İslam toplumlarında, Kur'an ahlakını yaşamamanın ve Allah korkusunun eksik olmasının sonuçları ciddi bir şekilde hissedilmektedir. Allah korkusu, bir toplumu oluşturan bireylerin birbirleriyle olan ilişkilerinde temel bir ölçüt ve yönlendirici güç olmalıdır. Ancak, Allah’a ve onun emirlerine duyulan saygı ve korkunun eksik olduğu toplumlarda, insanların ahlaki değerleri büyük ölçüde sarsılmakta ve bu durum toplumsal problemlere yol açmaktadır. Kur'an, insanlara yalnızca dünya hayatı için değil, aynı zamanda ahiret için de bir yol gösterici olmayı amaçlamaktadır. Allah’ın emirlerine ve yasaklarına duyulan saygı, bireylerin hem kendi hayatlarında hem de toplumsal ilişkilerinde daha dürüst, adil ve merhametli olmalarını sağlayacaktır. Ancak, Allah korkusunun olmadığı bir toplumda, insanlar sadece kendi çıkarlarını düşünerek, başkalarına zarar vermekte bir sakınca görmezler. Kur'an ahlakı, insanın birbirine karşı saygılı, hoşgörülü ve merhametli olmasını öğütler. Ancak, Allah’ı tanımayan, O’na olan sorumluluğunun bilincinde olmayan bir kişi, kendisini bu değerlerle sınırlamaz. Böyle bir kişi, diğer insanları yalnızca kendi çıkarlarına hizmet eden araçlar olarak görüp, başkalarına zarar vermekten çekinmez. Birbirlerine karşı saygısız, alaycı, gaddar ve bencil olurlar. Bu kişiler, Allah’ın tecellisini ve ruhunu taşıyan birer değerli insan olduklarını kavrayamazlar. Bir insanın öfkesine kapılması, başkalarını küçümsemesi veya üzmesi, Kur'an’ın öğrettiği ahlaka ters düşen davranışlardır. Kur'an, insanların birbirlerine karşı olan sevgilerini ve merhametlerini, Allah’a iman etmeleri ve O’na olan sevgilerinden beslemeleri gerektiğini vurgular. Allah’a duyulan gerçek sevgi, insan ruhunda samimi bir huzur ve mutluluk yaratır. Ancak, nefsini ve çıkarlarını ön plana koyan bir yaşam tarzı, insanları bu sevgiden uzaklaştırır ve onları bencilce bir hayata yönlendirir. İslam inancına göre, gerçek mutluluk ve huzur, Allah’a iman etmek ve O’nun rızasını kazanmaya çalışmaktan geçer. Bir kişi yalnızca nefsini tatmin etmek için yaşadığında, sevgiden ve merhametten uzak, soğuk ve bencil bir yaşam sürer. Ancak, Allah’a iman eden bir insan, yalnızca kendi çıkarlarını değil, başkalarının da iyiliğini düşünür. Fedakarlık, sevgi ve saygı bu kişinin hayatının merkezine yerleşir. Allah, insanlara yalnızca dünyevi değil, aynı zamanda ahiret mutluluğunu da vaat etmektedir. Allah’a iman edenler, yalnızca bu dünyada değil, ahirette de gerçek huzuru bulacaklardır. Kur'an, cahiliye döneminde insanların nefsini ve çıkarlarını her şeyin önünde tuttuklarını ve bunun insanları mutsuzluğa ittiğini bildirir. Cahiliye dönemi, Allah’ı bilmeyen ve O’na iman etmeyen insanların dönemi olarak tanımlanabilir. Bu dönemde insanlar, bencilce ve bıkkın bir şekilde yaşamış, birbirlerine karşı saygısız ve acımasız olmuştur. Ancak, gerçek huzur ve mutluluk, Allah’a iman etmekle mümkündür. Kur’an’da müminlerin birbirlerinin velisi olduğu vurgulanarak, iman edenlerin birbirlerine karşı sevgilerini ve saygılarını ifade etmeleri gerektiği hatırlatılmaktadır. Bu anlayış, toplumsal bağları güçlendirir ve insanları birbirine daha yakın kılar. Kur'an, Enfal Suresi 72. ayetinde müminlerin, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin birbirlerinin velisi olduğunu bildirmektedir. Bu ayet, gerçek bir iman ve bağlılık anlayışının, insanları sadece Allah’a değil, birbirlerine karşı da sorumluluk taşımaya yönlendirdiğini ortaya koymaktadır. İman edenlerin oluşturduğu bu güçlü toplumsal bağlar, hem bireysel hem de toplumsal huzurun teminatıdır. Gerçek sevgi ve saygı, Allah’a iman edenler arasında filizlenir ve bu, yalnızca Allah’ın rızasını kazanma amacına yönelen bir sevgi şeklidir. Sonuç olarak, Kur'an ahlakının ve Allah korkusunun eksik olduğu toplumlarda, bireyler yalnızca kendi çıkarlarını düşünerek, başkalarına zarar verme konusunda bir sakınca görmeyebilirler. Allah’a iman eden ve O’nun emirlerine uyan insanlar, başkalarına saygılı, merhametli ve sevgilerini samimi bir şekilde ifade edebilen insanlardır. İman, yalnızca bireysel huzuru değil, aynı zamanda toplumsal huzuru da sağlar. İslam’ın öğrettiği gerçek sevgi, sadece Allah’a duyulan sevgiyle beslenir ve bu sevgi, insan ruhunda gerçek mutluluğu doğurur. Allah’a iman etmek, bir insanı hem dünyada hem de ahirette mutlu kılar, çünkü gerçek mutluluk Allah’a duyulan sevgiden ve bu sevginin insanlara yansımasından gelir.