İnsan gülümsemeyle gözyaşı arasında gidip gelen bir sarkaçtır. -Byron |
|
||||||||||
|
- Yavrumun yavrusuuuuuuuu! diye çın çın öterdi minniminnacık babaannem. Mavi renkli ahşap kapının eşiğinde bir süre sürerdi bu kavuşma merasimi. No:6, Kumsal sok. İstanbul’un eski rum ahalisinin ve balıklarının eskiden bol bol olduğu İstanbul’un çok eski bir semti. Ve ben emniyetteydim. Çünkü orası benim oyun evimdi. İçinde hayali dostlarım, akrabalarım, kardeşlerim, kocalarım ve çocuklarım vardı. Belki bir bankanın müdürü olurdum ve eski faturalardan çek yapardım, üstlerine de tahta bir havanın kıçıyla şakacıktan mührümü basardım. Ya da bir tezgahtar olurdum ben. Babaannemin ahşap elbise dolabının kapılarını ardına dek açar ve kararsız müşterime elbise beğendirmeye çalışırdım. Müşterilerim benim zevkime güvenirlerdi genellikle. Kumsal sokaktaki ev tam 3 katlıydı. Ahşaptı. Giriş katında kocaman bir avlusu vardı. Kapıdan girer girmez sol yanda babamın eski sandalı dururdu. Sandal sığacak kadar büyükmüş avlu be... Sola doğru döndüğümde 2 kapı karşılardı beni. Mutfak ve oturma odası. Oyun evinin sakinlerinin hayatları bu küçük oturma odasında geçerdi. Ama avludan sola dönülmeyebilirdi de...Bu durumda, kapıdan girdikten sonra sağı, solu hiç karıştırmadan dümdüüüzzzz yürünür ve sola doğru kıvrılarak çıkan, basamakları muşamba gibi birşeyle kaplı merdiveni kullanarak 2. kata ulaşırdım. Heh. İşte bu katta 2 yatak odası 1 de oha dedirtecek büyüklükte salon vardı. Salon artık sessiz ve kullanım dışıydı benim zamanlarımda. Ama eskiden misafirleri burada ağırlarlarmış babaannemler. Aslan ayaklı kocaman bir masa vardı bu salonda. İşte geldik! Birazdan küçük bedenim güçlü kuvvetli dört aslan bacağı tarafından çevrelenecek. Masanın altında saatlerimi geçireceğim taa ki babaannem alt kattan haykırarak beni yemeğe çağırana kadar. Ertesi gün görüşmek üzere işten yeni gelmiş kocamı ve az önce altını temizlediğim bebeğimi bırakıp alt kata ineceğim. Aklım onlarda kalmayacak. Ne ayıp! Altkata inerken merdiven yerine trabzanı kullanacağım tabii ki...Trabzan çok kaygan olmadığından kendimi itekleye itekleye kaymaya çalışacağım aşağa kadar. Bittiği yerde kıçımda bir avuç hissedeceğim. Ya babaannem, ya dedem ya da o zamanlar bekar olan, evin diğer sakini amcam olacak bu avucun sahibi. Herkes gülecek. Ben de...hihi. Böyle bir gün yaşanmış olacak. Hiç sıkılmadan, hiç binaların arasında kaybolmadan ve hiç hüzün yaşamadan...Tek sıkıntım yeterince kaygan olmayan trabzanken... Benim adım Cahide. Öylesine bir isim. Herkes gibi biri. Herkes gibi en özel. Herkes gibi en yalnız. Herkes gibi en mutlu ya da mutsuz. Herkes gibi anıları olan. Merhaba. Benim dedem dalgıçtı bir de. Gemi bakımları filan işte. Kafasına şu astronotların kafalarına geçirdikleri büyük kavanoz gibi birşey takar ve gemilerin altına girermiş. Ama ona “ midyeci Hasan” derlermiş-di. Balıkçı, ağır içici, geniş göğüs kafesli, boylu poslu kel Hasan. Civarın bütün meyhanecilerinin dostu, çoluk cocuğun Hasan babası, kendisinin de 4 oğlu olan, minicik boylu karısının kocası ve benim dedemdi o. Evin sokak kapısının önünde otururdu yaşlılığında...ve içerdi ve gülerdi ve şakalaşırdı herkesle...Bütün semtin en sayılan, sevilen, alem adamı benim dedemdi. Ona yuvada öğrendiğim bir şarkıyı söylerdim ve hala; “kırmızı balık gölde kıvrıla kıvrıla yüzüyor balıkçı hasan geliyor oltasını atıyor” Ben Hasan babanın torunuydum.Yihuuu! Fakirce bir semtti onlarınkisi,fakirleşmiş demek daha doğru belki, sevgili rum ve ermeni komşuları gümbürtülerle sessiz sessiz akıp gitmişlerdi her gün biraz biraz ve ben Hasan babanın 3. oğlunun kızıydım, bisiklete binerdim, kıymetli emanettim..arka sokaklara gitmeme pek izin verilmezdi ama kaçardım ben. Yaratıkmışım gibi bakarlardı fakir evlerden salkım salkım uzanan başlar. Anlamazdım nedenini salkımların. Başka diyarlardan gelmişim gibi hissederdim kendimi sadece. -Hasan Amcanın ortanca oğlunun kızı bu..hani vosvoslu bir kadın geliyor ya akşamları. He işte o da anası. O zaman yaşım daha tek haneli bir rakamdı. Ve dedem o aralardan bir ara midyelerine ve balıklarına elinde rakı kadehiyle koşa koşa gitti. Dönmeyecekti. Babannemi de bütünleştiği ahşap evinden ve herşeyinden çekip çıkardı oğulları, moderen bir semte, kaloriferli bir eve taşıdılar..yeterince yorulmuştu kadıncağız..hem fare kapanlarıyla da boğuşmamalıydı artık. O da ister gibi görünmüştü aslında. Demek sadece görünmüş. Taşındıktan 1 hafta sonra vazgeçti yaşamaktan. Kel Hasan’a gittiğini sanmıyorum. Çünkü kel Hasan zeytin çekirdeklerini tabağının altına saklardı...oysa ki yemesi yasaktı ama o yerdi ayrıca babannemin hemen her türlü sızlanmasına “hamhumşaralop” diye cevap verirdi... Ama belki de gitmiştir. Kel Hasan ve lakerdaları , topuzlu karısının topuzu ve ev yapımı şaraplarıyla tekrar buluşmuştur denizlerin en orta yerinde. Bir 6 m lik sandalda dünyalar güzeli bir kadınla, geniş göğüs kafesli yakışıklı bir kel adam görülmüştür belki. Adam kürek çekmekte, kadın dalmış uzakları görmekte...Bir kaç midye dolması, lakerda parçaları, karidesler buğlanmakta, adam rakısına doğru hamle yapmakta, kadın kadehini güneşin batışına doğru kaldırmış...Ne mutlu görünüyorlar...Ne güzeller... Onlar benim çocukluğum... Ve ben Cahide olarak, cahide cahide en sevdiğim yer olan balık pazarının içinden geçmekteydim son günlerden bir günde, günün sonlarına doğru bir saatte. Balıklar benden geçmekteydi...içimdeki zaman tünelinde yoğunluk vardı gene. Her balık kanadında bir ses, her kuyrukta bir an yaşıyordum kiiiiiiiiii... Üç yaşlı adam geçti arkamdan. Vallahi de billahi de bu sözü yakaladım binlerceleri arasından, - Yahu bizim Hasan ölmüş müdür? Cevabını kim verdi, ne cevap verdi duyamadım. Kalabalıkla beraber akıp gitti yaşlılar ve tüm yaşlar... Bir çinekop kuyruk salladı... Bir jumbo karides pembeleşti... Ve benim canım midye dolması çekti...Üstüne limon da sıkarım. Selamlar huuuu... Ben cumbalı evin cumbasında oturur gibi oldum gene. Karşımda aslan ayaklı büyük bir masa...altında bir boşluk... Bakakaldık birbirimize... Hamhumşaralop: argoda boş lakırdı demekmiş..demek dedem babannemin her lafına boş lakırdı demekteymiş..ben de bunun komik ve anlamsız bir efekt olduğunu düşünürdüm ... 12.02.2004
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Öykü Yüzer, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |