Barışı bulacağız. Melekleri duyacağız, göğün elmaslarla parladığını göreceğiz. -Çehov |
|
||||||||||
|
Ortadoğunun Dünya tarih sahnesinde aktif rol almaya başlaması şüphesiz çok eski tarihlere dayanmaktadır. Hatta insalığın menşei olarak kabul edilir. İslam peygamberinin ilahi mesajının ilanı ile birlikte, bu bölge yeniden şekillenirken, şekillenmeye başladığı günden bu güne kadar bir türlü sükunet bulmuşta değil. Ortadoğu sanıldığı gibi İslam tarihi ve medeniyetinin şekillendiği süreçte rahat bir süreçte geçirmedi. Araplar, islam hakimiyeti adı altında yüzyıllar boyu aynı dinden olan kardeşlerin kanını akıtmayı, iktidar olmak uğruna ihmal etmezken, dıştan gelen akımlara karşı varlığını sağlam temellere dayandırarak gösteremediler. Geçmişteki islami savaşlar, dini amaçlar içinmiş gibi gösterilse de bu savaşların temel esprisi, iktiar olmak, ganimet toplamak veya başka çıkarlar için din araçsallatırılmıştı. Nitekim 20. Yüzyıla kadar islam dünyasında Batılı anlamda uluslaşma düşüncesi başlayınca, geçmiş tarihlerindeki savaşlar nedenlerini yeni bir kimlikle sürdürmeyi başardı. Esasında bu nedenlerin arkasındaki asli amaçlar, pek farlı değildi. Böylece geride bıraktığımız yüzyıldaki Müslüman halkların kendi aralarındaki savaşları, Batı dünyası ile yapılan din savaşlarından çok daha fazla kanlı ve acımasız olmuştu. Yüzyıllarca islam dünyasını yönettiğini büyük bir övgü ile anlatan Türkler bile, Osmanlı imparatorluğunun, anadoludaki aynı din ve ırktan olan Türk beyliklerini nasılda kılıç gücü ile ortadan kaldırdıklarını tarihe notlar düşerek anlattılar! Bu iktidar savaşı serüveni bugün bu coğrafyada hala devam etmektedir... Şurası kuşku götürmez bir gerçekliktir ki İran islam devrimi adeta bütün dünyayı sarsan, beklenmedik bir Tsunami oluşturdu. Oluşan bu Tsunami'nin ilk dalgası, Rusya-Afganistan ile İran-Irak savaşlarını getirdi. Takriben 10 yılı bulan her iki savaşın sonlanmasından sonra, ikinci dalgası geldi. İkinci dünya savaşından sonra oluşturulan kontrollü soğuk savaşın 1990 da son bulması ile başlayan bu dalga, nihayet üçüncü ve en esaslı olan dalgayla bugün Arap baharı diye adlandırılan, islam dünyasındaki köklü değişimin ivme kazanması ile kendini hala gösteriyor. Üçüncü dalganın etkisi ile elbette ''Arap İslam dünyası içinde bulunduğu ortaçağından çıkacak.'' Değişimin Domino etkisi yarattığı belirtilen bölgelerin(Ürdün hariç! Ki bugünkü Ürdün Krallığı ayrı bir çalışma ile ele alınmalıdır.), tarihsel perspektifine baktığımızda. Bugünün Güney Akdeniz sahillerindeki siyasal islam fay hatlarının yeniden harekete geçmesindeki en etkili ve iktidardaki dikta rejimlerce, basınca en fazla maruz kalan coğrafya, 12. yüzyılda Eyyubiler tarafından sonlandırılan Fatımi imparatorluğu coğrafyası olduğu görülecektir. Sözkonusu bölgelerin Tarihi haritalarına aşina olanlar, görecektir ki Eyyubilerin hakimiyetine son verdiği Fatımi egemenliğindeki coğrafya, az bir farklılıkla o dönemden kalan coğrafya üstünde şekillenmektedir. Sosyo-ekonomik ve Stratejik olarak Kızıldenizin iki yakası müşahade edildiğinde, bu durum daha kolay anlaşılacaktır. Keza Akdenizin doğu yakası da aynı öneme ve bundan dolayı, yine o hedef doğrultusunda istilaya maruz kalındığı görülecektir. Şurası da unutulmamalı ki ABD Tarafından Türkiyeye biçilen rol ve islam dünyasındaki ikinci el yönetim hevesi, verilmek istenen görevin daha kusursuz ifa edilebilmesi için bu bölgeye açılan kapıyı/Suyire ve Lübnan/ edilgen kılmaktan geçer. Diğer anlamı ile ''Stratejik derinlik!'' Bunun için Türk dışişlari bakanı A. Davutoğlu, 2012'nin ilk günlerinde Tahran'a bir ziyaret gerçekleştirdi. Bu ziyaretin asıl hedefi iki ülke arasında iyi niyet ve karşılıklı diyalog gibi bir amacı taşıdığı söylense de Türkiyenin uluslararası politik tavrı ve ABD'nın Stratejik ortaklığının yüklediği misyon açısından, daha farklı alıglanmalı ve çok önemsenmeli! İslam dünyasında büyük değişimlerin kaçınılmaz olduğu bir süreçteyiz. Mısır, Tunus, Fas Libya (Ürdün hariç!?) Akdeniz kıyısındaki sahil devletlerinde Meşşai gelenekten gelen edilgen islamcı akımlar iktidara taşınıyor. Geçmişin Fatımi egemenliğindeki coğrafyasıyla aynı paralele denk gelen bu devletler zincirinin halkasını, şu an için Lübnan ve Suriye'nin uzlaşmaz tavırları bozuyor. Lübnan islami mukavemeti ise Rahmetli H. Sabbah'ın sebat çizgisine olan benzerliği ile batı için işi daha da zor hale getiriyor. Lübnan ve Suriye ile kısmen Iraktaki direnişci ruh, ABD'nin Modern zamanların Eyyubi İmparatorluğu adına (ki buna neo-Osmancı islamda denilir), Türkiyeye biçtiği rolün tam olarak ifa edebilmesi için 13. yüzyıl Batı dünyasına gerekli olan bilim ve kültür ganimeti iken, bugün batının şiddetle ihtiyaç duyduğu, Enerji ve hammade ile birlikte, 12-13. yüzyıldaki birinci dönem ganimeti ile inşaa ettiği medeniyetine tehlike oluşturan, bölgenin katkısız islami damarın kendi(Batı) şovenist medeniyetini sonlandıracak bir akımın hala iktiardan uzak tutulması başarılmış olsada, Arap ortaçağının sona ermesi ile rüştünü ıspatlayacağını bildiğindendir. Yazık ki Selahaddin Eyyubinin, Ezherdeki islami geleneği Emevi islamına ilga etmesine karşılık düşen bedel, Arap dünyasının bugüne kadar ortaçağdan çıkmayı başaramaması oldu. Bugün bu bölge, tekrar kendi tarihine yaslanarak atağa geçmişken, batının kendi hedeflerine hizmet edecek edilgen islamda ısrar etmesi, meseleyi daha iyi anlamamıza yadımcı oluyor. Şimdi akıllara takılan esas soru şu. Dünyaya tekil egemen olmak isteyen gücün temsilcisi olacak iki farklı akımın hangisi önce sıcak savaşı başlatacak? Sorusudur. Gerçi 21. Yüzyılda ikiden fazla kutuplu dünyadan bahsediliyorsa da bunun böyle olmadığını, insalık tarihinde her zaman iki ana akımın(Hak-Batıl) varlığı ve savaştığı, diğer farklı kutupların ise bu iki kutuptan birine mutlaka endekslendiğini hatırlatmakta fayda var. ABD'nin özellikle 2. Dünya savaşından bu güne dek yapmış olduğu barbarlığı, burada anlatacak değiliz. Ancak barbarlığını ifa ederken, her zaman saldıran taraf olduğunuda unutmamak gerekir. Peki ya İran? Bize göre İran hakkında yaplan siyasal değerlendirmelerin miladı islam devrimi tarihidir. İranın bu islami devrim miladı ile birlikte kendi siyasal misyonunu islam tarihine endekslemeyi şiar edinmiş bir Velayet Felsefesi var. Öyleyse, olası bir 3. Dünya savaşını kim başatacak? Bu sorunun cevabını burada aramak lazım kanaati hasıl oldu. Geçmişe doğru tarihin zaman tuneline girdiğimizde, ''İmam Ali'nin, hiçbir savaşta gerek ferdi ve gerekse mahiyetindeki askerlerine ilk önce kendisinin saldırıyı başlatan taraf olmadığını ve amma başlatılan savaşta asla sırtını düşmana dönmediğini, hatta düşman güçlü ise onun göğsüne doğru sokulmayı öğütleyen bir kahraman olduğunu'', bu cümleden Ahmedinejat'ın Latin Amerika gezisini böyle değerlendirdiğimi bilmenizi istedim. İslam dünyasında anlaşılmakta zorlanılan esaslı sorun, hakkı temesil eden tarafın kriterlerini ne ile belirleyeceğidir. Bunun için olsa gerek imam Ali-a.s-'in; ''Sen önce hakkı tanı, sonra hak üzere olanları tanırsın. Önce batılı tanı, sonra batıl üzere olanları tanırsın'' sözünü, gerek hakkı ve gerekse batılı tanımak açısından, tahlil edilmesini zorunlu kılıyor. Bunu da böyle düşünmemizi gerektiren neden ise ''İran, Ehl-i Beyt öğretileri doğrultusunda, tarihe not düşerken, güce tapıcılar karşısında hataya düşmek lüksüne sahip değil.'' Zira böyle bir hatayı, batıl tarafınca, İran'ın şahsında İslama mal etmeyi bilecektir. Gerek dün ve gerekse bugün Müslümanların anlamakta zorlandığı esaslı meseleden birde bu olsa gerek. Nitekim 14 asır boyunca, islam adına gücü elinde bulunduranlar bunu başaramamışlardı. Şu ana kadar yaşlı bilgenin dudakları arasında çıkacak olası ham bir cümlenin arayışı içinde olan karşı, Devrim önderi Rahmetli İmamdan bu yana yirmiiki yıllık bekleyişinde beyhude olduğunu anlamış olmalı ki bir kez daha savaş tamtamlarını çaldırıyor. Ancak savaş tandırı tutuşursa, onu kimin söndüreceğini söylemek için vakit erken. Wesselam. Muhammed CAN 11-01-2012
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Muhammed CAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |