanlı-Rus savaşını kendi açılarından anlatıyor. İstanbul’un kapılarına kadar gelmişler. Ne yazık ki Prestroyka’dan sonra Rusya’da milliyetçilik güçlenmeye başladı. Başta gelen düşmanlardan biri de biz oluyoruz. Bunu aşırı milliyetçiler için söylüyorum tabi. Bayrakları devrimden önceki bayrak. Hristiyanlık da eski günlerine dönme eğiliminde. Artık birçok kişi üzerinde haç taşıyor. Oradayken ‘Naşı Astrava’ (Adamız) adlı haftalık gazetede bizim şirkette çalışıp ayrılan bir Rus elektrik teknisyeninin bizi yerden yere vuran bir yazısı yayınlandı. Bunlar iyi değil tabi ama yapacak çok bir şey yok. Ben karşılık olarak bir yazı yazdım ancak içinde şirketimizin adı geçtiği için şirketi temsil eden kişi yazının yayınlanmasını istemedi. Yazı yayınlanırsa olay tırmanır durum gerginleşirmiş. Halbuki yazım gergin değil, tersine yatıştırıcı hoş bir yazı idi. İçinden birkaç satır: … duraklarda genç kızları görürüm. İnce topuklu çizmelerinin üzerinde yere saplanmış zıpkın gibi dururlar… Burada hemen herkesin bir sevgilisi var. Demek o kadar kötü insanlar değiliz ki onlar bizi seviyor, biz de onları… Bu olayın üzerinden fazla geçmeden daha kötü bir şey oldu. Disko-barlardan birinde kız yüzünden bizim işçilerle Ruslar arasında kavga çıktı. Kavganın yatıştığı sanıldığı bir anda bir Rus bizden bir formeni kırık şişe ile boğazından yaraladı. Formen neredeyse ölüyordu, zor kurtuldu. Sessiz bir arkadaştı formen. Söylendiğine göre kavgaya da karışmamış ancak Rus onu başka bir işçiye benzetmiş veya sarhoşlukla önüne gelen ilk Türk’e saldırmış. Bununla birlikte iyi şeyler de olmuyor değil. Bilindiği gibi Tarkan Rusya’da çok seviliyor. Şimdi buna bir de Mustafa Sandal eklendi. Radyolarda sürekli çalıyorlar, CDleri satılıyor. Bizde bir de ‘Yedi Karanfil’ başlıklı bir dizi müzik vardı. Onları da gördüm CD satan dükkanlarda. Ruslarda bir de oryantal merakı var. Duyduğuma göre :) diskolarda renk olsun diye oryantal kızlar göbek atıyorlarmış. Tarkan’ın tanıttığı üç parça hâlâ çalınıyormuş. Tamam, itiraf ediyorum, Sahalin’de kaldığım altı ay boyunca tam olarak, şirketin verdiği yemekler dahil, altı kez evime uyku saatinden sonra geldim. İki bazen üç haftada bir, bir gün tatil yapıp günde 13 saat çalışıyorduk. Bunu da bana çok görmeyin olur mu? Aklı olan Rusya ile ticaret yapar, bir şeyler satmaya çalışır. O kadar geniş, o kadar büyük bir pazar ki, ne satsanız gider. Nitekim bazıları bunu yapıyor. Sahalin’de marketlerden Duru sabun, Paşabahçe bardak, Türk malı bir gömlek almanın mutluluğunu yaşadım. Beko, Arko yine buradaydı. Biri metal merdiven ihraç etmiş, merdiven ta Sahalin’e gitmiş, alıcı bekliyor. Rusça ve kiril alfabesinin ortasında karşınıza çıkan birkaç satır Türkçe doğrusu çok hoş bir etki yapıyor. Oradan Türkiye’nin görünüşü hiç de iç açıcı değil. Her gün olay oluyor, dükkanlar taşlanıyor, otobüsler yakılıyor, bombalar patlıyor. Bana soruyorlar Türkiye nasıl diye, çok güzel diyorum, İstanbul’a Antalya’ya doyulmaz. Peki diyorlar madem öyle, neden kalkıp buralara geliyorsunuz? İşte diyorum onu ne siz sorun ne de ben söyleyeyim. Bu tablo içinde bir de Amerikalılar var demiştim. Sahalin açıklarında okyanus’ta petrol bulundu ya oraya da el attılar. Bizim işverenimiz olan tanınmış bir Amerikan petrol şirketi Exxon Mobil, Rusyaiçin Exxon Neftegas Limited isimli bir şirket krmuş. Petrol çıkaracaklar. Ayrıca adı hiç geçmeyen iki Rusve bir Japon ortakları var. Bir Rus arkadaşa “Haydi,” dedim “yaşadınız. Zengin olacaksınız.” Yanıtı şöyle oldu: “Yook. Onlar ceplerini dolduracaklar, biz yine havamızı alacağız.” 11.Nisan.2006
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Sinan Gür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |