Mermere sıkışmış bir melek gördüm ve onu özgürlüğüne kavuştuncaya dek mermeri oydum -Mikelanjelo |
|
||||||||||
|
Tutuşmuş yakıt kalıntıları, son demlerini vuran ateş parçacıklarının, küf kokusu ve kül taneciklerinin, duman ve is bulutlarına karıştığı göz harelerinin arasında kapıyı çekti. Büyük bir gıcırtıyla açılan kapıdan ayağını uzattı. Oturduğu yerde dönerek kapsülün sol yanındaki panelden kaskına kadar uzanan kablo ve boruyu çekip çıkardı. Beyaz botları, uçsuz bucaksız bir kara parçasına değince hışırdadı. Nefes almakta zorlanıyor, hızlı kalp atışları beyaz tulumun içerisinde yankılanıyordu. Kaskın camını açtı. Gün ışığı uzak tepelerden retinasına işlediğinde, beyazlamış, katran kaplamış gözbebeklerinin sulanan, büyüyen yuvarlaklarını bir kenara itip, sol ayağını da yerküreye bastı. “Nerede tükettin ömrünü? Bir hareketin hatırası, bir tutkunun işareti, bir maceranın parıltısı, güzel ve firari bir cinnet-geçmişinde bunların hiçbiri yok;hiçbir sayıklama senin ismini taşımıyor, seni hiçbir zaaf onurlandırmıyor. İz bırakmadan kayıp gittin; senin rüyan neydi peki?” Yeniden çalışmaya başlayan ve sürekli sinyal sesinin yankılandığı kapsüle geri dönüp, lambası yanıp sönen alete sağlam bir tekme indirdi. Kaskı başından çıkarmaya çalıştı. Birkaç deneme! Hayır, çıkmıyordu. Tüm gücü tükenmiş halde arkasına döndü. Kapsül olduğu yerde yanıyor, arkasında lacivertleşen gök, gayet tanıdık takım yıldızları, yine misafir etmeye hazırlanıyordu. “Kökeninde aldatıcı ve yıkıma mahkum olmayan hiçbir "yeni" hayat görmedim şimdiye kadar. Her insanın zaman içinde ilerleyip bunaltılı bir geviş getirmeyle kendini tecrit ettiğini, yenilenme niyetine de ümitlerinin beklenmedik yüz buruşturmasıyla karşılaşıp kendi içine düştüğünü gördüm...” Güneşin hareleri kaskın göz hizasında kalan camında yansıyor, buğday başakları sarımsı parıldıyor, anlamsız bir düzlüğü, anlamsız bir renk sadeliğine sürüklüyordu. “Dünya her adımda ümitlerimizi geçersiz kılar. artık bilgelikten başka tehlike kalmamıştır.” Nerede olduğunu anlamaya, bir rüyadan uyanıp uyanmadığını, ya da bir reankarnasyonun ortasında bulunup bulunmadığını bilmeye çalışıyor, kendi kendine sürekli sayıklıyordu: - Çok sıcak! Dayanamıyorum. Hışırdayan adımlarını güçlükle yeniliyor, burun deliklerindeki tıkanıklığı gidermek için daha hızlı soluk alıp veriyordu. “Eğer dünyadaki konumumuzu doğru olarak anlayabilseydik, eğer kıyaslamak yaşamaktan ayrılmaz olsaydı, varlığımızın minicikliğinin açığa çıkması bizi ezerdi. Ama yaşamak kendi boyutlarına karşı körleşmektir.” Midesinin ağrıdığını hissetti. Ve susuz kalmış dudaklarına tuz sürmek istiyor, toprağa eğilip dokunuyor, eldivenlerinin kalın ve şişkin kumaşından dolayı eline alamıyor, yürümeye devam ediyor, soluklanıyor, etrafına bakınıyor, parıldayan ve solmaya yüz tutmaya başlamış gün ışığına gözlerini değdiriyor, sonra geri çekiyordu. “ Zaman boşluğunun önünde yürek boşluğu: Karşı karşıya birbirlerine yokluklarını yansıtan iki ayna, iki hiçlik görüntüsü.” Sibirya’nın bu engin durağan ovaları, uzaklarda buzullara ev sahibi yapan sıradağların gölgesinde solgun başaklarını rüzgarlara salıveriyor, çamur birikintilerinden bataklıklara dönüşmüş engin birer yeni kıta yaratıyordu. “Hayatın anlamı yoktur, olamaz da...” Zihninden gelip geçişen anlamsız kelimelere Emil Michel Cioran’ın dizeleri karışıyordu. Atmosferin en üst tabakasında gördüğü karanlıktan daha acı bişey varsa, şimdi tanımlayamadığı bu an olmalıydı. "Bir inanç için acı çekmiş olandan daha tehlikeli varlık yoktur: en büyük zalimler, kafası kesilmemiş mazlumlar arasından çıkar." Zihni yankılanıyor, uzay kaskı şakaklarını daha fazla zorluyor, damarları bir bombardıman uçağının geçişi gibi hareketleniyor, sonra diniyordu. Durdu, kaskın iki yanından, cam ve içlik olarak giyindiği berenin kenarlarından sarkan beyazlığı anlamlandırmaya çalıştı. Zorladı. Bir. İki. Kaskı çıkardı. Ve yaşarmış gözleriyle olduğu yerde çöktü. - C.C.C.P. (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği) Saçları. Sarı saçları bembeyazdı. - Hazır mısın Sophie? Son dokuz… Sekiz… Yedi… Nefes alamıyor, kurumaya yüz tutmuş bir nehir gibi bekleyen gözlerini açamıyordu. “Evren, hüznümüzün bir yan ürünüdür.” Durağan bir iklimin tam ortasında, rüzgarsız ve hışırtısız otlarında yürüyor, gün dönümünü elleriyle itiyor, adımlarını hızlandırıyordu. Olanca gücüyle bağırıyor, topuklarını kanatırcasına dövünüyordu. - Herkes nerede? Lanet olsun, herkes nerede? “Fiiliyatımızın kaynağı, kendimizi zamanın merkezi, nedeni ve sonucu zannetmeye bilinçsizce meyilli olmamızdır. Reflekslerimiz ve gururumuz, teşkil ettiğimiz et ve bilinç parçasını bir gezegene dönüştürür. Eğer dünyadaki konumumuzu daha doğru anlayabilseydik; eğer kıyaslamak yaşamaktan ayrılmaz olsaydı, mevcudiyetimizin ufaklığının açığa çıkması bizi ezerdi. Ama yaşamak, kendi boyutlarına karşı körleşmektir.” Avuçlarıyla toprağı eşeledi, bir ayak izi, bir yaşam belirtisi arıyordu, birkaç karınca ve bir kunduz deliğinden başka tek bir şey yoktu. Bitkiler sarımsı kabuklarını akşamüstü turuncusuna armağan ediyorlardı. Zihni, bir tenekenin içine atılan kum taneleri gibi çarpışıyor, ama gürültüsü dışarı çıkmıyordu. - Bu görev senin Sophie, tüm Dünya için. Altı… Beş… “Değer yaratan insan, tam anlamıyla sayıklayan varlıktır; bir şeyin var olduğu inancından mustariptir, oysa nefesini tutması kafidir: Her şey durur.” Şimdi Yerküre olanca yerinde duruyor, her şey soluyor, her şey yerini bir karanlığa bırakıyordu. Durmadan koşuyor, çıkardığı kaskını elinden bırakmadan bir şeyler arıyordu. Tek bulabildiği şey: Uçsuzluk. “Bütün varlıklar mutsuzdur; ama ne kadarı bunu bilir?” Şimdi ne yerini, ne bulunduğu zamanı, ne de ne olacağını bilmiyordu. Bir rüyadan uyandığını, ama rüyada ne gördüğünü, uyandığı yeri, zamanın nasıl bölündüğünü bilmeden ve anlamadan sadece koşuyor, ne aradığını, bu lanet olası toprak parçasının neden böylesi ıssızlaştığını kavramaya çalışıyordu. “Halbuki gözlerin işlevi görmek değil ağlamaktır; gerçekten görmek için de gözlerimizi kapatmamız gerekir.” Gözbebekleri küçülüyor, acıyor, kapanıyordu. Güneşe doğru koşarken, zihninde Kiev caddelerinde topuklu ayakkabılarıyla ritim tuttuğunu hatırlıyordu. Kalabalıkların ortasında oradan oraya yetişmeye çalıştığını, metro vagonlarını, Joseph Stalin Kitap Sarayı’ndan aldığı son kitabı… “Hakikaten yalnız varlık, insanlar tarafından terk edilmiş olan değil insanlar arasında acı çekendir.” Zihnindeki apartman daireleri birer birer boşalıyor, koltuklar, sahanlıklar, parkeler, fayanslar çürüyor, kahverengiye bulanıyor, kolon ve kirişleri çatırdıyordu. “Dünya her adımda ümitlerimizi geçersiz kılar. Artık bilgelikten başka tehlike kalmamıştır.” Kilometrelerce yol yürüdü. Bir tek insan silüeti arıyordu fakat, artık harcayacak enerjisi kalmamış, gökyüzü hızla karanlığa bürünmeye başlamıştı. Toprak çoraklığa bürünmüş, inceden inceye yükseklerden aşağı süzülen kar fırtınalarına hazırlık yapar gibi, suratına çiğ taneleri çarpmaya başlamıştı. Toprak uyuyor, sadece uyuyordu. “Zaman boşluğunun önünde yürek boşluğu: karşı karşıya birbirlerine yokluklarını yansıtan iki ayna, iki hiçlik görüntüsü.” Bir çığlık kopardı. Sonra bir tane daha: - Herkes nerede? Diye sorarken hıçkırıklara boğuldu. “Hayat: koordinatları belli olmayan bir alan üzerinde kopartılan patırtıdır, evren ise sara hastalığına tutulmuş bir geometri.” Soluğu yavaşlıyor, sesi tutuklaşıyor, çoban yıldızı karanlığın ortasında beliriyordu: “Kendi kendine günde bin kere "Şu dünyada hiçbir şeyin kıymeti yok," diye tekrarlamak; kendini ebediyen aynı noktada bulmak ve bön bön, bir topaç gibi fır dönmek... Zira her şeyin beyhudeliği fikrinde ne ilerleme vardır, ne de bir sonuca varma; bu geviş getirme içinde ne kadar uzağa gidersek gidelim, bilgimiz hiç artmaz: Şimdiki haliyle de, başlangıç noktasındaki kadar zengin ve o kadar hükümsüzdür. Devasızlık içinde bir duruş, zihnin bir cüzzamı, hayret yoluyla varılan bir ifşaattir. Bir ilhama maruz kalan ve bundan çıkıp bulanık ve konforlu durumuna hiçbir yolla dönmeden o ilhamın içine yerleşen geri zekalı biri, bir budala; kendine rağmen evrenin değersizliğini idrak etme yoluna kişinin durumu budur işte. Geceler tarafından terk edilmiş ve onu soluksuz bırakan bir aydınlıktan mustarip olduğu için, o bir türlü bitmeyen günü ne yapacağını bilemez. Işık, olmuş olan her şeyin öncesindeki gecenin dünyasının hatırasına zarar veren ışınlarını göndermeye ne zaman son verecek? Korkunç yaratılışın öncesindeki dinlendirici ve sakin kaosun, ve daha da tatlısı, zihinsel yokluk kaosunun miadı nasıl dolmuştur!” - Neredeyim ben? Lanet olsun, neredeyim ben? Çocukluğunu, sarı saçlarını, iki yanda bağlanmış saç örgülerini, savaş uçaklarını, yırtılan nehirleri, gestapoların postallarını, Stalin’in bir duvarda asılı koca posterini, bir kanepenin üzerine atılmış kitapları, gıcırtılı tren vagonlarını hatırlıyor, gözünün önünden hızla geçiyor, dumanı ortalığa saçılıyordu. “Döşekte uzanır kalır ve saatleri sayarım; etrafta, kendimi mahvetmeye çağıran aletler, nesneler. Çivi fısıldıyor bana: kalbini del, çıkacak azıcık kan seni ürkütmemeli. Bıçak laf dokunduruyor: ağzım şaşmazdır: bir saniyede vereceğin kararla sefaleti de utancı da alt edersin. Pencere, sessizliğin içinde gıcırdayarak tek başına açılıyor: yoksullarla sitenin tepelerini paylaşıyorsun; atlasana, açılmamın değerini bil: göz açıp kapayıncaya kadar, kaldırım taşının üzerinde, hayatın anlamı ve anlamsızlığıyla beraber pestilin çıkacak. Bir ip ideal boynu bulmuş gibi, yalvarıcı bir gücün tonuna bürünerek dolanıyor: seni daima bekledim; senin korkularına, yılgınlıklarına ve hıçkırıklarına şahit oldum; buruşmuş örtülerini, kudurmuşluğunla ısırdığın yastığı gördüm; tanrılara taltif ettiğin sövgüleri işittim. Merhametli olduğumdan senin için üzülüyorum ve sana hizmetimi sunuyorum. Zira şüphelerine bir cevap ve ümitsizliklerinden bir kaçış bulmaya burun büken herkes gibi, sen de kendini asmak için doğmuşsun.” Merdiven basamaklarını hatırladı, bir insan ancak merdivenden çıkarken yorulabilirdi. Fakat yine de çıkmak ister, son basamağa dek mutlaka yürürdü. Merdiven bir hedefin, vazgeçilmez aracısıydı. “Bu dünyada önümüze geleni kabul etmemize neden olan, ama bu dünyanın kendisini bize kabul ettirecek güçte olmayan bir bayağılık vardır. Böylelikle hem hayatı boşlayıp hem de onun dertlerine tahammül edebilir, hem arzuyu reddedip hem de kendimizi arzunun aktığı maceralarda sürüklemeye bırakabiliriz. Varoluşa rıza göstermede bir nevi alçaklık vardır!” Oradaydı işte. Koştu. Tüm siyahlığa rağmen parıldayan eskimiş, çürümüş Grundig radyoyu buldu. Pilleri yerindeydi, akmış, yapış yapış olmuştu. Düğmesini çevirdi, hışırdıyordu: “Her şey, unsurlar ve fiiller, seni yaralamada elbirliği ederler. burun kıvırmanın zırhına mı bütünmelisin ? kendini bir tiksinti kalesinde tecrit mi etmelisin? İnsanüstü kayıtsızlıklar mı düşlemelisin ? zamanın yankıları seni son yoklukların içinde de mağdur edeceklerdir...” Olduğu yerde diz çöktü, çoban yıldızını karşısına alıp iki büklüm uzandı. Saçlarının avuç avuç kopan tanelerine aldırmaksızın yeniden ördü. Beresini kafasının altına koyup, gözlerini kapadı. “Hangi hünerlerin yardımıyla başka bir hayatın, yeni bir hayatın peşinden gidebilecek yanılsama kuvvetini bulabiliriz?” Şimdi zihninde bir Vietkong’lu çatışmada düşüyor, Berlin Duvarı yıkılıyor yenileri yapılıyor, hastalıklı çocuklar akbabalara yem oluyor, Çernobil patlıyor, Bir duvarın dibinde insanlar kurşuna diziliyor, Bağdat’ta bir kadın tecavüze uğruyor, Trenler çarpışıyor, Uçaklar düşüyor, Şehirler terk ediliyor, Göçmen kuşlar bir daha dönmemek üzere maviliklerin grilere bulanan yüzeyinde süzülüyordu. Radyo gecenin karanlığında, başucunda tüm gücüyle hışırdarken gözlerini hiç açılmamak üzere kapattı: - Burası Rusya’nın Sesi Radyosu, Ben Ivan Nikalov. İyi Akşamlar. Yayınımıza daha önce Dünya üzerinde görülmemiş, ilginç bir haberle başlıyoruz. Doğu Sibirya’nın Rötrosk bölgesinde beklenmedik bir olay yaşandı. Köylülerin arazi içerisinde bulduğu bir uzay kapsülünün bugün Dünya’ya düştüğü iddia ediliyor. Moskova Uzay Araştırmaları Merkezi, Sovyet Uzay Programı çerçevesinde 50 yıl önce, evet yanlış duymadınız, tam elli yıl önce deneme amaçlı uzaya gönderilen ve bir daha haber alınamayan, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği yönetimi tarafından üstü kapatılan bu olayda, Kozmosun derinliklerinde kaybolan bu kapsülün, bugün Sibirya’ya düştüğünü açıkladı. Bu olayı asıl ilginç kılanın ise, içinde bulunan ve kimliği tam elli yıl sonra bugün açıklanan Sophie Bershkova isimli kadın kozmonotun cesedinin hiç bozulmadan kaldığını, ancak kapsülden yaklaşık otuz altı kilometre uzakta bulunduğunun açıklanmış olması… Sophie Bershkova’dan geriye, sadece kıyafetleri ve kapsülün içerisinde bulunan Emil Michel Cioran’ın “Çürümenin kitabı” isimli başyapıtı kaldı. Soğuk Savaş yıllarının gizemlerinden biri olan “Kayıp Kozmonotlar” olayının aydınlanmamış noktaları Sovyetler’in yıkılışından sonra ancak bugün açığa çıkıyor sayın dinleyiciler. Bunun nedenini anlayabilmek için Soğuk Savaş’ın en sıcak günlerine geri dönmemiz gerekiyor. Bu yıllarda iki kutba ayrılan dünya üzerinde, her alanda müthiş bir yarış sürmekteydi ve iki taraf ta elde ettikleri her başarıyı kutsal ideolojilerine adamaktaydı. Nihayetinde yarışma kategorilerine uzay da ilave olunca; önce uzaya ilk insansız uydular gönderilmeye başlandı. Sonra buna hayvanlar da eklendi. Şimdi sıra insanlardaydı. Herkesin merak ettiği soru aynıydı: Uzaya ilk önce kim gidecek? Burada “kim” den kasıt; bir insanı canlı olarak uzaya gönderip aynı şekilde geri getirmeyi kimin başaracağıydı. Herkes bu sorunun yanıtını beklerken amatör telsizciliğe merak salmış iki İtalyan kardeş; Achille ve Giovanni Judica-Cordiglia, Torino’nun dışında 2. Dünya Savaşı’ndan kalma eski bir sığınakta kurdukları bir dinleme istasyonunda, Amerikan ve Sovyet radyo, telsiz sinyallerini dinlemekle meşguldü. İnternet ya da diğer haberleşme teknolojileri henüz gelişmemiş yahut da gelişme aşamasında olduğundan tüm Avrupa hava sahasını bu radyo sinyalleri kaplamaktaydı. Ama 1960 yılının 28 Kasım gecesi ilginç bir şey oldu. Bu iki İtalyan kardeş Dünya’dan gittikçe uzaklaşan bir sinyalden gelen SOS mesajını tesadüfen yakalamayı başardı. Bir uydu ya da uzay aracından gelen bu SOS mesajı mors alfabesiyle üç kere daha gönderildi fakat sinyal her seferinde daha da zayıfladı ve Dünya yörüngesinden biraz daha uzaklaştı. Sonunda ise kayboldu. Bu garip olay duyulunca, bir İsviçre radyosu kardeşlere radyo istasyonlarında uzay uzmanı olarak iş verdi. Onlar artık uzaya gidecek ilk insanın sesini kaydetmeye hazırdı. 2 Şubat 1961’de Sovyet frekanslarını tararlarken telemetri cihazlarına, başka bir yörünge kapsülünden gelen sinyaller yansıdı. Bu sinyaller güçlükle nefes aldığı belli olan birine aitti ve bu kişinin kalp atışları giderek yavaşlamaktaydı. Otuz dakika kadar süren bu sinyali kaydetmeyi başardılar. Daha sonra bu kayıtları dinleyen zamanın ünlü kardiyologlarından Prof. Dogliotti bunun ölmekte olan bir adama ait olduğunu belirtti. Bundan iki gün sonra Sovyet basınında, yedi buçuk ton ağırlığında bir uydunun dünyaya dönüşü sırasında atmosferde yandığı haberleri çıktı. Haberlerin içeriğinde bu bahtsız kozmonota ait bir ibare tabii ki bulunmadı. 12 Nisan 1961 tarihi geldi. İnsanoğlu nihayet uzaya çıktı. Yuri Gagarin uzaya giden ilk insandı. Kardeşler Gagarin’in uzay uçuşunu da dinlediler. Şanslılardı çünkü; Rus uydularının yörünge rotası Kuzey İtalya üzerinden geçmekteydi ve bu onların işini kolaylaştırmaktaydı. Diğer yanda ise Sovyet uzay programının başındaki isim olan Sergey Korolyov, aklına bu sefer bir kadını uzaya göndermeyi koydu. Bu aynı teknolojik imkanları kullanarak ve ekstra bir çaba göstermeden prestijlerini ikiye katlama fırsatıydı. Valentina Tereshkova… 16 Haziran 1963’te Vostok 6 aracı ile başarılı bir şekilde uzaya fırlatıldığında, Tereshkova uzaya çıkan ilk kadın olarak tarihe geçti. Ancak biz tekrar "acaba" sorusunu soraruyoruz çünkü Judica-Cordiglia kardeşler 23 Mayıs 1961’de başka bir Sovyet uzay aracına ait radyo sinyalini yakalamayı başarmışlardı. Bu onların en inanılmaz kaydıydı. Çünkü; bağlantı tekrar atmosfere girmeye çalışan bir uzay aracı ile dünyadaki kontrol merkezi arasındaydı ve seslerden birinin sahibi bir kadın kozmonottu. Kadın kozmonotun dramatik ses tonu bir şeylerin yolunda gitmediğini belli etmekteydi. Bağlantı bir süre sonra kesildi fakat onlar bunu da kaydetmeyi başarmışlardı. Kayıt tercüme edildiğinde işin iç yüzü ortaya çıktı. Anlaşıldığı kadarıyla kapsülün ısı kalkanları hasar görmüştü. Cihazlar tam anlamıyla düzgün çalışmamaktaydı. Kadın kozmonot endişe yüklü sesiyle kontrol merkezinden yardım almaya çalışmaktaydı. Isının gittikçe yükseldiğini söylüyordu. Kapsülün içi alev almıştı. Merkez kendinden emin bir ses ona tekrar yörüngeye girmeyi denemesini söylüyordu. Kozmonot ise umutsuzca soruyordu: Çarpacak mıyım? Üç gün sonra bilindik bir olay tekrar yaşandı. Sovyet haber ajansı TASS bir açıklama yaptı: İnsansız bir uydu atmosfere girerken yanıp, kaybolmuştu. Açıklamada belki de gerçekte uzaya çıkan ilk kadın olan bu talihsiz kozmonotun trajik sonundan bahsedilmiyordu. Kimliği bir sır olarak kalmıştı. Fakat bu olay batı basınının ilgisini çekmişti ve bu konu üzerine eğilirliyorlardı. Judica-Cordiglia kardeşler ise ünlü olmuşlardı. Corriere della Sera gazetesi bu konuda haberler yaptı. Bu haberler Rus basınında da çıktı. Sovyet yetkililere göre bu tür haberler onların başarılarını gölgelemeye çalışanlarca uydurulmaktaydı. Doğal olarak, bu iki amatör gencin iletişim bağlantılarına sızabilmesi Ruslar'ı kızdırmıştı. Bir gün kapılarına kendini muhabir olarak tanıtan biri geldi. Adam casus filmlerinden fırlamış gibiydi ve ağır bir Rus aksanı vardı. Gerçek sonradan ortaya çıktı; bu adam aslında bir KGB ajanıydı. Bu olaydan sonra İtalyan Gizli Servisi kardeşleri korumaya aldı. Belirtildiği üzere zaman Soğuk Savaş yıllarıydı. Her yeni gün; yeni haberler ve heyecanlar barındırmaktaydı. Basının kayıp kozmonotlara olan ilgisi kesildi. Aslında altmışlı yıllarda her iki tarafta da talihsiz kazalar meydana gelmişti. Uzay yarışı can almaktaydı ve hükümetler bazı olayları saklayamazlardı. Ay uçuşu için hazırlanan üç Amerikalı astronot basınç kabininde çıkan yangında can verdi. İçlerinden biri uzayda yürüyen ilk Amerikalı astronot olan Edward White'dı. Rus kozmonot Vladimir Komarov; test edilmeden alelacele uzaya gönderilen Soyuz 1 uzay aracı ile dünyaya dönerken, aracın paraşütleri açılmadığı için yere çakıldı. Vladimir Komarov resmi olarak bir uzay görevinde ölen ilk insandı. Ancak bugün, Dünya Uzay Tarihi’ni değiştirecek bu Kayıp Kozmonot Hikayesiyle yeniden karşı karşıyayız sayın dinleyiciler. Sibirya’nın Tatar dilinde “Uyuyan Toprak” anlamına gelen adı, bugün anlamını kaybetmiş gibi görünüyor… Yetkililerle yapılan görüşmelerde, Yarın Bölgeye hareket edeceklerini ve gerekli incelemelerde bulunacaklarını bildirdiler. Uzay boşluğunda tam elli yıl bozulmadan kalan bu cesedin, nasıl kaldığı merak konusu… Sophie Bershkova’nın cesedi, gerekli incelemelerin yapılması için, birkaç gün içerisinde Moskova’ya getirilecek… Radyo’nun sesi karanlıkta boğulurken, helikopterden inen eldivenli adamlar etrafında bir karadelik çemberi oluşturuyorlardı. Telsiz sesleri arasında, her şey karanlığa büründü, sadece kulağında Cioran’ın cümleleri yankılanıyordu: “Hayaletlere gönül vermiş bir toz zerresi: insan budur işte.” • Hikaye’de 60’lı yıllarda meydana gelen “Kayıp kozmonotlar” ve “Cordiglia Kardeşler” olayı tamamen gerçektir. • Replik olarak kullanılan tırnak içi bölümler, Emil Michel Cioran’ın “Çürümenin Kitabı” isimli başyapıtından alınmıştır.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hıdır Murat Doğan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |