İnsanın en iyi tarafı ürperebilmesidir. -Andre Gide |
|
||||||||||
|
Ortalığın her yanıp sönüşünde sol omzuna bir sızı giriyor. Hafif bir elektrik çarpması ya da ani bir kol hareketiyle acımışçasına… Yerin göğün aydınlandığı böyle bir anda birden kararıyor her yan. Gökteki atasının yanında ne denli cılız ve güçsüz kaldığını gören şehir şebekesi hasedinden çatlıyor; kesiliveriyor. Kulelerin tepesindeki ışıldaklar, koğuşu aydınlatan lambalar ve körfezin ışıkları bir anda kararıveriyor. Karşı kıyıdaki rafinerinin bacasından yükselen alev topu karanlık gecenin tek hâkimi oluyor. Penceresinde oturduğu koğuş ve dışarısı karanlığın kucağında birleşiyor. Onu dışarısından ayıran duvarlar, demir parmaklıklar, kulelerdeki eli silahlı askerler silinip gidiyor. Karanlıkta da olsa birleşiyor dışarısıyla. Dışarısının güzelliğini de güzelliklerle arasına çekilen duvarları da görmüyor. Demir parmaklıklar, paslı tel örgüler batmıyor gözüne. Gökteki bulutlar keyfi gelip de şavkıyıncaya ya da denizle, dağın eteğini yalayan yoldan araçlar geçinceye dek her yer tümden karanlıkta. İki göz odası gelin evinin çırası gibi yanan kamyonlar; ölü evi gibi her yanı ışıl ışıl otobüsler aydınlatıyor yağmurdan ıslanmış asfalttı. Ortalık tutuşuyor yeniden. Yağmur, gökten mi yere, yerden mi göğe yağıyor belli değil. Tel örgülerle sınırlanmış toprak parçası bir anda göl oluyor. Gölden minik mızraklar fırlıyor gökyüzüne. Gökyüzü, dereden, denizden, topraktan ödünç aldığı borcu başına kalkan, canı cebinde alacaklısının, yerin, yüzüne çarpıveriyor alacağını. ‘Koğuş gece nöbetini’ şenlendiren demir parmaklı pencereden kopamıyor. Anlını soğuk demir parmaklıklara dayamış, tüm ayrıntılarını zihnine kazıyacağı bu gece hiç bitmesin istiyor. Nöbet kulesindeki asker diz çöküyor. Çapraz tutuştaki silahı kule demirlerine çarpıyor. Asker başını kaldırıp; çıkan gürültüyü kimsenin fark edip etmediğine bakıyor. O an kendini gardiyanından özgür hissediyor. Asker doğrulduğunda, avucunda gizlediği sigaranın ateşi belirli belirsiz fark ediliyor. İçinde dayanılmaz bir sigara içme arzusu doğuyor. Koğuş kapısının yanındaki çelik dolabın kapağını açıyor; dolabın orta rafında ağzı yarı beline kadar açılmış Maltepe paketinden, bir dal sigara çekecekken faz geçiyor. Onu, gardiyanından daha özgür kılan, ‘kurallara, kendi iradesiyle uyma’ ayrıcalığına kıymak istemiyor. Yeniden koğuş penceresindeki yerini alıyor. Dışarıda hafif bir esinti çıkmış. Uykusuz gözlerini, yüzüne vuran ıslak esintinin ardına takıyor. Gözünün önünden akan şeffaf minik kelebek kanatları kayboluyor. Canı cebinde alacaklı ile onurlu borçlunun ödeşmeleri günün ilk ışıkları, karanlık denizde ışıldayana dek yürüyor. Koğuş dış kapısı açılıyor. Sakinleri bilmem kaçıncı uykusuna dalmış, uyku kokusuyla tütsülü, horultulu koğuş, şakırtılı bir kükreyişle açılan demir kapının gürültüsüyle irkiliyor. Askerler iç kapıyı açmadan koğuş kapısına varıyor. Onların söylemesine fırsat vermeden iki koca çöp kovasının kulpuna yapışıyor. Demir kapılar, açılırken çıkardığı sesten daha gürültülü, ardı ardına kapanıyor. Beton zeminde yankılanan postal seslerinin ardına düşüyor. Çıkış kapısının ortasındaki sürgülü pencere aralanıyor. Tel örgülü pencerenin ardında, çelik mihverle gölgeli bir asker yüzü görünüyor. İkili asker kolunun önünde, bidonların sapının elini kesmesine aldırmadan yürüyor. Yeryüzü yenilenmiş. Karşı kıyıdaki rafinerinin bacasından çıkan alev topunun geceki havası kalmamış. Güneş onun hükmünü siliyor. Tartışmasız. Günün sahibi belli... Bu hiç bitmesini istemediği yürüyüşün sonuna geldiğinde, elbet bir gün ‘müflis borçludan’ alacaklarını tahsil edecekleri günlerin de geleceğine duyduğu inançla; tespih tanesi gibi diziliveren şu dizeler zihin kütüğüne çakılıyor: ''Toprağı, denizi, havayı kokladım sabahın yedisinde. Ellerimde çöp bidonları, ardımda coplu asker… Soğan kabuğu, çürük portakal kokuları doldu ciğerlerime. Özgürlüğü kokladım sabahın yedisinde… Tam deniz kenarına varmışken, ilk otobüsü beklerken, alıp götürülüşüm geldi aklıma birden. Onca gün, küflü duvarlar ardında kalmışlığıma bakıp; ah dedim ah keşke dün daha çoğunu atsaydık ‘çürük portakalların’ çöpe.'' 30.Temmuz. 2006
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ihsan alaittin bilgen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |