En bilge insanlar bile arasıra bir iki zırvadan hoşlanırlar. -Roald Dahl |
|
||||||||||
|
Biliyorum bu söylemle çok kişinin kafası karışacak. Ama zihinsel durulmanız için de bu tarzdan sorgulamalarla kafanızın karışması da önemdir. Köleci sistemin esası kolektif sahipliği, kolektif iradeyi ve kolektif bilinci yok edip; seçilmiş üstün kişi dediğimiz, “kendisine nimet verilenlerin” mal mülk sahibi yapma karşısında maldan, mülkten, iradeden yoksunluğu; fakirliği, yoksulluğu ve "sen ağa, ben ağa inekleri kim sağa" düşüncelerini ikame etmektir. Köleci dönem içinde bu ikamelerle birlikte toplumsal çalkantı patladı. Ve artık bu tedirginlikler içindeki insanlar, ne yapılırsa yapılsındı bir türlü ahlaklı ve adaletli olamıyorlardı. Şu tarz söyleyeceğim aforizmaları unutmamak gerekir. Sistemin dengeye gitmesi için ortada bir dengesizlik olması gerekir. Yani adaletin olması içinde sistemin adaletsiz olması gerekir. İşte köleci sistem adaletsizliğin müsebbibi olmakla hep adaleti savunur. Adaleti savunmak kötü bir şey mi? Adaletsizliği sistemin sahiplik ekseni yapmakla dengeleri bozup ortama hep adaletsizliği pompalayıp ta adaleti arıyorsanız düşünmek gerekmez mi? Sistem neye göre adaletsiz oluyordu? Çalışmaya göre mi? Zengine fakire göre mi? Hayır. Çalışıp çalışmamaya göre mi? Hayır! Akıllı akılsız oluşa göre mi? Hayır! Vs. Sistem kolektif çıkış noktasına göre sapmakla adaletsiz oluyordu. Eğer adaletiniz, adaleti sağlarsa; sistem çıkış noktası olan kolektif dengelere döner! Ki ahlakçı ve adaletli sistemlerin istemediği de zaten budur. Bunu isteselerdi 6000 yıldır köleci sistemi niye ihya etsinlerdi ki? Bu nedenle insanı ahlaksız olarak tanımlamak, işin en kolayıydı. Oysa hiç kimse bilmediği bir ahlaksızlıkla doğmuyordu. Her toplum içinde değil sadece köleci, kapitalist toplum içinde ahlaksız oluyordu. Yani bu adalet, bugünkü sistemlerin adaleti, adaletsiz olmanın adaletidir. Aksi halde sistem çevrimle yemezsiniz. Örneğin kamu kaynaklarının peşkeş çekilmesi ile kolektif gücün kişilere sahiplik imtiyazı olmasının kendisi başlı başına adaletsizlik kaynağıdır. Köleci bidayetinden beri kamu kaynakları kime ihale ya da özelleştirme yapılırsa yapılsın; isterse size veya bana yapılsın. Bu tutum adaletsizliktir sömürüdür. Yapılan kârlı ihale size veya bana fark etmez kendisi adaletsizlik, zulüm olan özelleştirme, ihale, yine bir kolektif güç sahipliği olan üretim araçları sahipliklerinin hepsi aynı kapıya çıkar. Hepsi kolektif sahipliği bu kabilden adaletsiz ilikleriyle dengesiz kılıp, kolektif gücü; seçilmiş üstünlerden olan özel mülk sahibinin baskı ve basıncı altına teslim etmektir. Kendisi adaletsizlik olan bu yol ve yöntemler sistemin işleyiş dengelerini bozar. Sömürüyü, boyun eğmeyi oluşturur. Bunlar vatan millet yararı diyen aldatmalar adına; ekonomi ve verimlilik kandırması adına bilinçli yapılan, organize ve komisyonlu sömürmenin rant işidirler. Organize işler karşısında ihale etmeyi, özelleştirmeyi; köprüden geçişe, hastanede yatışa, uçakta yolcuya garanti vermeyi; verilen garanti türü katakullileri öyle değil de böyle; böyle değil de şöyle türü düzenleme işini ne yaparsanız yapın; hakkaniyet adına nasıl yaparsanız yapın; bunlar sonunda yine bir adaletsizlik olmaktan hiçbir zaman kurtulmayacaklardır. Köleci kapitalist süreçlerle ahlaklı ve adaletli olduğunuz zaman, özgecil ve kolektif oluyordunuz. Yani sömürmekten vaz geçiyordunuz. Bu da köleci ve kapitalist düzenlerde hiçbir zaman istenmeyen bir durumdur. Yani bu özel mülk sahipliğinin, efendiliğin, hükmetmenin ve El ‘in sonu demektir. Bu nedenle köleci dönemden bu güne ahlak hep baş edilmesi gereken yapay sorunsaldı. Analar ahlaklı veya ahlaksız doğmuyordu. Kolektif süreç içinde farkında bile olmadığınız kolektif miras size pay olarak kalıyordu. Şimdi internette okuduğum gibi "miras yüzünden beş kişi ağır yaralanıp üç kişi birbirini öldürmüyordu”. Köleci sistemde sizler, size rızk verene, nafaka, iaşe, nimet, mal mülk verene boyun eğiyordunuz. Şükrediyordunuz. Bunun Türkçesi “bana dua edin ki ben size şunu yaptım (kayırdım-iltimas ettim)” demektir. Bu şu demekti. Günümüz koşullarında kolektifin mülkünü sahiplenen işverenlerin iş yerinde boyun büken çalışmanız karşılığı maaş alıyordunuz. Dinsel söylemle işveren olan velinimetiniz sizin rızkınızı, nafakanızı, iaşe ve geçimliğiniz olan gelirinizi size veriyorlardı. Lütfediyorlardı. En taze bilgi olarak hatırlayınız bir cumhurbaşkanı “bizim lütfumuzla yürüyorsunuz!” diyordu. Bunları çoğu kez açıktan söylemezler. Ama bu tür egemence üstün seçilmiş olmanın kibir gurur ve snopluğu budur. Sizin açınızdan nafakanızın işverenlerce size verilmesi demek işverenin size velinimet olması ve sizin velinimetinize boyun eğmenizdi. Dinsel bağlamla sürece işveren açısından bakarsak, siz köleydiniz Yani kişi çalışsa bile kişi nafakası verilen nafakası sağlanan acizlikti. Neden bu böyleydi? Çünkü kolektifin zenginliklerini “yağma Hasan’ın böreği” yapan anlayış kolektif gücü ve kolektif emek gücünü yani çalışmayı angarya veya vesile neden sayıyordu. Vesile neden bir iş için o olsa da olur. Olmasa da olur demektir. Daha açığı El’in takdir ve iradesi karşısında sizin çalışmanız da ne oluyor demektir. Nimetlerin vericisi biziz diyordu. Nimeti veren biziz çalışmayı size vesile kılıyoruz. Çalışsan ne yazar çalışmasanız ne yazar. Kısmeti olanın kaşığında çıkar diyordu. El ’in nimet vermesi karşısında çalışma ve gayretin vesile neden sayılması şundandı. El ‘in dağıtması için El ‘in eline nimet olan insanın emek gücüydü. Sömürünün kaynağı için asıl olup biten, bitmez tükenmez kaynak yine insanın emek gücüydü. İşte bu nedenle insanın, kolektif emek gücünün değersizleştirilip, gözden düşürülmesi amaçlanıyordu. Bu hedef nedenle çevrim ekseni olan insanın kolektif emek gücü yerine nimet, nafaka, lütuf, ihsan, bağış, rızk, kısmet, nasip kader gibi aldatan put söylemleri ortaya konuyordu. Bu gözlere illüzyon düşünceye büyülenme demekti. Bu unutturma asıl olanı, kutup olanı, eksen olanı gözlerden gizleyip, sömürüye, adaletsiz oluşa karşı koymayı engelleyici boyun eğdirmenin hilesi olmakla ortaya çıkmıştı. Elbette El emekten vaz geçemiyordu. Geçemezdi de. Sadece emeğin asıl belirleyen olmasını yok sayıp emeği olsa da olur, olmasa da olur denişle vesile neden olması yerine rızkların verilmesi konunca rızk veren size işveren velinimet, hamiyetli bir lütufkâr oluyordu. Sizde bu lütfa karşı nankör olmak yerine boyun eğen tevekkül sahibi iyi bir kul oluyordunuz! Kolektif süreci yağmalayan El, gözlerden gizlemek istediği kolektif emek gücü yerine “rızk, nimet takdirini çevrim ekseni yapmak istemesi sonunda kulluk, kölelik velinimet, lütuf, ihsan, nafaka, iaşe vs. doğmuştu. Siz de size nafaka sağlayan kişiye; veli nimetinize kul kurbandınız, cariyeydiniz. Biraz daha yumuşatarak söylersek, bu durumda işvereniniz sizi kapı dışarı ettiği gibi siz de artık işverenlerinizin nafakanızı sağlayan kişi olmasını, garanti edemezdiniz.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Bayram Kaya, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |