"İnsan - işte tüm sır burada. Bu sır üzerinde çalışıyorum, çünkü kendim de insan olmak istiyorum." -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
Günlerdir koğuş bu güne hazırlanıyordu. Arapsabunuyla yerler temizlenmiş, duvarlardaki askılarda kat kat yığılı elbiseler toparlanmış, koğuş camları, tavandan sarkan beş yüz mumluk ampullere varıncaya dek her yer sabunlu sularla silinmişti. İlk açık görüşe hazırlanıyorlardı. Koğuşun yanındaki küçük odaya masalar atılmış, şekerlemeler alınmıştı. Bu küçük odanın havalandırmaya açılan demir parmaklıklı pencereleri, karton süt ambalajları, sigara folyolarından yapılma fenerlerle süslenmişti. Akşam tuvaletten bozma duşun önünde uzun kuyruklar oluşmuş, bir saatlik ‘‘sıcak su saatinde’’ yüz seksen kişilik koğuşun yarısından çoğu duş yapmıştı. Ellerinde havlularıyla, banyo sırasında bekleyenlerden sırası yaklaşanlar çamaşır, bulaşık leğenlerinden yükselen buharın yumuşattığı kirlerini sabunlu liflerle ovarak çıkarıyorlardı. Duşa ikişer, ikişer girdiklerinde sıcak su altında kirlerini akıtıyorlardı. Akşam yemeğinden sonra karavana kazanına daldırılan kepçelerle metal bardaklara doldurulan çaya rağbet artmıştı. İçindeki çayın soğumasına aldırmadan metal çay bardaklarıyla gömlekler, kravatlar ütüleniyordu. Sabah çatlak aynaların önündeki tıraş kuyruğu uzadıkça uzamış, diş macunu tüpleri ters yüz edilip zırnık macun kalmamacasına diş fırçalarıyla silip süpürülmüştü. Herkes, bulundukları ortamı ve kendilerini olduğundan daha iyi göstermek için elinden geleni yapmıştı. Son anda sadece çocukların açık görüşe alınacağı açıklanmıştı. Her zamanki görüş günlerinden farklı olarak ziyaretçiler görüş odası yerine havalandırma avlusuna alınmış; görüşmeler havalandırma penceresinin demir parmaklıkları ardından yapılmıştı. Koğuşa art arda açılan iki tel örgülü kapıdan geçerek alınan çocukların yüzlerinde babalarına kavuşmanın sevincinden çok kaygı ve korku vardı. Önlerine düşen askerin ardına düşüp babalarını buluyorlardı. Çift kapılı kafesten askerlerin kucağında geçenler, alçalan yükselen iç çekişler ardından incecik sesler çıkararak ağlıyorlar; ilk öpüşüp, koklaşmanın ardından babalarının kucağında, demir parmaklıklı pencerelerin ardındaki annelerine bir başka dünyanın insanıymış gibi bakıyorlardı. Seçimlerini ağlamaya devam ederek yapmışlardı. Bir an önce annelerinin yanına dönmek istiyorlardı. Daha büyük yaştaki çocuklar koğuşun içinde koşturuyorlardı. Bilmedikleri bir dünyayı keşfe dalmışlardı. Yan yana sıralı üç katlı ranzaların önünden merakla geçiyorlar. Ranza önlerinde sıralı terlikleri sayıyorlardı. İnce uzun parmaklarını babasının avuçlarına bırakmış bir kız çocuğu, babasına yattığı ranzayı sordu. Ranzaya tırmanırken gözü ranzanın başında asılı duran ortası sararmış minik havluya takılıp kalmıştı. O, babasını yakasına kırmızı karanfiller taktığı lacivert takım elbisesiyle hatırlıyordu. Duvarda asılı gitarı, minik burnuyla işaret edip: ‘‘Çalıyor musun?’’, dedi. Babası, gitarı aldı; o çok sevdiği ‘‘bir küçücük aslancık’’ şarkısını çalmaya başladı. Bitişik ranzada, babasının limon sandığı kapaklarından yaptığı tahta arabayla oynayan oğlan çocuğuyla birlikte söylediler şarkıyı. Baba, ‘‘Harpte vurulmadan’’ önce gözyaşlarını tutmaya çalıştı. Sarıldılar. Kız, babasının boynuna burnunu dayayıp, onun unutmaya yüz tutuğu, sigarayla terbiye edilmiş ekşi kokusunu içine çekti. Arabayla oynayan çocuğun babasıyla lafladılar. Babasının hediyesi minik tahta beşikle oynarken; diğer yatağı göstererek: '' Bu yatakta kim yatıyor'', diye sordu. İlkokul hocasını andıran kafasında keçe külah olan bir ‘‘amca’’ geldi yanlarına. Yüzü al al: '' Ben annemin yanında yatıyorum.’’, dedi kız. Kafaları tavana değdi değecekti. Ranzanın ayakucunun yanı başından gece gündüz demeden oklarını koğuşa saçan tavan lambası sarkıyordu. İçeri salınan çocuklar herkesin çocuğuydu artık. Varlıklarıyla koğuşa canlılık getirmişlerdi. Yanlarına yanaşıp ellerine çikolatalı şekerlemeler tutturanlara nazlanışları, kendileri beğendirme çabalarıyla olağanüstüydüler. Oğlanlar çabucak ortama uydular. Dışarıda gözlerine kestirdikleri kızları kovalamaya başladılar. Koğuş sakinleri, geleceğin damat gelin adaylarını seçti. Şımarıklıkları sevimli, akan sümükleri pasaklılığın simgesi değildi burada. Geçen kış kardan kaçıp koğuşlara dolan serçeler gibi koğuşu başkalaştırmışlardı. Keçe külahlı koğuş kapısında duran askerin yanına gitti: ‘‘ Oğlumu istiyorum.’’, dedi: '' Benim oğlumu da içeri alın.'' İstediği şeyin olamayacağını biliyor muydu? Bilinmez. Yirmisini aşmış oğlunu içeri alamayacaklarını söylediler askerler. Hüzünle demir parmaklıklara yanaştı. Karısı, az ilerde annesinin yanında duran oğlunun avucuna tepelerinde dikilen askere göstermeden bir şey bıraktı. Oğlu avucundakini hızla cebine attı. Etkisi bir ömür boyu sürecek bir saat çabucak geçti. Yataklar yanaşanları pekmezin sineği çektiği gibi çekiyordu. Giysiler çıkarılmadan uzanıldı yataklara. Sessizlik saatinde olduğu gibi kimse konuşmuyordu. Koğuş kapısın orda sigara içmek isteyenlerin oluşturduğu kuyruk uzadıkça uzuyordu. Kapının yanındaki çelik dolaba ardı ardına açılan sigara paketleri kondu. Sigara paketinden bir dal sigara alan koğuş kapısının ordaki kuyruğun sonuna katılıyordu. Koğuş içinde sigara içmiyorlardı. Kapının yanındaki yemek listesine her zamankinin tersine öğlen ayrı akşam ayrı yemek isimleri yazılmıştı. Televizyonda oyun havaları vardı. Günlerden bayramdı. Dışarıda, Bayram sevincini keçe külahlının oğlu, ne olduğunu bilmeden cebinden merakla çıkardığı şekerlemeye şaşkın şaşkın bakarak; Harpte babası vurulan, kız çocuğu babasının kirli havlusunu koklayarak ‘‘idrak’’ etti. 2006 / Kayseri.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ihsan alaittin bilgen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |