Bilim şaşkınlıkla başlar. -Aristoteles |
|
||||||||||
|
Seval Deniz Karahaliloğlu İzmir Devlet Tiyatrosu Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesinde oynayan "Romeo ve Juliet" oyununa gittim ama nereye gittiğimi pek anlayamadım? Kral Lear desem değil, Macbeth desem o da değil. Kral Lear'ın gök gürültüleri, Macbeth'in “üç cadı” sahnesinden ödünç alınmış gibi duran gereksiz bir duman bulutu. Oyun boyunca hiç nefes aldırmadan, sürekli salona pompalanıyor. Evet, “Romeo ve Juliet” gibi oyunlar sayısız kez sahneye kondukları için onları sahneye koymak çok risklidir. Oyunu ele alan her yönetmen, “farklılık yaratmak” ister. Bu çok doğal. Ama burada yönetmen “farklılık yaratacağım” derken, “Romeo ve Juliet”'in gözünü çıkarmış. Her şeyi çorbaya çevirmiş. Resmen iki saat boyunca helak oldum. Bir kere dumandan göz gözü görmüyor. Tam bir şey anlamaya çalışıyorsunuz, bu sefer de gereksiz biçimde yüksek seste açılmış bir müzik oyuncuların sözlerinin duyulmasını engelliyor. Oyuncular bir şeyler söylüyor ama müzikten dolayı duymak imkansız. Üstelik ben en öndeydim. Biraz sonra Kral Lear sahneye çıkacakmış hissi veren gök gürültülerinden sonra bir sağanak yağış bekliyorsunuz. Ya da sahnenin iki tarafından aralıksız nefes aldırmadan salona sürekli (her nedense?) püskürtülen dumanla mücadele ediyorsunuz. Dumanın içinde bir şeyler olup bitiyor ama boğulmaktan, öksürmekten sahnede ne olup bittiğini anlayamıyorsunuz. Çünkü gözlerinize, genzinize kaçan dumanla mücadele etmekten oyunu tamamen kaçırıyorsunuz. Bu arada çokça çalışılmış, büyük emek verilmiş kılıçla düello sahneleri var. Bu sahnelerin tam ortasında tabancalar çıkıp ateşleniyor. Bu tabancalara ne gerek vardı? O kadar anlamsız olmuş ki, bütün o sahnenin güzelliğini bozuyor. Mesela, oyunun en can alıcı noktalarından biri Mercutio’nun düelloda ölme sahnesidir. Gürol Tonbul muhteşem oyunculuğu ile harika bir Mercutio. Kılıç darbesi ile ölmesi gerekiyor ama o da ne, pat diye Tybalt (Serkan Kunter) silahını çıkarıp Mercutio’yu vurup öldürüyor. Normalde bu “iç gerilimi yüksek sahnede” bir an durur ve içimizi çekeriz. O hüznü hissederiz. Çünkü oyunun en gerilimli sahnelerinden biridir, oyunun dönüm noktasıdır ve Mercutio’nun ölümü, izleyenleri üzer. Üzmesi gerekiyor. Ama burada öyle olmuyor, arka sıralarda oturanlar kahkahadan yerlere yatıyorlar gülmekten. Çünkü bu tamamen “insan psikolojisi” . Seyirci haklı. O mükemmel çalışılmış kılıç sahnesinin sonunda, kılıçla yenemediğin adamı pat diye silahı çıkarıp, vurup öldürürsen, seyirciler de kahkahalarla güler. Yani bu durumda, “Hamlet, oldu sana omlet” olayı. Bir çuval inciri berbat ediyorsunuz. Yönetmen bir karar vermek durumunda. Bu bir dram mı yoksa komedi mi? Hangisi? Bir gürültü, patırtıdır gidiyor. Dumanlar püskürüyor, silahlar patlıyor, o da yetmezmiş gibi gök gürültüsü, derken oyun tamamen "kuru gürültüye" gidiyor. Seyirciyi oyundan koparıyor. Yani "Romeo ve Juliet" maalesef koşuşturmalı bir “sirk gösterisine” dönüşüyor. Halbuki oyuncular çok iyi. Onları kendi hallerine bıraksan, efektleri kaldırsan, dekor ve kostümden de vazgeçtim. Bir ışık koy yeter, razıyım. Seyirci aptal değil. Anlar! Oyuncuları rahat bırak. Oynasınlar! Biz de oyunun tadını çıkaralım! Yönetmenin elinde gerçekten çok yetenekli oyuncular var ve bunlardan faydalanmasını bilememiş. Oyuna çok emek verilmiş. Oyuncular çok çalışmış. Ama yönetmen oyunu o kadar çok “gereksiz ayrıntıya” boğmuş ki oyunun “özünü kaçırmış”. Karman çorman gereksiz bir “sirk gösterisi” çıkmış ortaya. Bir sürü şey anlatacağım derken, hiçbir şey anlatamamış. Her şeyi aynı anda anlatmak zorunda değilsiniz. Biraz seyircinin “algısına” ve “zekasına” güvenin. Seyirci “aptal değil”! Oyunda en çok zevk aldığım sahneler, birinci bölümde Mercutio (Gürol Tonbul), Romeo (Tamer Yılmaz) ve Benvolio'nun (Mehmet Demiralp) bir arada olduğu sahne. Dumanın olmadığı, gök gürültüsü efektinin duyulmadığı, müziğin sesinin açılmadığı “sessiz sakin bir beş dakika”. Bu üç sanatçı “sadece oyunculuklarıyla”, beni alıp Romeo ve Juliet oyununa götürdüler. Kendimi, “gerçekten oyunun içinde hissettiğim”, sessiz sakin o beş dakika, oyunun en güzel bölümüydü. Çünkü bu üç sanatçı o kadar güzel oynuyorlar ki, bu gereksiz ıvır zıvır detaylara ihtiyaç hissedilmiyor. İşte bunun adı “oyunculuk”. İşte bunun adı “tiyatro”. Bizi ve oyuncuları biraz serbest bıraksalar da oyuncuların o güzelim “oyunculuklarının tadını çıkarsak”. Oyun izlemenin zevkine varabilsek. İzmir Devlet Tiyatrosunun oyuncularının hepsi çok yetenekli sanatçılar. “Romeo ve Juliet” oyununda rol alan bütün sanatçılar genel olarak çok iyi oynuyorlar. Ama gereksiz detaylar, başta duman olmak üzere, insanın sinirlerini bozan gök gürültüsü efekti (ne gerek varsa?) , patlayan acayip silahlar, gümbür gümbür bir müziğin içinde kaybolan replikler, duyulamayan sözcükler, bütün bunlar “oyunun önüne geçiyor”. Bütün bunlar, oyunculardan "sahne çalıyor". Yani, sonuçta ortaya "dumana boğulan" bir “Romeo ve Juliet” çıkıyor.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |