Bir deliyle başederken, yapılacak en mantıklı şey normal rolü yapmak. -Herman Hesse |
|
||||||||||
|
Öncelikle ekonomik indirgemecilik nedir diye sorarsak buna şöyle bir yanıt verebiliriz: İnsanların toplumsal yaşamının tüm yönlerini onların birbirleriyle kurduğu ekonomik ilişkilerle açıklama çabasıdır diyebiliriz. Buna göre üretim araçları ve onların malikliği yegane belirleyici nokta, teknoloji ve sınıflar arası çatışma da yegane gerilim noktası oluverir. Buradan da salt altyapının belirleyici olduğu, üst yapının altyapının basit bir görüngüsü, ona bağlı bir uzantısı olduğu ortaya çıkar. Yine bu eleştiriye göre üstyapı altyapıya hiçbir müdahalede bulunamaz. Örneğin Felsefeye Giriş adlı kitabında Prof. Dr. Ahmet Arslan (1) ve Felsefe Tarihi (2) adlı yapıtında Macit Gökberk yaptıkları özetlerde Marx'ın her şeyi ekonomiyle açıklamaya çalıştığını söylemişlerdir. Şu cümle ünlüdür, “Marx'a göre tarihte belirleyici olan ve ağırlık taşıyan konular ekonomik olaylardır.” Belki öncelikle genel olarak felsefi literatür ile Marksist literatürdeki “ekonomik” kavramını irdeleyerek başlamalıyız. Aslında Marks’ın yapıtlarında “ekonomik ilişkiler” kavramını pek sıklıkla görmeyiz. Onun yerinde daha yerinde bir kavram olan “maddi üretim yapısı ve ilişkileri” kavram dizisi kullanılır. Zira “ekonomik” kavramı içten içe ticaret ilişkilerine de bir imada bulunur. Bir değiş dokuş ilişkisini her daim yanında barındırır. Buna karşın maddi üretim yapısı veya ilişkisi dediğimizde ise her hangi bir tacaret ilişkisinden çok daha öncesine, insanın yaşamak için besin elde etme çabalarının tümü ve bu sırada tarihsel olarak kullandığı çakmak taşlarından, oklara kadar tüm eylem ve üretim aletleri de açıkça kavramın içerisinde bulunur. İşte Marx insan ilişkilerinin temeli olarak bu maddi üretim yapısı-biçimi-ilişkisini görmüştü. Bu da materyalist öğretiye sıkı sıkı bağlıdır, çünkü materyalist öğreti insanı yaşadığı yerden bağımsız olarak değil, öncelikle oradan etkilenen ve giderek yaşadığı çevreyi de etkileyen bir eylem öznesi olarak ele alır. Zira MArx da buna vurgu yapmayı daha ilk gençlik yapıtlarında ihmal etmez. “İnsanların koşulların ve eğitimin ürünü oldukları, dolayısıyla değişik insanların başka koşulların ve farklı eğitimin ürünü oldukları biçimindeki materyalist öğreti, koşulların insanların kendileri tarafından değiştirildiğini ve eğiticinin kendisinin de eğitilmesi gerektiğini unutur,”(3) der. Yani insanın ilişkiye girdiği maddi doğa, üretim yapısı ve ilişkileri tartışılmaz temeldir ama bu temel insanın ona müdahalesini dışlamaz. Yine örneğin Engels'in Anti Dühring'deki şu cevabını nasıl okumalıyız? “Bununla birlikte bölüşüm, üretim ve değişimin salt edilgen bir sonucu da değildir; o da ötekiler üzerinde etkili olur.”(4) Burada bölüşüm üstyapıya ilişkin de bir öğedir. Zira bölüşüm ilişkileri tüm üstyapısal kültürel ilişkilerin de belirleyicisidir. Bölüşüm farklı sınıfları, onların toplam gelirden farklı paydalar almalarını, bununla bağlantılı olarak da farklı tür harcamalar, kültürel ve sosyal ilişkiler geliştirmelerini ve bu ilişkilerden de güç olanaklarını büyütmelerini belirler. Ama aynı zamanda bölüşüm olarak “ekonomik” de bir öğedir. Burayı da aklımızın bir köşesine yazmış bulunalım, zira bu karşılıklı ve iç içe geçmiş ilişkinin güzel bir örneği. Marksizm genel olarak ekonomik ilişkileri (yani maddi üretim ilişkilerini) temel bir sebep sayar. Bundan da insanın doğayla kurduğu ilişkilerin zorunlu olarak bir üretim ilişkisi olduğu gerçeğini kasteder. Buna kısa bir antropoloji tarihi okuması bile, insanın sosyalleşmesinde ve sosyal bir varlık olmasında ortak avlanma ve ortak savunma gereksiniminden doğan bir avcılık ve basit taş işçiliğinden gelen bir hareketin sebep olduğunu gösterir. Bunun yanında sosyal ilişkiler kurmanın getirdiği pek çok avantaj da vardır. Ama dikkat edelim burada üretim ilişkileri “yegane sebep” değildir. Sebepler çorbasında belirleyici olandır. Engels de buna bir mektubunda değinmiştir. “Politik, hukuksal, felsefi, dinsel, yazınsal, sanatsal, vb. gelişme ekonomik gelişmeye dayanır. Ama bütün bunlar, birbirlerini olduğu gibi, ekonomik temeli de etkiler. Bu demek değildir ki ekonomik durum nedendir, yalnızca o etkendir, bundan başka her şey ancak edilgen sonuçtur. Tersine, her zaman son kertede ağırlığını koyan ekonomik zorunluluk temeli üzerinde bir etkileşim vardır.”(5) Yine bu alıntıdan “neden” ile “etken” arasında da bir ayrım yapılır. Zira tüm sistemik ve diyalektik yaklaşımlar sistemin çalıştığı süreçlerde asla nedenlerden, her şeyin ondan türediği tözlerden bahsetmez. Bahsettiği karşılıklı ilişkilerin sürüp gittiği bir ilişkidir ve bu ilişkideki araçlar sistem üzerinde çeşitli ağırlıklarda etkide bulunurlar. Buna göre tüm tarihsel yaklaşımlar da insanın üretme ve üretmenin türediği yaşama istencinden gelişir. Bu üretme de yaşamak için nelere ihtiyaç duyduğunuz ve bu ihtiyaç duyduğunuz şeyleri nasıl ve hangi teknolojik gereçlerle elde edeceğinize sıkı sıkı bağlıdır. Yine bu yoldan bu üretimi kaç kişi yaptığınız ve elde ettiğiniz ürünün tüm bireylere yetip yetmediği, onların ihtiyacından bir fazlalılığı ifade eden bir artık üretimi (6) meydana getirip getirmediğine bakarız. Bu artık üretimin de niteliği ve miktarı, onun toplum tarafından bölüşülme biçimi zorunlu olarak farklı bir toplumsal sistem çıkaracaktır. Örneğin “Asla çalmayacaksın” (7) prensibi bu artık, fazladan üretim olmadan gerçek bir kural olamazdı. Zira tüm üretim, o toplumun üyelerinin ancak karın tokluğuna yaşadığı bir düzeyde ise çalınacak da bir şey bulunamazdı. İşte fazladan bir üretim kendine özgü hukuksal ilişkiyi de türetir. Yine “Çalmayacaksın” kuralına karşı gelene yapılacak bir yaptırım da bizi politik bir tavıra götürür. Yani tüm üstyapısal ilişkileri doğurur. Şimdi buraya kadar ulaştığımız sonuç genel olarak üretim ilişkilerinin temel etkenlerden birisi olarak üstyapısal ilişkileri de belirlediğidir. Şimdiyse şunu sormamız gerekir: üstyapısal ilişkiler de tüm üretim ilişkilerini belirlemez mi? Aslında bu soruya salt “karşılıklı etkileşim” olarak sınırladığımız diyalektik tarafından baktığımız takdirde bile vereceğimiz yanıt koca bir evettir. Zira biliriz ki ekonomik ve teknolojik gelişim bile tüm dünya coğrafyasının her yerinde aynı değildir. Bir yandan modern tarımcılık yaparken öte yanda rahatlıkla karasaban tarımcılığını görürüz. Ancak bir devletin bu karasaban tarımcılığını verimsiz görüp tarımsal desteklemeleri kesip, artık rekabet gücünden yoksun oradaki köylüleri kentlere göçe zorlaması, üstyapının (burada devletin), altyapıya müdahalesidir. Yoksul köylülerin kentlere göçü sonucu artan işsizlik sorunu, genel ücretlerin düşmesine bu karların artmasına, artan karlarla yeni yatırımlar yapan sermayedarların yeni istihdam yaratmaları ve artan işgücü talepleri de devletin köyden kente göç politikasını güçlendirir. Böylece genel ücretlerin “asgari miktarda” olması için sürekli bir işsizler ordusu ve artan köyden kente göç kapitalizmin vazgeçilmez bir istenci haline gelir. Hatta insanlığın tüm “uygarlık” diye ifade ettiğimiz tarihi de üstyapının altyapıya müdahale ettiği sayısız örnekle doludur. Yine Marksizmin devrimci yanı da ele geçirilmiş politik devlet gücünün diğer üstyapı ve altyapısal ilişkilere müdahale etmesi gereğinden türer. Marksist devrimcilik artık sürekli krizler doğuran üretim ilişkilerine ve üretim biçimine üstyapının belirleyici olduğu bir müdahale yapmasıdır. Buna göre tüm devlet yapısı, üretim araçlarının malikliği, toplumsal ve sınıfsal ilişkiler belirli hedefler doğrultusundan değişmeye tabi tutulur. Yani altyapının yegane belirleyen olduğu “ekonomik indirgemecilik” eleştirisi aslında Marksizmin kendi doğasına ve pratiğine de aykırı bir durum olmaktadır. Peki bu indirgemecilik eleştirileri neden yapılmaktadır diye sorabiliriz. Genel olarak Marsizme yapılan bu indirgemecilik eleştirisi kanımca birkaç sebebe sahip. 1. Ekonomik olsun sosyal konularda olsun Marx'a ve Marksizme dair bir şey yazan akademisyenlerin pek çoğunun Marx'ın bir kitabını alıp da birinci elden onun yazdığı biçimiyle bir okuma yapmamış olmalarıdır. Zira öyle olmasa Marx'ın ve Engels'in yapıtlarında bu indirgemeciliğe ne kadar karşı çıkıldığını, hatta en basit ifadesiyle karşılıklı bir ilişkiye işaret eden diyalektiğin kendisine bile böyle tek yanlı bir yaklaşımının aykırı olduğunu görürlerdi. 2. Bu eleştiriyi yapan yazarların pek çoğunun “yegane sebep”, “temel sebep”, “etken” ve “neden” gibi kavramları çok iyi ayırt edemedikleri yönündedir. Bundan daha kötüsü de artık modern bilim de bile “tek sebep, tek sonuca karşılık, çok sebep, çok sonuç” pratiğinin açık ifadesi olan karşılıklı diyalektik ilişkiler konusunda ve bu ilkeye Marksistlerin ne kadar vurgu yaptığını anlayamamalarıdır. 3. Son olarak da bilinçli ya da bilinçsiz olarak konulara nesnel olmayı engelleyecek bir ideolojik yaklaşımdır. Mevcut yapı ve eğitimde mümkün olduğunca ismini duymak istemedikleri marksizmi unutmaya ve unutturmaya, önce onu mümkün olduğunca basitleştirip, sonra da çok basit diye eleştiri yağmuruna tutmaları da bunun göstergesidir. Hatta bu tutuculuğun da sebebi kendisinin koca devrimlerden türediği modern dünyanın yeni devrimlerden “hayalet” görmüş gibi kaçmasıdır. Dipnotlar: (1) Felsefeye Giriş, Ahmet Arslan, Vadi Yayınları, 1994, Sayfa 74. (2) Felsefe Tarihi, Macit Gökberk, Remzi Kitabevi, Sayfa 400 ve sonrası. (3) Karl Marx, Feuerbach Üzerine Tezler, Sol Yayınevi, 3. tez (4) Frederich Engels, Anti Dühring, Ekonomi Politik bölümü, Sayfa 225 (5) Frederich Engels, Toplu Yapıtlar, ENGELS'TEN BRESLAU'DAKİ W. BORGIUS'A Mektup. (6) Artık üretim tabiri bir topluluğun yaptığı üretimden, o topluluğun ürettiği üründen daha azına ihtiyaç duymasına ifade eder. Yine bu artık üretim de temel mal değiş dokuşundan başlayan ticari ilişkilerin de başlamasına sebep olmuştur. Zira ilk ticari ilişkiler de örneğin hububat artık üretimiyle, balık artık üretimi olan iki kabile arasındaki ticari mal değiş dokuşundan ileri gelmiştir. (7) Eski Ahit kitabından Musa'ya bildirilen 10 Emir'den bir tanesi.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mikail Boz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |