Özyaşamöyküsü başka insanlarla ilgili gerçekleri anlatmak için eşsiz bir araç. -Philip Guedella |
|
||||||||||
|
Bir dönemin sonuna doğanlardanım ben. Algılamaların ve kavrayışların köklü sarsıntı ve değişimlere uğradığı ara dönemlerin talihsiz çocuklarından. Uyum göstermeye zorlanarak, burnundan kıl aldırmayan iki izole edilmiş kümenin arasında büyüdük; büyütüldük. Lidersiz ve ideolojisiz olduğumuz için kendi aklını kullanan azımız şanslı ama geri kalan çoğumuzun gafil avlandığı bir zamandı bizim zamanımız. Zülfü Livaneli, Ahmet Kaya, plaktan kaçak kaydedilmiş Emekçi dinler, Michael Jackson, Shaking Stevens gibi dans etmeye çalışır, Erdal Atabek üstü Blue Jean okur; boşlukta sallanır dururduk. Zengin tanıdıklarımızın, emekli ikramiyesiyle iş kurmayı düşleyen ahbaplarımızın bankerlere kaptırdıkları paralar için üzülür, geceleri evlerde çelik tencere satışı yapmaya çalışan eski tüfek öğretmen tanıdıklarımızı seyreder gizli gizli güler, eğlenirdik. Beş vakit namazını açıktan açığa kılmaya başlayan babalarımıza şaşkın gözlerle bakar, Sayın Kenan Evren’in şehir merkezi, kasaba, köy, mezra dinlemeden yaptığı konuşmaları dinler, TRT’de yabancı müzik videolarını, TRT 3’de Sebla Özveren’i kaçırmazdık. Azra Erhat, Dostoyevski, Hemingway, Steinbeck, Eyüboğlu, fena halde Atilla İlhan ve Selim İleri okuduğumu hatırlıyorum. Bir de ilk kez çalıştığım yaz tatilinde kazandığım para ile Can Yayınları’ndan ‘Klasikler’ dizisini aldığımı. Arada kafamı kaldırdığımda o iki kümeyi görebiliyordum. Ben ve benim gibi “aradakilerin” başına ne geleceğini tahmin edemiyordum. Onları anlıyordum. Kişilikleri altmış ve yetmişlerde olgunlaşanlarla, seksen ve doksanlarda olgunlaşanlar. Ya biz? Biz; yetmişlerin ve seksenlerin çocukları…öylesine savrulmuş, yitik ve yalnızdık ki. Bu iki kümenin de bizi anlamaya ne zamanı ne yeri ne de isteği vardı. Eskiler yargılayıp biletimizi kesiyor; yeniler umursamıyordu. Eskilere göre bizler yoktuk. Bizi ideolojileri gereği algılayamıyorlardı dahi. Yeniler için “kar maksimizasyonu” esastı. Yani berbat bir durumdu. Ve bu durum çok da değişmiş değil. Eskiler neredeyse iyice içine kapanmış bir durumda. Umutsuzlar. Gerçekleşeceğini sandıkları ve korktukları “şeyin” önünü kesmek ve o “şeyin” oluşunu yavaşlatmak için her çabayı gösteriyorlar. Ama kesin olan “şey” ise umutsuz oldukları. Yeniler ise çok daha kötü bir durumdalar: hedefsiz ve umutsuzlar. Yaşanan sosyal ve ekonomik sıkıntılar onların varoluş noktalarına doğrudan bir saldırı oldu. Toplumsalcılık kadar bireycilik de iflas etmiş durumda. Dışardan serinkanlı (!) bir bakışla artık dünyada zamanın bir ruhu olmadığını söyleyebilirim. Tarihin akışının çok ama çok “yavaşladığı” bir “hızlı ve ileri teknoloji” döneminden geçiyoruz. Varoluşsal kaygılarımız en üst seviyede. Kimileri neo-faşizm diyor bu yaşadığımıza. Bence daha doğrusu “I. Küresel Terör Savaşı” Zamanı ruhsuzlaştıran ise “tarafların” ciddi bir özgürlük vaadi; umudu sunamamasıdır. Oysa eskiden kim iyi kim kötü kim faşist kim özgürlükçü belliydi. Hitler kötüydü, Roosevelt iyi; ABD özgürlükçü SSCB totaliter, ABD emperyalist Vietnam bağımsızlık düşkünü vb… Ama şimdi; günümüzde cümlelerin altında hep şu var: Özgürlükler daha da kısıtlanacak. Daraltılacak. Şiddet ve şiddetin kullanımı yaygınlaşacak. Yeni zamanlarda dünya, bir kara delik gibi, teknoloji ve –asla kapitalist olmayan(!)- ekonomik yapılanmalarla, trajikomik bir bütünlük sergiliyor: Tezatların acıklı birlikteliğini sunuyor! Sermayenin elit- bürokratik- etnik ve dinsel gruplar ve kişiler elinde birikmesi, “ideal kapitalizmin” asla gerçekleşmeyeceğini artık cümle aleme beyan etmektedir. Beyan edilen aynı zamanda “tanımlanamayan” dolayısıyla doğru bir şekilde algılanıp kavranılamayan bir “durumun” yaşandığıdır da! Oysa 1989’da Berlin Duvarı yıkılınca, 1991’de Varşova paktı dağılınca işlerin yoluna gireceği ve kapitalizmin “küresel piyasa” sayesinde ideal anlamıyla uygulanabileceği düşünülmüştü. Olmadı. Maya tutmadı. En ciddi “kapitalizm savunucuları” bile düşüncelerini gözden geçiriyor. Eşitsizlikler katlanılabilir ve kabul edilebilir değil. Ve her geçen gün artıyor. Sosyalizm deneyinin beceriksizliği ve başarısızlığı insanları iyice umutsuzluğa sevk ediyor…Çünkü ortalama insanlık yani neredeyse tamamı “düşünmez- düşündürtülmez vb”, “umut eder!” Birilerinin onlar için düşünmesini ister. Eskiden çok kolaydı bu iş “düşünürler” için. Bahaneleri hazırdı. Dünyadaki sınırlar “ideal sistemlerin” uygulanmasını engelliyordu. Ama görüldü ki sınırlar aşındıkça sorunlar azalacağına çoğalıyor. İnsanlar bu çoğalmayı anlayamıyor. Ama biz “aradakiler” anlıyoruz! Mekansız, zamansız, lidersiz, ideolojisiz, standartsız ve anlaşılmaz olmayı. Şunu diyebilirim ki “daha çekilecek çok acı var!” Tarihin yeniden akmaya başlaması için eğer dayanabilirsek; ayakta kalabilirsek epey bir süre geçmesi gerekecek. Bu “şuursuzluk ve umutsuzluk” içindeki dünyada beklide biz “arada unutulanlar” ayakata kalacağız. Kimbilir?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hidayet Ersin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |