..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
En tatlı sevinçler, en hiddetli kederler sevgidedir. -Pearl Bailey
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Anı > ihsan alaittin bilgen




18 Mart 2005
1074 Orhan  
Küçük şehrin, küçük memurunun küçük oğlu Orhan, altı ayda İstanbul’un en eski erkek liselerind

ihsan alaittin bilgen


Demir çerceveli pencerelerin ardında, Topkapı Sarayı, denizin üzerine serdiği incili yorgana baş aşağı uzanmış, yatıyor.


:BFBC:
- 1074 Orhaan.
… … …
Nakaratı kulağında yer etmiş şarkıyı mırıldanmayı kesti. İsteksizce yatakhane
merdivenlerinden indi. Okul kapısından girdiği ilk gün, ’siftah’, azarını işittiği yatakhane görevlisiydi seslenen.
- Gel, benimle!

O gün, tam yirmidört saatlik yoldan gelmişti. Yeni okulluna gittiğini bildiği tek yol Üsküdar- Kadıköy dolmuşlarının geçtiği yoldu. Otobüsten tembihlenen yerde indiğinde Üsküdar dolmuşlarını sormuş; dolmuş bulamayınca taksicilerle pazarlığa girişmişti. Niyeti: Üsküdar’a kadar gidip oradan dolmuşa binip okulunun önünde inmekti. Taksicinin biri haline acımış: '’Nereye gideceksen götürüyüm seni’’, demişti. Gideceği yeri söylediğinde taksici, kafasını kaldırıp altında durduğu köprünün üstüne bakmasını istemişti. Gitmek istediği okul köprünün hemen yanındaydı.

Bir elinde yorganın sarılı olduğu dengi, diğerinde annesinin eskimesin diye eski okul önlüklerinden kesip biçip kılıf diktiği, valiziyle köprüye çıkan patikadan tırmanmış, kan ter içinde kalmıştı.
Kemerli okul kapısında duran yatakhane görevlisi, adını, sınıfını sorduktan sonra sorulacak başka soru kalmamış gibi:
’’Paralı mısın? Parasız mısın ?’’, diye sormuştu.
Annesinin, pantolon cebinin ucuna çengelli iğneyle hapsettiği harçlığını düşünerek:’’Az paralı’’, demiş, azarı işitmişti.
''Ne ulan az kuru der gibi. Burası bol kepçe lokantası mı? Yatılı paran dövletten mi? Velinden mi?’’ Kazandığı parasız yatılı sınavını anımsayıp:’’Dövletten’’, demişti.

O günden beri uzak durmaya çalıştığı mavi giysili zebellânın ardına düşmüş, müdür katının merdivenlerine tırmanıyordu. Midesi kasılmaya başlamış, rengi atmıştı. Geniş mermer merdivenler hiç bitmesin istiyordu. Kasılmalar daha bir sıklaştı. Tüm vücudu ter içinde kalmıştı.
     
Siyah önlükleri sırttan düğmeli, saçlarına kocaman beyaz kurdeleler tutturulmuş, kızların hemen arkasındaki sıralarda ilkokula başlamış, olur olmaz yerde      ''öğretmenim, öğretmenim’’ çığlıkları atarak kaldırdığı parmağı, kızlar ve önlükleriyle, ilkokul yılları akıp gitmişti. Küçük şehrin, küçük memurunun küçük oğlu Orhan, altı ayda İstanbul’un en eski erkek liselerinden birinin parasız yatılı 1074 Orhan’ı oluvermişti.
     
İki uzun saat kulesi, çatısına serpilmiş irili ufaklı kubbelerle süslenmiş, girintili çıkıntılı, üç katlı okul binasına; kısacık boyuna inat sanki çok uzun boylu özel bir ırkı eğitmek için yapılmış gibi yüksek tavanlı, upuzun kapılı dersliğine; gökyüzünden ve dört yanını saran koridor pencerelerinden başka bir yerin görülmediği, kilise avlularına benzer okul bahçesine çabucak alışmıştı. Her yıl bir başkasına âşık olduğu      kurdelelilerin yerini, şivesiyle alay eden ‘gündüzcüler’ almıştı. Yadırgadığı tek şey, okulu onlara bırakıp, ders bitimi, evlerine giden gündüzcüler değildi. Ağır yağ kokuları yayan yemekhaneye, ayaz gecelerde pencereleri tir tir titreyen, uyku, ıslak çorap      kokan; yan yana sıralı soğuk çelik dolaplar ve ranzalardan ibaret parasız yatılılar yatakhanesine, hele önünde her an üç beş kişinin bekleştiği tuvaletlere hiç mi hiç      alışamamıştı. Ona çok garip geliyordu kapısında birileri beklerken tuvalete girmek. Okulun,‘gündüzcü’ yükünden kurtulduğu saatleri gözlüyordu. Tenha tuvaletlere girmenin de bir bedeli vardı. Kabinin köşesine sinmiş, boğumlu kuyruğunu, tüyleri yer yer dökülmüş bedenine yaslamış, ıslak gözlerle kendini izleyen lağım faresini gördüğünde bu bedelle tanıştı. Öğretmenler tuvaletini denedi. Gündüzleri girmesi mümkün değildi. Geceleri de kapatılıyordu. Hafta sonları, Beşiktaş’ta, tek başına yaşayan büyük halanın yanına evci çıkıyordu. Bağırsakları, bastırdıkça bastırılan günü gelmeden boşaltılmayan bir çöp bidonuna dönüşmüştü. Büyük halanın, kapısında kenarları işli havlular asılı; klozetinin yanında zoru zoruna sıkıştırılmış merdaneli çamaşır makinesi duran, tuvaletinde ihtiyacını haftalık gideriyordu. Çamaşır makinesinin üstündeki plastik sepeti dolduran, Edirne işi meyve sabunlarının kokularıyla tütsülüydü bu tuvalet.
          
Kapıyı tam olarak açmasına bile fırsat vermeden selamsız sabahsız, tuvalete koşturan yeğeninin, hafta sonu ziyaretlerine büyük hala da alışmıştı. Kapıyı duymayacağı ya da zamanında yetişemeyeceği kaygısızla, kapıyı itip girmesi için, gelmesine yakın kapı kilidinin dili arasına kâğıt sıkıştırıyor; ağır aksak adımlarla tuvaleti son kez gözden geçiriyor; avuç içi kadar boğaz manzarası gören pencere önü koltuğunda yerini alıp, onun yokuşun başında görüneceği anı gözlüyordu.

Hesapsızlığından değil, kendi adına yaptığı bazı ince hesaplardan, satın alma Memuru Servet Derin, mart ayının son haftasında aylık iaşeyi bitirip kileri tamtakır kuru bakır bırakana dek, bu durum böylece sürüp gitti. Hafta sonları çıkartılan nohut, kuru, öğrencilerin mazot adını verdikleri kara mercimek liste başı olmuştu. Ağızda dağılan talaş böreği yerine kuru, havuç kızartması yerine kara mercimek, irmik helvası yerine üzüm hoşafı. Orhan’ın sıkleti bunca mihneti kaldıramadı.
          
O gece, rüyasında içinde rengârenk meyve sabunları dolu plastik bir sepetle ona ‘‘gel gel’’ eden büyük halayı görüp durdu. Sabahı zor etti. Sabah etüdü başlamadan soluğu tuvaletlerin önünde aldı. Kapının önünde dikilip kaldı. Kabinin içinde bir şeyler kaçışıyor gibi geldi ona. Belki açılmıştır umuduyla öğretmenler tuvaletinin yolunu tuttu. Kapalıydı.

Bedenini adımlarının kumandasına bıraktı. Müdür katının, bitmezmiş gibi görünen, geniş mermer merdivenlerine tırmanmaya başladı. Daha önceden denemeye cesaret edememişti.
          
Gördüğü manzara muhteşemdi. Tabanı ve duvarları bel hizasına kadar Afyon mermeri kaplı, lavanta, çamaşır suyu karışımı kokular yayan bir saray yavrusuna adım atmıştı. Bağırsaklarının bağı çözülüverdi. Rahatlamıştı. Ortada ufak da olsa bir sorun vardı. Etraf biraz fazlaca batmış, zamanlama hatasına kurban giden patiska donunu o büyük günün anısına beyaz sarayın mermer tabanına bırakmak zorunda kalmıştı.

O gün ilk kez: Kimya dersinde, hocanın tahtaya yazdığı tepkimeye giren ve çıkan      maddelerin denkliğini ifade eden formülü kavradı; bayrak töreninde, müdürün bitmek bilmeyen nutku ardından okunan okul marşına coşkuyla katıldı.
Geniş mermer merdivenlerin sonundaki salonun ortasında, tavandan sarkan asırlık avizenin aydınlattığı, üstünde okul maketi yer alan camekânlı kocaman bir masa duruyordu. Müdür tuvaletini yoklamak için bu salonu ilk kez ziyaret ettiğinde bu ayrıntıların hiç birinin farkına varmamıştı. Arapsabunuyla ovulmuş ahşap zemini gıcırdatarak ilerlediler. Salonu ortalayan, üzerinde ’Müdür’ yazan kapıyı yatakhane görevlisi tıklattı. Mavili zebellânın araladığı kapıdan girdi. Mavili dışarıda kalmıştı.
          
Yüksek tavanlı odanın tavana dek uzanan demir çerçeveli penceresinin önünde duran, kır saçlı, ufak tefek adam gözlerini ona dikmişti. İnce uzun pencerelerin ardında, Topkapı Sarayı, denizin üzerine serili ışıltılı yorgana baş aşağı uzanmış, yatıyor. Kendini, yatakhanede serin yatağına uzanmış, uyur düşledi. Gammazcısını bulmuştu. Anacığının, başkasınınkilerle karışmasın diye paçasına isminin baş harflerini ve sınıf numarasını işlediği paçalı donu onu ele vermişti. Kafası karma karışıktı. Karşısında duran fırça saçlı adam müdürse, bandolu, mızıkalı bayrak
törenlerinde, göğsünü kabartıp, geriye taradığı seyrek saçlarıyla gölgeli başını ileri doğru uzatıp; uzun konuşmalar yapan kimdi? Belki de, bu müdürün gündelik haliydi.

Felaketin nereden geldiğini görmemek için başını düş yorganına gömdü.
- Yenilerden misin?
- Evet efendim.
- Koca okulda götüne yaraşır başka kenef mi bulamadın?
… …
- Dilini mi yuttun?
- Mercömek efendim...
- Ne mercömeğü lan?
- Löbiye, mercömek art arda sıkıştırdı. Dayanamadım.
- Tıskitt. Her mercömek çığdığında müdürünün kelefine becerecen ole mi?
… …
- Bunca yıllık makamın içine ettin.
- Bizim geçedeki çardunlardan korktuydum.
Orhan, karşısında anlattıklarına inandırmak istediği bir arkadaşı varmışçasına, dostça ellerini iki yana açtı:
- Her biri, bu kesim…
- Beni mi taklit edon? Nerelisin lan sen?
- Kilisliyim.
Masanın arkasındakinin, yüz hatları gevşedi.
- Sıç, ulan sen sıç. Ben temizlerim. Korkma.
- Yok, valla bi daha etmem.
- Bunca yıldır odacılığını yaparım ben bile edemedi. Benim yerime de et. Ardında kapı gibi hemşerin var.
     
Şimdi, 1074 Orhan’ın genel müdürlüğüne dek yükseldiği kamu iktisadi kuruluşundaki makam tuvaletinin kapısına, en son maddesinde kendisinden başkasının kullanımına yasak olduğu belirtilen - altında imzası olan- çerçeveletilmiş on maddelik tuvalet kullanım talimatı astırdığını söylesem inanmazsınız.

2004 / İstanbul.


.Eleştiriler & Yorumlar

:: 1074 Orhan hk.
Gönderen: Taki Akkuş / İstanbul/Türkiye
21 Ağustos 2006
Sevgili İhsan, Öykünle yıllar önce okuduğumuz okulları anımsattın. Dışlandığımız, bırakılmadığımız yılları. Güzel bir öykü, kalemine diline sağlık. Seni kutlarım. Kal sağlıcakla.




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın anı kümesinde bulunan diğer yazıları...
Gece
Eskimiş Bir Hesap ve Çürük Portakallar.

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Şöhretli Yazar Olmanın Formülü
Dışardakiler
Aynan Benim...
Şeytanmerdiveni
Pijamaların Yok Mu?
Botlar
Homa Kuşu'nun Seçimi
Bildik Bir Öykü
Yitik Bir Cumartesi Gecesi
Havlu

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Sır'ın Merkezine Seyahat [Roman]
Kutu Kutu Pense Kısmetim Neyse [Deneme]


ihsan alaittin bilgen kimdir?

Yaşam denizinin kıyısında taş kaydırırken derinliklerinden gelen kokusunu içinize çekemezsiniz. Her seferinde biraz daha derinlerden gelen kokusunu duymak için ilerilere açıldım. Her seferinde yeni acılar, hazlar tattım. Acıları, ''yaşadım ya, bu da bir şey'' ibmiginden geçirip katlanır kıldım. Nerede ve ne şartta olursa olsun gülmeyi unutmadım. Gülümsetmeyi denedim.

Etkilendiği Yazarlar:
Haldun Taner,Nazım Hikmet,Volter,Victor Hugo


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © ihsan alaittin bilgen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.