Egoistlerin en güzel yanı başkaları hakkında konuşmuyor olmaları. -Lucille S. Harper |
|
||||||||||
|
Kemal Düz YURT HASRETİ HİÇ BİTMEDİ İlk yedi yaşım Aybastı’da geçti. Orada doğdum, orada açtım gözlerimi sonsuz gökyüzüne. Bulutları, ırmağı, ağaçları fark ettim. Ağladım, güldüm, beşiğinde rüzgarıyla sallandım, toprağı ile belendim. Yağmuruyla yıkandım. şimşeklerinden, yıldırımlarından korktum, ebemkuşağının altından geçtim. Karamanlı’da yaşıyorduk. Çarşıya çok yakındı. Bizim sülale bir ovada yaşıyormuş: Çarşamba ovası mı Konya ovası mı veya bir başka ova mı. Koyun sürüleri varmış. Sürünün içindeki birkaç koçun çalınması, başka sürü sahibiyle aralarında meydana gelen husumet, göçe zorlanmışlar. Böylece Ordu yöresine gelmişler. Bizim sülale; Kavcılar, Ovalıoğulları adıyla anıldığı gibi, lakap olarak “Keller” denir. Geçimlerini hayvancılık yaparak sürdürmüşler. Tarımla, küçük bostan işi dışında pek alakaları olmamış. Karamanlı’da yaşadığımız yapının altı ahır, üstü evdi. Önü kayalık, arkasında evliya idi. Evlerin pek çoğu ahşaptandı. O yıllarda kiremitli ev sayısı çok azdı. Biz ve iki emmimin (Yusuf ve Aliosman ) oturduğu dört göz oda vardı. Derviş kılıklı Mehmet emmim ve demir pençe İbrahim emmim ayrı evlerde otururlardı. Her sabah erken saatlerde, Gülsüm ememizin sesi kapıda ünlenirdi. Kapıları tek tek gezer uyandırırdı krdeşlerini. Köyde sabahları hayvan sesleri insan sesleri birbirine karışır, sanki bayram havası eserdi. Kalabalık, çoluk çocuk bir yığın insan. Üzüntüler, sevinçler, yoksulluk, hasretlik, kavgalar dört evlerin çanduları arasında sürerdi. Evlerin böyle ortak kullanımına “örtme altı” denirdi. Babam Aybastı’da kahvecilik yapıyordu. Annem ev işlerine bakar, ayrıca tarla takın işlerinde çalışır, imecilik yapardı. İşte birkaç bacak mal varsa onları bakardı. Yaras köyündendi. Başka köyden gelen gelinlere geldiği köyün adıyla verilirdi. Anneme , “Yaraslı Gennabu” derlerdi. Biz Anneme ”Nine” derdik. Bunun Nana’dan geldiğini düşünüyorum. Annem her gün sabahın köründe, mezarlık yolunda bulunan çeşmeye suya giderdi. Bakır güğümü omuzlar, eline de sitil alırdı. Gecikince de “keşik çoktu “ derdi. Susuz geldiği de olurdu. Çünkü suyunda bittiği olurdu. Ayaklarının altında koskoca ırmak akar, köylü susuzluk çekerdi . Biz köyden ayrılırken çeşmeler yapılmıştı, ancak su henüz gelmemişti. Biz o suyu hiç göremedik. Birde Harman yerinde Kurban bayramında “pay” adı verilen ve dağıtılan kurban etleri dağıylırdı. Yayladağına oduna gidenler, odun yüklü eşeklerle geri dönenler… Bahar gelince, sabahın köründe yayla yoluna çıkanlar. Bunlar bir sinema filmi gibi akar gözlerimden. Köyün içinde ahşap yapılı bir cami vardı. O camide, dini bilgiler öğretilirdi. lkokul merkezdeydi. Aybastı’da ortaokul ve lise yoktu. Bunun için başka yerlere giderdi gençler okumak için. O yıllarda herhalde en çok mısır tarlaları vardı. Sırtımız ve başımız hep kaşınırdı, Annem, saçlarımızın arasında bit olduğunu söyler, adeta bit kırma şöleni yapardı. Saçlarımın arasında bit arar bulursa da çıt çıt kırardı. Ermiş bakışlı, Ali Osman amcamların gece kalkıp undan kaygana yaptıklarını ve yediklerini anlatırlardı. Bayram öncesi özellikle arife günleri evin önüne çıkardıkları bir leğen ile bizi sırayla yıkardı. YENİ UMUTLAR YENİ BİR HAYAT 1965 senesinin Ekim’inde sicimden akarcasına yağan bir yağmur altında bir kamyon dolusu insan Karamanlı’yı terk etti. Babam annemi ikna etmeye çalışırdı. Anneme Bafra’nın ekmeği bol, sana orada gazoz içireceğim derdi. Annem gitmek istemiyordu Bafra’ya. Oranın sıcak, suyunun içilmez havasının iyi olmadığını sıtma hastalığından insanların öldüğünü duyduğunu anlatırdı. Hep ağlıyordu annem. Yağmur damlalarına karışan gözyaşları, yüzyıldır yurt olan bu insanların toprağına bıraktığı bir ağıttı. Ekmek için, aş için, su için, urba için, ayakkabı için, tahsil için çıkılan bir ayrılıştı bu. Yaşadıkları toprak normal bir yaşam sürmelerine yetmiyordu. Neleri var neleri yok satmışlardı. Yeni bir yurt arayışıydı bu. İlk duraktı, belki de yeni bir göçün başlangıcı. Annem artık çaresizlik içinde ayaklarındaki acıyı dindirmek için orakla kestiği ayağının, altına üstüne sardığı entarisinden yırttığı çaput, yırtık ayakkabılarından dışarıya taşmış bir ejderha başı görünümü veriyordu. Yoksulluk diz boyuydu. Ben fakirlik sözcüğünü ne zaman duysam hep o yıllar ve Karamanlı gelir usuma. Dört-beş Düz ailesi yatağını yorganını tenceresini tavasını almış bir kamyon kasası kadar variyet etmişti. Soyadı “Düz” olanların büyük kısmı, ayrıca “Erdem” olanların az bir kısmı, bir kamyona doluşuldu. Hiç bilmediğimiz düşleyemediğimiz bir yere doğru gidişti bu. Denizi gördük, ımşıklı kentlerden geçtik. En son bir güzel şehrin güzel bir binasının önünde açtık gözlerimizi. Evimize geldiğimizi düşünmüştük. Değilmiş. Otelmiş. Odalarında salonlarında dolaştık, yabancılık çektik. Sonra ertesi günü Girne köyüne gittik. Yaz geçti, kış geçti, yağmur yağdı sel bastı, aylar yılları eskitti. Çocuklar büyüdü. Dedeler bu dünyadan göçer oldu. Sıkıntılar, acılar ve yeni bir yurt yaptık kendimize çorak toprakları. Okullara gittik. Oranın insanıyla kaynaştık. Kız aldık, kız verdik. Yalnız Aybastı hep özlemle hasretle yüreğimizden hiç ayrılmadı. Ne tam tam Bafralı olduk, ne de Aybastılı. Bafra’ya gidenler in bir kısmı oradan da savruldu, rüzgarın önüne kattığı yaprak gibi, ülkenin başka başka yerlerine, şimdi herkes ayrı yerde herkes birbirine yabancı. Bizim sülale gibi, nice insanlar, Aybastı’dan göç ettiler bizden sonra, bu bilinemez. Ancak hala Aybastı göç vermeye devam ediyorsa, bu işte bir sorun var demektir. O günden bugüne ne değişti ? O günlerden ne kaldı, nasıl bir yerdir nasıl bir yaşam vardır bu topraklarda: MÜKEMMEL BİR HAYAT Aybastı, Canik’te bir yağmur damlasıdır. Hayat kaynağı bir vadinin özünde sesiz bir kavak yelidir. Bulunduğu coğrafya henüz tam olarak keşfedilmemiştir: Irmağıyla ormanıyla, dumanıyla, çiğsiyle, yaylasıyla, güzlesiyle bir güzelliğin ebrusudur. Aybastı’ya gidip de yaylasına gitmemek eksik kalmış bir yolculuk gibidir. Yayla; ormanların ötesinde geniş otlaklar ülkesidir. Bahar gelip de hayvan sürüleri, kışı arkalarını bırakır, çobanlar tarafından toplanıp, yükseklerdeki çayırlara yaz aylarını geçirmeye çıkarlar. Yaylaya çıkma nisan ayında gerçekleşir. Yaylada hayvanlar sağılır, peynir üretilir, ot biçilir, ekim ayının sonunda ilk kar düşmeden geri dönüş başlar. Şimdilerde bu gelenek değişti artık yolculuk motorlu araçlarla yapılır oldu. Her türden lokanta, pideci, kebapçı, Perşembe yaylası için de oldukça uygun koşullar sunmaktadır, konuklarına. Perşembe günleri kurulan pazar çarşısı, kasaplarında kekik kokulu kiloyla alınabilecek etler, mis gibi ekmekler, suyu. Her yıl temmuz ayının 3. haftası yapılan şenliklerde çevreden ve ülke içi ve dışından gelen insanlarla dolup taşan şenlikler. Kış sporlarına doğal pistler, pırıl pırıl havası, yemyeşil bir doğası, Bu dağların yaz havasını insan ciğerlerine çekti mi bütün hastalıkların uzaklaştığını hisseder. Bu yüzden sahil kentlerinden durumu iyi olanlar buralarda geçirirler. Bütün yıl yaylada olanlar çok sağlıklı olur. Eskiden, Kasımdan nisana kadar kar iner. Hayvanlar da bu aylarda içerde ahırlarda kalırdı. Bahar gelip de güneş açtı mı mis gibi kokan yemyeşil bir halı olurdu yeryüzü. Hayvancılık için mükemmel bir ortam, çocuklar için cennettir. Hala gözümü kapadım mı çayırlardan bizim eve uzanan her renk çiçeğin kokusunu duyarım. İneklerin verdiği sütün tadını, mandaların derede suyun içinde çamurla güreşini, tereyağını o keskin kokusunu alırım. Samanlar çiçek, süt, yağ çiçek kokardı. Bütün yiyecekler çok kalitelidir. Anılarımda vadiyi bölen bir yanında karanfillerin açtığı Bolaman çayı, çayır bırakan çayın sesini hissederim. Irmağın yatağına kayalarla set çeker, güneşin keskin ışıkları altında eğleneceğimiz bir gölet yapardık. Gümüş yapraklı kavaklar, tepelerinde bulutlar çekildikçe görünüp kaybolan dik yamaçlar… hep hatırımda. Yazın bile kaybolmayan kar ve yemyeşil çayırlar dekorun ana malzemesi oluyor. Bu yöre anlatmakla bitirilmez. Ancak tarihe bir göz atarsak neler çıkar karşımıza. ANTİK NEHİR: SİDENOS Bolaman- Sidenos ( Polemônion)Çayı : Sidene(Fatsa- Bolaman arasındaki güzel ormanlık ova, kale) yöresinden geçen çayın adıdır Adını, Romalılar tarafından Pontus kralı tayin edilen Pythodoros’un oğlu, Polemôn(MÖ: 37- MS : 8)’ dan alır. Polemôn, Romalılar döneminde kral olarak atanan Laodikealı(Denizli –Pamukkale arasındaki kent)bir zengindir. M.Ö: 64’te Romalılara teslim olan Pontos’un son kralı. Çay, daha önceleri adını, ırmağın denize döküldüğü yerde bulunan Side kenti ve bulunduğu yerdeki Sidene ovasından alırmış. Batısında balıkçı barınağından irice küçük liman, doğusunda plaj ile şirin bir köy görünümündedir. Sahilde kale kalıntıları vardır. Kalenin üzerinde üzerinde konak vardır. 18. yüzyılda yapılmış ahşap bir konaktır. Binlerce yıl önce Bolaman ırmağı vadisinde görülen Akdeniz ikliminin etkileri günümüzde de kimi bitki örtülerinde kendisini belli eder. Çok zengin bir bitki örtüsüne sahiptir. Devedikeni, çan çiçeği, ballıbaba, çiğdem en önemli bitkilerdendir. Elekçi ve Bolaman çayının her ikisinden 100 yıl önce sadece kayıtlara geçmiş avlanan balık miktarı saçmayla, yıllık ortalama 200 kg.dır. Balık çeşitleri olarak; sazan, yayın, bıyıklıbalık, kızılkanat v.s Bıyıklı balık, silindir şeklinde, küçük ebatta yüzgeçleri olan, küçük ince pulludur. Eti lezzetlidir. Yumurtalarını ilkbaharda döker. Genelde taşların ve kayaların altına gizlenir; fakat açgözlülüğünden dolayı her yerde gezinir, böylece kolay yakalanır. Boyu kırk santimi geçmez. Berrak ve hızlı akıntılı sularda yaşar. Sazan; doğdukları sulardan uzaklaşmazlar, hatta yumurtlama döneminde bile başka yere gitmezler. İri pullarla kaplı, başı orta büyüklükte, kuyruk yüzgeci çatal şeklindedir. Ağzı küçük ve dişsizdir. Nisan ayından itibaren yumurtlar. Yayın, çok büyük bir balıktır. Derisi pusuz ve kaygandır. Başı geniş ve üst tarafı basıkçadır. Ağzı da çok geniştir. Yayın; üst çenesinde iki uzun bıyık vardır. Alt çenesinde daha kısa dört bıyık vardır. Gözleri birbirinden ayrık ve küçüktür. Yayın derin sularda, girintili çıkıntılı yerlerde bulunur. Çok açgözlü, yakaladığı her şeyi yer. Söğüt köklerinin arasında ve kovuklarda yaşar. Mayıs ve haziran aylarında yumurtlar. Kızılkanat; ağzı küçük ve burun ucu yuvarlaktır. Yıldızlı saman rengindedir. Irmakların yukarılarına çıkmaya çalışır. Erkekler önden, dişiler de onları takip eder. Eti pek makbul değildir. İkbaharda yumurtalarını otların üzerine bırakır. Bir çok uygarlığa ev sahipliği yapmış Bolaman vadisi zengin bir kültür mirasına da sahiptir. Bunun en önemlilerinden birini de geleneksel yemek çeşitliliği oluşturur. İç kesimlerde tahıl ürünlerine dayalı et yemekleri ağırlıktadır. Zengin bitki örtüsü ile kaplı olması, mutfak kültürünü doğrudan etkilemiştir. Yörede genel olarak; otsu bitkiler, ot yaprakları, diken uçları, sebzeler ve mantarlar bulunu. Yaz mevsiminde bunlar taze olarak tüketilir. Kışlık yiyecekler, turşular, pekmezler, reçeller, kompostoluk ve çerezlik olarak hazırlananlar, yaylasında, hayvancılığa bağlı olarak beyaz peynir, çökelek yapılır. Fındıktan yapılan çeşitli ürünler yapılır. BUGÜN YEMEKTE NE VAR Bolaman Vadisinde yapılan yemek çeşitlerinden bazılarına bir göz atarsak: Pazar günlerinin vazgeçilmezi; yağlı, her türlü yahni, er türlü güveç, muhallebi, içli tava, Kaygana, yumurtalı soğan, muhlama, patlıcan, fasulye diblesi, hamsi ızgara, sebzeli buğulama, menevcen- melocan(dikenucu) kavurması, fasulye turşusu, mısır ekmeği, pazı, ısırgan çorbası… Pilaki, pirzola, pazı dolması, mısır çorbası, kabak tatlısı, yumurtalı pırasa, karalahana çorbası, karalahana dolması, su böreği, pazı kavurması, keşkek, bulamaç, Meyvelerden; ceviz, kestane, fındık, kekik, ıhlamur, nane, taflan yaprağı, kuşburnu, yayla papatyası, ısırgan, yağlaş. Burada tarihin gizli sayfalarında kalan ir konuyu aktarmak istiyorum. NALININ İKİNCİ TEKİ CANİK’TE BULUNMUŞ Osmanlının son yıllarında, Osmanlı basını ‘nalın’ olayına yer verir. “Paygamberin nalınının ikinci teki Canik’de bulunmuştur.” Bu haber Osmanlı basınında uzun süre yer alır. Canik’te bulunan ikinci nalın, kutsal emanetlere eklenmek üzere, Canik’ten Samsun’a katır sırtında yola çıkartılır. Samsun’daki özel törene din adamları, medrese öğrencileri, hatta yüksek dereceden askeri ve sivil devlet görevlileri katılır. Hükümet, nalının tekinin başkente getirmesi için özel bir heyet oluşturur. Nalının getirilişi olağanüstü ilginç ve heyacan vericidir. Koyun sürüleri, kutsal nalını taşıyan katırın ardına takılarak, uzun uzadıya ve hazin hazin melerler. Kötürüm bir ihtiyar nalın sayesinde yeniden ayaklanır. Dört yaşındaki kötürüm bir çocuk ise nalının örtüsünün yıkandığı kirli suyu içerek yürümeye kavuşur. Aybastı ve Canik tarihsel, kültürel ve sosyolojik olarak araştırılmaya öğrenilmeye muhtaç bir coğrafyadır. Bu yörenin çok boyutlu araştırılması yöre insanın katkı vermesiyle gelecek kuşaklara aktarılacaktır. Köksüz bir kuşak yarınsız bir kuşak olacaktır. İskenderun- 07.07.2010
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © kemal düz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |