Hata! Klavye bağlı değil. Devam etmek için F11'e basın... |
|
||||||||||
|
Perakende Fiyatına Kilo Hesabı Pop Starlar… Seval Deniz Karahaliloğlu Eskiden starlar, mahalle bakkalından aldığımız cikletlerden çıkardı. Şimdi televizyon ekranlarından çıkıyor. Sahi, güzelim Türkçemize ne oldu Allah aşkına? Neden şuna düpedüz yıldız demiyoruz? Türkçe söylenince, yıldızların yaldızları mı dökülüyor? Neyse, her yer, dağ, taş Pop Star diye inildiyor. Heyecandan sesi düğüm düğüm olmuş spiker ciğerlerini patlatırcasına bağırıyor. Sadece kendi ciğerlerini patlatsa iyi de bıraksanız ekranı da patlatacak. Ne olmuş? diye heyecanla bakıyorum. Bizimkiler, sonunda haddini bilmez ukalaların kıçına tekmeyi basıp, Sorunu kökünden halletmek üzere Kıbrıs’ın tamamına mı asker çıkartıyor? Arada ben de böyle gariban düşlerine kapılıp, böyle umutlanıyorum ama, Neredeeeeeeeeee? Televizyon nam-ı diğer ‘aptal kutusu’, Sadece, ‘İzmir’de yapılan Pop Star yarışmasında büyük izdiham yaşandı, insanlar başvurmak için bir birini ezdi’ diyor. Bu insanlar deli mi? Yoksa onlar normal de bende mi bir acayiplik var acaba? Koca bir toplum, top yekun aklını yitirmiş olabilir mi? ‘Kral Çıplak Hesabı’. Ne ola ki Pop Star? Yenilir mi içilir mi? İyi bir şey olsa herhalde, Amerika’dan gelmezdi. Daha doğrusu Amerika bize bırakmazdı, İyi olan her şeye, ilk önce Uygar ?!? Avrupa ülkeleri ile Amerika sahip çıkar, uygarlıklarının bir nişanesi olarak sahiplenir, kimselere bırakmazlar ya. O hesap. Ancak, işlerine yaramayan, bozuk, çürük hatta zararlı olduğu tescil edilmiş malları da ‘iane olarak’ biz üçüncü dünya ülkeleri ile Afrika’ya ‘hibe’ ederler. Mesela, kullanma zamanı geçmiş ilaçlar, bozulmuş ve enfekte olmuş gıda ürünleri ve konserveler gibi. Bu bile, onların kendileri dışındaki dünyaya olan ‘feodal’ bakışlarının bir göstergesi değil mi? Daha ötesi, işi adab-ı muaşeret kurallarına vurursak, Terbiyesizliğin daniskası. Yıllar önce, Amerikan yardımı diye ilkokul çocuklarına süt tozu ‘hibe’ etmişlerdi. Sonra, çocukların ateşi çıkıp ‘bedava’ dağıtılan ‘süt tozları’ bebeleri hasta edince, bunun sanıldığı gibi pek de o kadar ‘iyi’ bir şey olmadığı anlaşılmıştı. Şimdi o hesap, Amerika’dan ithal ettiğimiz son şey Pop Starlarımızı seri halde üreten yarışmalarımız... Şu erişilmez, ‘Amerikan Rüyası’. Amerika dışındaki dünya için namı diğer ‘Amerikan Kabusu’ Hatta ‘karabasanı’ Karışmak gibi olmasın ama burası Türkiye. E, çocuğum madem öyle, bir zahmet doğru Amerika’ya biz seni tutmayalım demezler mi? Müslüman mahallesinde salyangoz satan yavrum, ‘senin ürettiğin birbirinin aynısının tıpkısı olan bu fason mallar fazla gelince elde kalacak, mal fazlasını defolu mefolu demeden almaya razı mısın?’ diye sormak geçiyor insanın içinden. Ürettikleri seri imalat ürünleri, parça başı tanıttıktan sonra seri üretime geçenler bu işin sonu nereye varacak diye Amerikalı akıl hocalarına sormuşlar mı acaba? Geçenlerde Atilla İlhan, Avrupa ve Amerika’nın biz üçüncü dünya ülkelerine bilinçli ve sistematik olarak uyguladığı ‘kültürel yozlaşma planını’ anlattı. ‘Yani, kültürel yozlaşma, özel televizyonlardan geçiyor’ diyor sevgili Atilla İlhan. ‘Bunlar, bir devleti bölmek istedikleri zaman toplumdaki iletişimi baltalamak için işe, İlk önce, dilin sonra da kültürün yozlaşmasını sağlayan programlardan başlıyorlar’ diyordu. ‘Yugoslavya’da başlatılan planlı ve sistematik dağıtma işlemine, köylülerin televizyon izlemeleri sağlanarak başlanmıştır. Bunun için Brezilya’dan tonlarca pembe dizi yada Amerika’da seri halde üretilen ‘soap operalar’ bizdeki adıyla, ‘pembe diziler’ satın almışlar ve insanların bunları seyretmesini sağlamışlardır.’ Yapmayın, yani koskoca Yugoslavya’yı ‘pembe diziler’ mi böldü? Diyenlere cevap olarak ‘bu en basit beyin yıkama yöntemidir’ diyelim. Hadi olaya biraz renk katalım. Maksat okuyanlar eğlensin misali işi Amerikanca anlatalım, Deyimleri, Amerikanca’ dan güzelim Türkçemize kelime kelime tercüme edince biraz garip tanımlar çıkacak ama artık o kadarını idare edeceksiniz. ‘Aptal kutusunun’ karşısına çöreklenmiş olan bir elinde bira kutusunu diğer elinde ‘mısır cipsini’ tutan ve bedeni çoktan hiç kalkmadığı koltuğunun şeklini almış olan adama, ‘pişmiş patates’ denir. Komik olduğu kadar ironik olan hikayenin baş kahramanı başlangıçta sizin bizim gibi insandı. Ama tabii ki, bu gecesini ve gündüzünü ‘aptal kutusunun’ önünde hapis olarak geçirmeye başlamadan çok önceydi. En önemlisi bu gariban ‘düşünebiliyordu’. Eveeeet anahtar kelime yakaladınız ‘düşünmek’. Burada amaç, insanları bir çeşit ‘ota çevirmek’. Bunun için insana 24 saat boyunca, sürekli olarak, aptal, saçma ve absürd şeyleri cebren ve hile ile zorla seyrettirirseniz, Tıpkı televizyonun karşısındaki ‘garibanların’ beyinlerinde olduğu gibi, maruz kaldıkları görsel ve işitsel saldırılardan ötürü, aşama aşama bir ‘süngerleşme’ başlar. Bu olay, laboratuarlarda, deney fareleri üzerinde yapılan çeşitli deneylerle ispatlanmıştır. Böylece, ‘aptal patatesimizin’ beyninde, kullanmamaktan ötürü zaten büyük bir kısmı ‘dumura’ uğramış olan ‘gri hücrelerin’ geri kalanı da tümüyle devre dışı kalarak iptal olur. Ve garibanlar yada kurbanlar, boynun hemen arkasında yer alan soğancık yani nam-ı diğer ‘omurilik’ ile idare etmeye başlarlar. Zaten, en basit doğal ihtiyaçlarını karşılamaktan başka kaygıları kalmamış olan bu ‘süngerlerinde’ artık düşünmeye gereksinimi kalmamıştır. Ulu ‘büyük ağabey’, Bush’un onların yerine de düşünerek, süngerlerimizi bu zahmetten kurtaracağı aşikardır. Birden, ilkokul dönem ödevi kadar basite indirgediğimiz bu masal, Stephen King’in korku filmlerini, Issaav Asimov’un, C. Clark’ın başarıyla kaleme aldığı bilim-kurgu öykülerini anımsatmıyor mu? Bundan bir asır önce Edgar Alan Poe adındaki Amerikalı bir yazar buna benzer öyküler öngörmüştü ama o bile bu kadar başarılı bir senaryo yazamamıştı. İş basit bir öykü olsa, istediğiniz kadar allayalım, pullayalım. Hayal gücünün ve eğlencenin sınırları yok. İşi bozan şey, işin basbayağı gerçek hayatta var olmasından kaynaklanıyor. Yugoslavya, Irak derken şimdi sıra Türkiye’de. İyi de şimdi bunun pop star ile ne ilgisi var diyorsunuz? Hiç dikkat ettiniz mi bilmem? Pop Star yarışmalarının olduğu geceler herkes ‘gelecekteki aday süngerler’ misali, ‘aptal kutusunun’ başına geçiyor, kraldan çok kralcı bir tavırla, neredeyse ağızlarının suyu akarak kendisini o anın büyüsüne kaptırmış ve kendini tuttuğu adayla ‘özdeşleştirmiş’ bir biçimde sürüklenip gidiyor. Artık, kader ağlarını örmüştür. Örümceğin şerrinden ve zehrinden kurtulabilmek ne mümkün? Ertesi gün ve tüm hafta boyunca konuşma konularının tek ve ana maddesi bellidir : pop star yarışması. Ballandırarak, her anı tekrar ve tekrar en küçük ayrıntılarına kadar büyük bir zevkle anımsayanlar, Kendini beğendiği yarışmacının yerine koyarak ‘pembe rüyalara’ yada uzmanların dikkatle uyardıkları ‘gündüz rüyalarına’ kaptıranlar, Giderek fanatik taraftarların arasında çıkan bıçaklı ve kanlı tartışmalar, Ve toplumsal bir ‘histeriye’ dönüşen olaylar dizgesi Tıpkı eroin bağımlıları gibi ağızlarının kenarından süzülen salyalarla birlikte bir sonraki yarışmayı bekleyen ‘aday süngerler’, kendilerine ne olduğu gerçeğinden tümüyle habersiz, ‘toplumsal bir histerinin’ baş aktörleri olarak televizyonun karşısında yerlerini alırlar. Artık yapılacak bir şey yoktur, düğmeye basılmış, süreç başlamıştır. Ve kurbanlar, hayatın gerçekliğinden bağımsız yaratılan sanal dünyada yaşadıkları ‘beyinsel orgazmlardan’ mutlu ve tümüyle tatmin edilmiş, Kendileri için hazırlanan oyunda, gönüllü olarak yerlerini almaya çoktan hazırdırlar. Arada bir, ‘Truvalı Helen’i gördüğünde, ‘felaket getirecek’ diye bağıran ve ne yazık ki asla dikkate alınmayan Paris’in kız kardeşi Andromeda gibi bağıranlar olacak, fakat Olimposdaki Tanrıların gazabına uğramış olan ve söylediklerinin önemsenmemesiyle cezalandırılmış olan biz ‘farkındalar’, uygun bir dille susturulacaklardır. İlk önce futbol derken, şimdi daha etkili bir kitle imha silahı ile karşımıza çıkan uygar?!?! Amerika ve Avrupa ülkeleri, topluma satın aldıkları medya kuruluşları vasıtasıyla pompalanan ‘pop star gazının’ etkilerinden mutlu, nihai sonu beklemekteler. Kitle imha silahları ürettiği ve dünya için bir tehlike oluşturduğu gerekçesi ile Irak’ı istila edenlerin sığındığı gerekçeyi göz önüne alarak, Gerçek bir saldırıyla karşı karşıya olduğumuz ‘bilincine’ varmamız gerekiyor. Bu durumda, oyunun kurallarına göre yada Aristo mantığı hesabı, Kullanılan kitle imha silahının toplum üzerinde bıraktığı dönüşü olmayan zararlar dikkate alınarak, Bize bir ‘karşı saldırı’ düzenleme hakkını vermiyor mu? Hadi oyun başına, bir ‘beyin fırtınası’ düzenleyerek oyunu kuranları, kendi silahları ile vurmaya ne dersiniz? Eğlenceli değil mi? Dedik ya, eğlencenin ve düşünmenin sınırları yok diye.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |