"Hayranlığı o dereceye vardı ki; yere düştü ve kendinden geçti." -Fuzuli (Leyla ile Mecnun) |
|
||||||||||
|
Başlığa verilecek cevabın hemen insan ahlakı şekillendirir biçiminde olacağı rahatlıkla anlaşılmaktadır. Ancak bu cevabın kesinlikle doğru olmadığını söyleyebiliriz. Şöyle ki… Evet insan düşünen bir canlı olarak, ne yapmak istediğini sorgulayabilen bir üst organik hücresel ve bilinç yapısına sahiptir. Buradan bakıldığında doğal olarak insanın ahlakı ya da diğer tüm şeyleri şekillendireceği mantığı ortaya çıkmaktadır. Fakat insanın diyalektik evrimleşme sürecine ve de ortaya koymuş olduğu yaşamsal pratiklerine bakıldığında, insanın kendisine yetmediği realitesi açık şekilde görülmektedir. Örneğin istisna grup ve toplulukların dışında dünyanın büyük bir çoğunluğu, gerçek adalet sistemini hâlâ oturmadığı için, insanın ahlakı değil, maddi değerlerin insanı şekillendirdiğini ifade etmek mümkündür. Gerçek bir adalet sistemini oturtamayan insanın, değil ahlakı şekillendirmesi, kendi düşünebilme yetisini nasıl kullanacağının dahi farkında değildir. Tek farkında olduğu şey, egoist yapısını çok rahat bir şekilde aşırı derecede uyarıp, hem cinsine en büyük eziyeti yapan sadist bir kişiliğin var olduğudur. Demek ki, insanların büyük çoğunluğu henüz ahlakı ve diğer şeyleri şekillendirecek duygu, düşünce ve forumda olmadıklarını söylemek haksızlık değildir. Ahlak (Etik) ve Namus (Ar) olgusunu var eden nedenlere geçmeden önce, bu vb. kavramlarının ortak evrensel noktası olan insanca ve insani ölçülerde yaşamak olduğunu hatırlayarak devam etmeye çalışalım. Ahlak ve Namus her toplumda göreceli şekilde farklı kavramlar taşısa da, Deontolojik tespitlere göre her insanın maddi ve manevi açıdan çevresini rencide etmeden en makul şekilde yaşaması demektir. Peki.! Buna rağmen insan düşünen bir canlı olarak, neden sürekli ahlaksızlık ve namussuzluklarla boğuşarak yaşamaktadır? Ve üstelik bir türlü gerçek ahlak yapısını oturtamadığı için, bu ayıbın üzerini örtecek şekilde çeşitli kılıflar icat etmiştir. Örneğin namusu sadece cinselliğe indirgeyerek, kadının iffetinde aranmasında olduğu gibi. Bazı birey ve topluluklara göre ahlak ve namus aynı şeyler olarak görülürken, bazı düşüncelerde ise namus sadece cinsellik temelinde ele alınıp, ahlakı tamamen farklı davranış ve hareketler edimi şeklinde değerlendirilmektedir. Başta da ifade edildiği gibi her iki sosyal ve yaşam olgusu, ne kadar birbirlerinden farklı ya da aynı şekilde değerlendirilmiş olsa da, tüm insan edimleri ve yaşam düşüncelerini belirleyen temel ana kaynak, insanın anatomik yapısında biriken enerjiyle birlikte ortaya çıkan egoizmdir. Düşünsel ve kültürel olarak tam anlamıyla donatılmamış (Eğitim) insan, yaşamak için iş, ticaret veya sahip olma duygusuyla çok rahat bir şekilde egoizmin esiri olmaktadır. Dünya ülkelerinde yaşanan savaş ve huzursuzluklar bunun en açık kanıtıdır. Egoizm tüm canlı türlerinde olduğu gibi, insanın yaşayıp çoğalması için en temel içgüdüsel bir enerji mekanizmasıdır. Gel ki doğada tüm canlı ve cansız varlıklarda enerji birikimi mevcuttur. Örneğin toprak, su, taş, bitki vb. maddelerde enerjinin varlığı bilindiği gibi. Doğa varlıklarındaki bu enerji birikimi soğuk, sıcak, hava, gaz, ateş, koku, toz, katı, sıvı ve renkler şeklinde çevreye yayılarak başkalaşımlara neden olurlar. Daha hareketli canlı türler olan börtü böcek ya da hayvanlarda ise, günlük olarak açlığı giderme şeklinde başlayıp, korunma ve üreme biçiminde bir yaşam gösterirler. Buradan bakıldığında insanda diğer canlı türler gibi açlık, korunma ve cinsellik (Üreme) şeklinde temel bir edinime sahip olduğu halde, neden ahlak veya namus kavramını ortaya çıkarmaktadır? İşte tam bu noktada insanı diğer doğa varlıklarından ayıran en büyük özellik, anatomik yapısında biriken enerjiyle birlikte, düşünebilme ve egoizmin insanı ölçüsüz ve aşırı şekilde varlıklara sahip olma duygusuna sürüklemesidir. Ölçüsüz duygu ve enerjiye sahip olan kişiler, fizik ve zekâ gücünü buna ekleyerek, daha fazlasına sahiplenme egoizmiyle, büyük bir çatışma ve haksızlıklara sebep olmaktadırlar. İnsan bu ayıbını örtmek için de çeşitli kavram ve olgulara başvurmuştur. Halbuki insan düşünen bir canlı tür olarak, çeşitli saçma sapan dolaylı yollarla uğraşacağına, doğrudan maddi değerlerin adaletli ve üst insana yakışır şekilde paylaşımını gerçekleştirmiş olsa, ne ahlak ne de namus kavramı diye hiçbir şeye ihtiyaç duymayacaktır. İnsandaki bu doyumsuzluk egoizminin sürekli şaha kalkarak dışa vurum biçimini şu şekilde özetlemek mümkündür. Doğadaki tüm canlı ve cansız varlıklardan daha karmaşık ve üstün hücresel özelliklere sahip olan insan, anatomik yapısında biriken fazla enerji sayesinde sahiplenmeyi, diğer canlı türlerinden daha çok hissetmektedir. Bunu boşaltmak (Deşarj ve/veya Sirkülasyon) için en temel ihtiyaç duyduğu edinimse, cinsel açıdan tatmin olmaktır. Cinsel tatminin dışındaki rahatlama edimleri insanı tam olarak frenleyememektedir; Frenlemesi için çok geniş bilgi ve eğitim yapısına sahip olması gerekir ki, bazen bu da çözüm değildir. Sigmund Freud’un da belirttiği gibi insanın yaşamına yön veren ana kaynak cinsel enerjisidir (Libido). İnsan yaşamında bu kadar büyük etkiye sahip cinsel enerjiyi kullanma kuralları ve imkânı, kesinlikle akılcı ve bilimsel temellere dayandırılmalıdır. Bu yapılmayıp yalnızca insanların içgüdüsel ya da bir takım dini doğmalara göre şekillendirilmesi neticesinde, sonu gelmeyen ahlak ve namus tartışmaları başını alıp gitmektedir. Demek ki, insanın anatomik yapısında biriken enerji ve bu enerjinin etkisiyle şaha kalkan cinsel güdü ve sahip olma egosu, insani ölçülerde gerçekleşmesi için maddi değerlerin adaletli şekilde paylaşımını kesinlikle şart koşmaktadır. İnsan adaletli ve ilkeli paylaşımı bilmiyorsa veya çeşitli nedenlerle bencilce davranıp haksızlığı sürdürüyorsa, her zaman maddi varlıklar ahlak ve namus olgusunu ortaya çıkardığı gibi aynı doğrultuda insanı da şekillendirmektedir. İnsanı yaşama bağlayan egoizm, çevre ve çağın koşullarına göre disipline edilmeyip (Eğitim) hayvan sürüleri gibi kendi başına bırakıldığı sürece, ahlaksızlık ve namussuzluklar asırlar boyu sürüp gidecektir. Ve bunu hiçbir polisiye tedbirler önleyemez; önlememiştir de. Bazı dünya toplumlarının yaşam şekillerine bakıldığında bu gerçekler daha iyi anlaşılmaktadır. Örneğin insan nüfusu (Demografi) yaşadığı mekân ve maddi değerlerin yeterliliğine orantılı hareket gösteren ülkelerde, namus veya ahlak kavramı üzerinde çok fazla tartışma yaşanmadığı görülmektedir. Aynı şekilde çağın koşullarına denk gelecek eğitim ve kültüre sahip olunmasıyla, ahlak ve namus kavramları neredeyse güncelliğini yitirmiş durumdadır. Bu tür toplumlarda kişilik değerlendirmeleri ahlak ve namus olgusuna göre değil, sorunsuz adaletli çalışma ve insani bilinç yeterliliğine bakılarak ölçülmektedir. Kısacası ilkeli, adaletli, bilinçli ve egosu terbiye edilmiş toplumlarda, ahlak ve namus kavramına ihtiyaç bile duyulmamaktadır. Konunun gerçek özü bu şekilde olduğuna göre, namusu cinselliğe ya da doğrudan kadının davranışlarına indirgeyen anlayışlara biraz daha yakından bakıldığında, şöyle bir tarihsel ve sosyolojik gerçekle karşılaşılmaktadır. Namus ya da Ahlak kavramını cinselliğe ve de kadının çekiciliğine göre değerlendiren toplumlar, Ortaçağ Ataerkil mantığının bir ürünüdür. Çünkü Ortaçağ döneminde dünya yüzünde insan nüfusunun anormal şekilde çoğalması, bunun yanında temel maddi değerlerin sınırlı şekilde üretilip dengesiz (Adaletsiz) dağılımı, her türlü ahlaksızlığı doğurmuştur. İfade edilen çağda toplumsal yönetimler ve her türlü erk erkeğin elinde olduğu halde, kendi egoizmine gem vurmayıp, ahlak ve namusu kadının cinselliğinde görüp suçunu kapatmaya çalışmıştır. Buna dayanak olaraksa kadının fiziksel ve duygu çekiciliğini gösterip, erkeği her an yoldan çıkaran obje şeklinde değerlendirmesiyle, kendine göre bir ahlak ve namus kavramı icat etmiştir. Halbuki cinsellik insan için yemek içmekten daha öncelikli ve büyük bir enerji edinimidir. Doğal ve temel bu edinimin yarattığı olumsuzlukları önlemek adıyla, sadece kadını suçlu göstermek art niyetlilik ve samimiyetsizliktir. Bunun yerine her iki cinsin cinsel, maddi ve manevi varlıklara eşit ve orantılı sahip olması için adaletli şekilde davranılsa, sorunlar büyük ölçekte bitirecektir. Ve bu aşamada şu noktaya özellikle dikkat edilmesi gerekir. Erkek anatomik yapısı gereği kadından daha çok cinsel enerjinin etkisinde kalıp egoizmin esiri olmaktadır. Çünkü kadın anatomik yapısında biriken enerjisini doğal yollarla her ay boşaltma özelliğine sahiptir. Tüm bunlardan şu sonuca varabiliyoruz. Ahlak ve namusun cinsellikle ve kadınla doğrudan en ufak bir ilgisi bulunmamaktadır. Her iki olgunun ortaya çıkış nedeni iş ahlakı, ticari adalet ve insani paylaşım ilkelerinin olmayışıdır. Böylece maddi değerlere sahiplenme içgüdüsüyle ortaya çıkan adaletsizlikler, hem ahlak olgusunu hem de insanı şekillendirdiği net olarak anlaşılmaktadır. Cemal Zöngür
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Cemal Zöngür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |