Bir klasik herkesin okumuş olmayı istediği ancak kimsenin okumayı istemediği eserdir. -Mark Twain |
|
||||||||||
|
Akif ismi, anlamından mı, yoksa Mehmet Akif duyarlığından mı, çok beğendiğim bir isim. "İsmiyle müsemma" denilen deyimin bir adama bu kadar yakıştığına çok rastlamadım. Mehmet; hamdeden, Akif ise, ideallerinden taviz vermeyen, kararlı anlamında. Mehmet Akif Ersoy da isminin bütün özelliklerini taşıyor. "Ulu Hakan" diye Necip Fazıl'ın yakıştırdığı lakap ve siyasal İslamcıların yere göğe sığdıramadıkları istihbarat şefliği ile kişi fişlemesi, aldığı borç para ile Japonya cami yaptıran bir hayırsever olması dışında başka bir şey olmayan bir adamın yanlışlarını o günün şartlarında kimse cesaret edemezken haykıran birkaç devrimciden biridir Akif. Yaşadığı her an bu devrimci zihniyetten şaşmamış, ölürken bile kula kul olmamanın gereğini haykırmıştır. Ben Akif'in her tespit ve her sözünü iman seviyesinde kabullenebildiğimi söylemekten onur duyuyorum. Bütün dünya tarihini üç kelimelik bir cümleye sığdıran bir filozof Akif "Tarih tekerrürden ibarettir." Akif'in söylediği an ile bugün arasında hiç bir fark yoktur. Akif'in yazdıklarıyla siyasal İslamcıların yaptıklarını karşılaştırmak belki de karanlığa bir kibrit yakmak olacaktır. Gayemiz uykusu derin ya da uyuyormuş numarası yapan milleti uyandırma mücadelesi değil mi? Bence bu cihat, dünyaya karşı savaşarak vereceğiniz cihattan kat kat daha önemlidir. Milleti uyandıma denilince hep aklıma Muhammed Hüseyin Şehriyar tarafından anlatılan bir anekdot geliyor. Bu anekdotu anlatmadan geçemeyeceğim. "Komşumuzun bir horozu vardı. Sesi çok güzeldi. Her sabah bu horozun sesiyle uyanır, sabah namazına giderdim. Bir süre sonra horoz ötmemeye başladı. Merak edip horozun sahibine neden artık horozun ötmediğini sordum. Horozun sahibi "Horoz milleti uyandırarak rahatsız ediyormuş. Şikâyet çoğalınca bende horozun başını kestim" İşte o gün anladım ki, milleti uyandıranların başları kesiliyor." Milleti uyandırmaktan ve kafası kesileceğinden ne Akif korktu, ne Şehriyar korktu, ne de ben korkuyorum. Babam derdi ki, "Kırk gün tavuk yaşayana kadar bir gün horoz yaşa." Ben de öyle yapıyorum. Akif, Safahat''taki altıncı bölüm olan Asım'da bugünün Siyasal İslamcılarını o gün şiirinde anlatıyor sanki. Tarih gerçekten tekerrürden ibaret. "Sofusun farz edelim, şimdi de boy boy tesbîh… Dalkavuklar bütün insan kesilir lâ-teşbîh! Taylâsan, cübbe, kavuk, hırka, hep esbâb-ı riyâ, Dış yüzünden Ömer’in devri muhîtin gûyâ. Kimi sâim, kimi kàim, o tavanlar, yerler, «Kul hüva’llâhu ehad» zemzemesinden inler. Sen bu coşkunluğa istersen inan, hepsi yalan, «Hüve»nin merci’i artık, ne «ehad»dir, ne filân. Çünkü mâdem yürüyen sâde senin saltanatın, Şimdilik heykeli sensin tapılan mefa’atın. Kanma, hey kukla kıyâfetli adam, hey sersem, Herifin ağzı «samed», mi’desi yüzlerce «sanem!»" Akif, bir devrin güneşi, hangi yöne dönse o yöndeki kiri, pası, çöpü, gösteriyor. Güzellikleri de gösteriyor bit tabi. Zapt olunmaz ışıkları çiçek açmaya meyilli her gönüle hayat veriyor. Ölü kalpler içinse yapacak bir şey yok. Belki de Akif'in bu meziyetidir, her grubun Akif'i kendi düşüncelerinden göstermeye çalışması... Akif, yaşadığı her dakika için hakkın ve adaletin savunuculuğunu yapmış, adaletin olmadığı yerde Sultan Abdulhamid'i de eleştirmekten çekinmemiştir. "Dalkavuklar yeni bir maske takarlar da hemen, Kuşatırlar yine etrâfını: “Sübhân’allâh! Bu ne fıtrat, bu ne vicdân-ı meâlî-âgâh! Zât-ı ulyâları Hakk’ın bize in’âmısınız, Kimsiniz, söyleyiniz, Hazret-i Mûsâ mısınız Hele Fir’avn’ın elinden yakamız kurtuldu; Hele mahvolmadan evvel sizi millet buldu. Âh efendim, o herif yok mu, kızıl kâfirdi; Çünkü bir şey tanımaz, her ne desen münkirdi. Ne edeb der, ne hayâ der, ne fâzîlet, ne vakar; Geyirir leş gibi, mu’tâdı değil istiğfar. Aksırır sonra, fütûr etmeyerek, burnumuza… Yutarız, çare ne, mümkün mü ilişmek domuza Savurur balgamı ta alnımızın ortasına, Tükürürmüş gibi taşlıktaki tükrük tasına! Hezeyan, sorsanız, Allah; hezeyan, Peygamber; Din, vatan, âile, millet gibi yüksek hisler, Ahmak aldatmak için söylenilir şeylermiş… Bu hurâfâtı hakîkat diye kim dinlermiş Âkil oymuş ki: Hayâtın bütün ezvâkından, Durmayıp hırsını tatmîne edermiş îman. Âhiret fikri yularmış, yakışırmış eşeğe; Hiç kanar mıymış adam böyle beyinsizce şeye Hele ahlâka sarılmak ne demekmiş hâlâ Çekilir miymiş, efendim, gece gündüz bu belâ Zevki hakmış adamın, başkası hep bâtılmış… Çok tuhafmış bunu insanlar için anlamayış! Âh, efendim, daha söylenmeyecek işler var… Çünkü nâmûsa musallattı o azgın canavar. – İyi amma niye sarmıştınız etrâfını hep – Hakk-ı devletleri var, arz edelim neydi sebep: Tepeden tırnağa her gün donanıp sırsıklam, Hani, yuttuksa o tükrükleri, faslam faslam, Vatan uğrunda efendim, vatan uğrunda bütün. Biz o zilletlere katlanmamış olsaydık dün, Memleket yoktu bugün, yoktu, iyâzen-billâh… Öyle üç balgam için millete kıymak da günah. Herif ancak bizi bir parçacık olsun saydı; Başıboş kalmaya gelmezdi, eğer kalsaydı, Mülkü satmıştı ya düşmanlara, ondan da geçin, Yıkmadık âile koymazdı Hudâ hakkı için. Bulunur pek çok adam cenge koşup can verecek; Harbin en müşkili haysiyyeti kurbân etmek. Bu fedâîliği bir biz göze aldırmıştık. Ama Hâlik biliyor, bilmesin isterse balık. Ey veliyyü’n-niam, artık size bizler köleyiz; Yalınız emrediniz siz, yalınız emrediniz.” Akif, gökyüzü gibi aydınlık, yeryüzü gibi hayat doluydu. İsyanı da, duası da, sevdası da nurdu. Yaşadığı hayatta düşünce ve imanından taviz vermeden yaşayan ender kişilerden biriydi. Akif'i bu sözlerle abartıyor muyum, evet. Hak eden abartılır, diye düşünüyorum. Bana göre cumhuriyet tarihinde inanaç ve düşüncelerinden taviz vermeden yaşayan üç sanatçı ve üç düşünürden biriydi Akif. Diğerleri ise, Hüseyin Nihal Atsız ve Nazım Hikmet Ran. Akif'in sözünü namus sayması beni çok etkileyen bir davranış biçimi. Akif, Meşrutiyetin ilk senelerinde, bir cuma günü Midhat Cemal’le sözleşir. Akif, Kuntay’ın Çapa’daki evine gidecektir. O gün adam boyu kar yağar. Arabalar, tramvay, tren ve vapur, hava şartlarından işlemez. Sütçü ve ekmekçiler, kar ve tipiden dışarı çıkıp, dağıtım yapamaz. Vakit öğle olmuştur ve ekmekçiler hâlâ, ortada gözükmemektedir. Derken kapı çalar: Midhat Cemal, karşısında Akif i görür. Büyük şairin bıyığının yarısı donmuştur. Midhat Cemal. Akif in kar ve tipiye rağmen, Beşiktaş’tan Çapa’ya nasıl geldiğini merak eder. O, bu mesafeyi yürüyerek kat etmiştir. Midhat Cemal, Akif in bu havada yürüyerek oraya gelmesine, hayret eder. Akif ise, arkadaşının hayretine şaşırır. Akif: “Gelmemem için kar, tipi kâfi değil, vefat etmem lâzımdı. Çünkü geleceğim diye söz vermiştim.” cevabı üzerine; Midhat Cemal, daha da şaşırır ve: “İnsanların birbirlerine verdikleri sözün, bu kadar korkunç bir şey olması beni ürküttü.” der ve ardından Akif’e esprili bir cevap verir: “Akif. Sen eğer verilen sözün manasını bu türlü anlıyorsan, bana izin ver de ben bu türlü anlamayayım. Benim verdiğim sözün, şiddetli bir lodosa bile tahammülü yoktur.” der. Fatih Gökmen de söz verme konusunda Mehmet Akif ile ilgili şöyle bir anekdot paylaşıyor: "Akif, verdiği söze bağlı olmayanlara insan gözüyle bakmazdı. Aramızda geçen bir olayı anlatayım: Ben Vaniköy’de oturuyordum. Kendisi de Beylerbeyi’nde. Bir gün öğlen yemeğini bende yemeyi, sonra da oturup sohbet etmeyi kararlaştırdık. O gün, öyle yağmurlu, boralı bir hava oldu ki, her taraf sele boğuldu. Havanın bu haliyle karadan gelemeyeceğini tabii gördüm. Yakın komşulardan birine gittim. Yağmur, bütün şiddetiyle devam ediyordu. Eve döndüğümde ne işiteyim, bu arada Mehmet Akif Bey sırılsıklam bir vaziyette gelmiş. Beni bulamayınca, evdekilerin bütün ısrarlarına rağmen içeri girmemiş. “Selam söyleyin” demiş ve o yağmurlu havada dönmüş gitmiş! Ertesi gün, kendisinden özür dilemek istedim. “Bir söz ya ölüm veya ona yakın bir felaketle, yerine getirilmezse mazur görülebilir.” dedi ve benimle altı ay dargın kaldı.” Akif bilindiği gibi İstiklal Marşı yarışmasının ödülünü de, ihtiyacı olmasına rağmen, Darülmesai'ye bağışlıyor. Akif, Çanakkale Savaşı sırasında Almanya'da. Oysa Çanakkale Şehitleri destanına baktığımız zaman, bedeniyle olmasa da ruhuyla o savaşta bulunmuş bir şair çıkıyor karşımıza. Çanakkale Savaşı'nın her anınını yaşamışçasına işliyor şiirinde. Gerçek bir destan işte bu. Uydurulmuş olayları destan diye topluma lanse edenler kendilerini ve inançlarını yeniden gözden geçirmeliler. Akif yine kimine göre sürgün, kimine göre küskün, kimine göre gönüllü gittiği Mısır dönüşü yapılan bir röportajda mealen "Mısır'da 11 yıl kaldım, 11 saat daha kalsaydım, çıldıracaktım. Eğer Müslümanlık yaşanıyorsa, o da bizim ülkemizde ve Mustafa Kemal Paşa sayesinde. Allah benim ömrümden alıp onun ömrüne versin" diyor. Bugün hâlâ Mustafa Kemal Atatürk'e hakaret edilip sövülebiliyorsa, onun çabaları, planları doğrultusunda kurulan bu toprakların üzerinde yaşama şansımız olduğundan. Bunu muhakkak ki Akif gördü, ama bizdekiler görmemeye ve inat etmeye devam ediyorlar. Akif "Safahat" adlı eserini yaşadığı dönem insanını uyandırmak için çağrı, gelecek nesillere ise bir tür nasihat olarak bıraktı. Oysa onun bıraktığı eser Kur'an-ı Kerim gibi ya okunmuyor, ya kişiler işlerine geldikleri gibi anlamaya çaba gösteriyorlar. Acaba Akif günümüzde yaşasaydı, bugünün Müslümanlarını ve iktidarını görseydi "Safahat" kitabına nasıl bir bölüm eklerdi? Varın siz tahmin edin. İnsan sıfatını kaybetmiş kişilerin nasıl Müslüman olabildiklerine benim aklım ermiyor. Sanırım bende akıl yetersizliği var. Sizin aklınız eriyor mu? "Yöneten bizden olsun, her ne çirkeflik yaparsa yapsın" mantığını kendime açıklayamıyorum. Sanırım bu düşüncelere anlamlı bir gerekçe bulduğumuz zaman değişim başlayacak. Yarın ola hayrola... Akif'i ve bu ülkeye katkısı olanları rahmet ve saygıyla anıyorum. Onların feyzlerinden azami yararlanabilme dileğiyle.... 3 Aralık 23 Gölcük
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Osman AKTAŞ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |