Avukatlar da bir zamanlar çocuktular herhalde. -Charles Lamb |
|
||||||||||
|
Kasılmalar gittikçe azalmaya başlıyordu. Artık çenesini tutmaya başlamıştı. Bütün bunlar bittikten sonra; vücudu boş bir çuval gibi yere düştü. Sırt üstü yatıyordu; göz kapakları açık. Ve sadece geceyi görüyordu; birazdan doğacak olan güneşle aydınlanacak geceyi. Neler umuyordu ve işler nasıl gelişmişti. Hala düşündüğü tatlı hayallerdeydi aklı. Hani bazen çok tatlı bir rüya görüp de onu anlatamadığımız olmaz mıydı? Kimseye bir şey söyleyemezdik ama o gün öğlene kadar onun tadı damağımızda, bize huzur verirdi. Onun durumu işte böyleydi. Fakat bu düşün tadının uzun sürmesi insanlara ulaşmasına bağlıydı. Ah ne yapmalı? Burada hiç kimse yok ve bu düşünde anlamı yok! Şu an yaşadığı azap belki de en başta ölüm olaylarıyla uğraşırken yaşadığına göre kıyaslanamayacak kadar çoktu. Bir şeyleri görüpte eyleme dökememek, eli kolu bağlı olmak. Bir anda kendisine küfür eden insanları düşündü. Onlar ona niçin küfür ettiklerini bile bilmiyordu. Sadece onların sevdikleri daha doğrusu saygı duydukları bir insanın düşmanıydı O. Ve onun fikirlerine ters gelen onlara da ters gelmiş oluyordu. Zaten bu çoğu zaman böyle olmaz mıydı? Bir şeyin iyi mi, kötü mü olduğunu anlayamıyorsak; bize göre saygın olan bir kişinin fikirlerini kabullenmez miyiz? O kişinin yanılma ihtimali bizim ona verdiğimiz saygınlık sıfatıyla nasıl bağdaşabilirdi? İşte onun karşı çıktığı en önemli şey buydu. Önyargı yada bazı fikirlerin sırf güvenilir bir insandan dolayı kabullenilmesi. Düşünmeden inanmak! O aslında bunu en başında düşünmeliydi. Sen ki; kör olduğunu düşündüğün toplumu düşünmelerini isteyerek kurtarmaya çalışıyorsun. Ah budala! Onlar bunu görebilselerdi; böyle bir şeye gerek mi kalırdı? Daha fazla düşünüp aslında kendini aklamak istiyordu. Bu meseleyi böyle kapatıp; kendi vicdan sesiyle boğulmaktan korkuyordu. Zaten kendi hatalarımız bize en büyük acıları vermez miydi? Ne dayak, nede küfür; vicdan huzursuzluğunun yerini alabilir miydi? Ben her şeyi onlar için; iyi niyetle yaptım. Bunlar onun kendi vicdanı için söylediği yalanlardan başka bir şey değildi. Vicdanımız bu kadar kolay avutulmasaydı. Bu dünya zindana dönerdi herhalde. Olsun O yinede kendini ıstıraptan kurtaracak düşünceleri bulmuştu. Derin bir of çekti. Yalnızdı; eskiden de yalnızdı, ama onun şuan insanlara ihtiyacı vardı. Kendi ipini yine kendi çekmişti. Ah büyücü sen olmasan ve biz insanlar daha güçlü bir zihinle yaşasak. Sen belki topluma huzur sağlıyorsun; öbür dünya inancı ile. Onlara bu dünyanın bütün eziyetlerine katlanmaları gerektiğini, intiharın asla bağışlanamayacağını söyleyerek; onları olmayan bir cennet vaadiyle, bu ıstırap ve acı dolu boktan dünyada yaşamaları için teşvik ediyorsun, ama yine de görmüyor musun; bu bulanık zihinlerin nasıl azap çektiğini. Ona anlamaya çalışmamasını söylüyorsun; Onun çektiği azabın; bir inlemesini, bir “Allah kahretsin” demesinin veya okuduğu lanetin bir kelimesinin anlamını biliyor musun? Toplumda adalet ve huzur böyle mi sağlanır? Senin acı çekene öbür tarafta ödüllendirileceksin demenin; Onu ne kadar tatmin ettiğini bilebilir misin? Ve O insan ki sonunda toprak olacak! Sen onlara hayatlarını düş gibi yaşamalarını söylüyorsun; öyle bir düş ki azap ve eziyet dolu. Ah sen; bunların bu rüyadan uyanamayacaklarını bilmiyor musun? Ah! Pişman olmaya bile fırsatları yok onların. Acı ve ıstırap dolu 50 – 60 yıl yaşa ve yok ol. Bundan daha büyük bir lanet var mı? Bir söz söyleme hakları olsa; h,ç şüphe yok sen lanetten boğulurdun, buna yemin ederim. Ve o onda yaptığı en büyük hatayı fark etti. Kesinlikle acele etmişti. Sabırsızdı. Yüzyıllar süren bir geleneği, tek darbeyle yıkacağını sanmıştı. Bunun bu kadarda kolay olması beklenmezdi haliyle. Bu mücadele uzun yıllar gerektiren bir savaştı. Ve Onun kesinlikle zamana ihtiyacı vardı. Gençliği en büyük silahıydı artık. Geri dönmeli o lanet yere ve sonra nasihatler, yalvarmalar ve iki yüzlü bir azap. Tek kurtuluşu bu olduğu halde niye durmadan kurcalayıp; kendi huzursuzluğunu artırıyordu. Git ve yaşa! Ama bunu yapmak onun için gerçekten zordu. Birden bu koşuşturmanın zorluğu, anlamsızlığı ile birleşti. Toprak olacak bir beden için fazlasıyla yorucu bir mücadeleydi. O anda intihar fikri tekrar zihnini bulandırmaya başladı. Bir mezar dolusu toprak oluvermek cazip gelmişti nedense. Ve bu yüzden; intihar fikrini savuşturmak pek kolay olmamıştı. Etrafına toprak olmadan önceki son bakışlarını atıyordu. Her şeyi en ince detayına kadar inceliyordu. Ölüyordu belki de. Hafif bir rüzgar içinin ürpermesine sebep oldu. İşte o an kararının kesinleşmiş ve ölmüş olma hayali gözünün önüne geldi. Vücudu yavaş yavaş topraklaşıyordu. Ayaklarından başlayan bir sıtma nöbeti tüm vücudunu sardı. Hayır! Hayır! Bunun için çok erkendi. Birden bire topraklaşma durdu. Toprak bedenini istemiyordu. Debelenmekten ter içinde kalmıştı. Öylece yarı et, yarı toprak bir şekilde duruyordu. Acıları hissediyor, ama ayağa kalkamıyordu. Belinin üstünde böcekler geziniyordu. Başka bir tanesi karnından, boynuna doğru tırmanıyordu; tam göz göze geldikleri an bir çığlık attı. Her şey eskisi gibiydi. Derin bir oh çekti. Gerçekten bir kabus muydu, yoksa bir işaret mi? Ah şu rüyalar; hiçbir zaman ne anlatmak istediğinizi tam olarak anlayamayız; zihnimizin tatlı oyunları. Her zaman bir yerler bulmaya çalışırız sizler için. Bazen bir umut, bazen ise hüsran. Kötü bir rüya yüzünden işleri berbat ettiğimiz olmaz mı? Onları hiç kurcalamamak gerek aslında, orası başka bir alem, kuralları farklı mekan olgusu yok, ölüm yok. Böyle uçuk bir ortamda yaşanan bir olayı; nasıl da kabullenip; ondan medet umarız, yada ondan çekiniriz. Ah şu insanlarımıza nasılda tatlı geliyordu; kaynağı belli olmayan inançlar (fikirler). Delirmememiz için gerekli olan zihin boşalmasını bile nerelere çekiyoruz. Gerçekten bu dünyadan bu kadarda çok mu korkuyoruz? Her şeyde bir işaret, bir destek arıyoruz. Ve Oda şu an bunu bir işaret olarak görüyordu ve intihar etmemesi gerektiği sonucuna varmıştı. Ayağa kalktı, nehre doğru yürümeye başladı. Başı daima öndeydi ve ayaklarının birkaç parmak ötesinden başka hiçbir şeyi görmüyordu. Nehre geldiğini ayakları ıslanmadan az önce fark etti. Eğildi yüzünü yıkadı. Buz gibi su; bir an sıçramasına sebep oldu. Karşıya geçmemesi için bir sebep daha çıkmıştı. Ayakları suya değecek şekilde uzandı. Zamanla oyun oynamaya çalışıyordu. Sanki orada ölene kadar kalacaktı ve bu çilede burada bitiverecekti. Böyle olması için neler vermezdi ki. Yada bir şekilde erken yaşta ölecekti; ama insanlar durup dururken ölmüyorlardı. Uyku zamana karşı galip gelebilen tek kavram ve onun vücudu da zihnine yardımcı oluyordu. Esnemeye başladı. Gökyüzüne bakıyordu, tamamen anlamsız gözlerle. Göz kapakları onun için faydalı bir yolda ilerlemeye başlamıştı artık. Güneş yoktu artık ve bunun tek nedeni de bulut değildi. Karanlık ve huzur veren zifiri siyah… Evet çaresizlik dolu bir kişi, ölümü yaşamdan çok isteyen bir insan, kendi kendini zincirlemiş bir zavallı; beklide kahraman. Bu, bu şekilde daha nereye kadar gidebilir? Onun bu kadar inandığı fikirleriyle yok olması bu sizin olduğu kadar benimde hoşuma gitmedi. Yazar olarak onun çaresizliliğine bir çözüm yolu bulmam gerektiği düşüncesi beynimi kemirdi bütün akşam. Tabi ki bunu insanlığın kurtuluşu için yapıyorum. Ve sonunda onu bu iki yüzlü dünyadan ve çektiği azaplardan biraz rahatlatacak bir yol çıkarmaya karar verdim. Zaten çoğu zamanda bu böyle olmaz mı? Her zaman bizim tamamen bilmediğimiz bir etken yüzünden işler ya düzelir yada rayından çıkar. Tamamen bize bağlı şekilde gelişmez hiçbir şey. Hayatta her zaman açık kapılar vardır ve bunlar bize hayatın anlaşılmaz olmasını sağlar. Hayatın formülü yok hiç kimse her şeyi hesaplayamaz. VI. BÖLÜM Uyanmıştı gerçektende bu kadar çaresizlik içinde bile zamandan çalabilmişti. Birden gökyüzüne baktı gökyüzünü görmüyordu. Ne bir bulut vardı nede yıldızlar… Yapraklarla kaplı dallardan başka hiçbir şey görmüyordu havada tam olarak kararmamıştı. Nehri görmek umuduyla ayak ucuna doğru başını hafifçe uzattı,nehirde yoktu. Çevresinde bir ayak sesi vardı ve bu ses ne uzaklaşıyor nede yaklaşıyordu hemen etrafında biri dolaşıyordu. Kafası allak bullak olmuştu. Ne olmuştu? Yoksa o korktuğu şeyimi yapmıştı? Uyurken karşıya geçe bilir miydi? Ama zihni o kadar bulanıktı ki o an her şey ona olması mümkün gözüküyordu. Gözlerini kapadı hiçbir şey görmek istemiyordu. O lanet insanları görmek onlara yalvarmak onlardan af dilemek bunlar karşıda olmak tan daha korkunçtu. Dişleri sıkılmış biçimde bekliyordu. Ama hiçbir şey olmuyordu. Çevresinde biri geziniyordu. Bir an öldüğünü düşündü, ölmüş ve yok olmamıştı bu onun için tam anlamıyla bir felaketti. İnanmadığı yaratıcı onunla eğlenmek için ona oyun oynuyordu ve birden ayağa kalktı. En sağlam savunduğu fikirlerden korkuyor olması ona utanç verici gelmişti. Hızla sesin geldiği tarafa baktı. Orada öyle beklediği gibi korkunç bir şey yoktu. Bir genç kadın vardı ve yerden kuru dal parçaları topluyordu. Donup kalmıştı kimdi bu kadın ve bu tarafta ne arıyordu. Çünkü artık karşıya geçmediğinden emindi .Bir süre kadını izledi. Yere çöktü elleri başının iki yanında kadını izliyordu.aslında dışardan öyle gözüküyordu. Onun hayattan koptuğu anlardan biriydi. Dudaklarında bir tebessüm vardı, bir şeyler düşünürken vücudu böyle tepki veriyor olmalıydı. Çünkü ne mutluydu nede neşeli. Allak bullak bir zihin… Kadın…? Kimdi bu kadın ve ne yapıyordu? Yinemi belirsizlerle dolu bir olayın aydınlanması? Bunlar onu iyice sıkmaya başlamıştı. Hep bir şeyler oluyor ve O buna anlam yüklemeye çalışıyordu. Bazen anlamını buluyor bazen de zihni onu daha adlandıramadan olaylar kopuveriyordu. Düzen kelimesinin onun için bir anlamı yoktu. Düzenli bir hayatı hiç olmamıştı. Küçükken bile O düzenli bir çevre içinde kopuk, kopuk yaşıyordu ve onun istediği düzende zaten bu değildi. Bir koyunun hayatı ne kadar da düzenli değil mi? Bu duygular ve zihninin bunalımları nerdeyse onun tek kurtuluşu olan şeyi bile reddetme noktasına getirmişti. Bir an kadını tersleyip kovmak geçiyordu aklından. Bu insanların hepsinden nefret etmiyor muydu daha birkaç saat önce O? Fakat eğer yaşıyorsa ki artık buna emindi Ona insan (insanlar) lazımdı. Amacı ne olursa olsun yalnız yaşamamalıydı. Evet belki yalnız yaşayabilirdi ama en azından bir hayvan gibi türünü devam ettirmeliydi. Bu güzel düşünceler onunla birlikte yok olmamalıydı. Ondan sonra en azından bir kişi bu fikirlerle doğmalıydı. Mücadeleye yeni bir kan lazımdı. Peki öyle olursa ne olacaktı o yok olmayacak mıydı zaten niye bu kadar uğraşıyordu. Gece gündüz… İşte en can alıcı soru inanmayan bir insanın bu dünyada amaçsız olduğunu düşünenlerin keskin kılıcıdır bu. Amaçsız insan, amaçlı insan ne kadar da saçma bir ayrım. Tarih boyunca insanlığa ölümle yok olmak ağır gelmiştir. Hiçbir zaman bunu kabullenmek istememiştir zavallı insanoğlu. Oysa bence olay çok daha farklı bir boyutta. Nasıl meydana geldiğimizi bilmeden yaşıyor ve nereye gittiğimizi bilmeden ölüyoruz. Bu yüzden zavallı insanoğlu . En inançlısının bile ölüm anında ya cennet cehennem yoksa diye tereddüde düşmemesine imkan yok. O saniyenin belki binde biri bir süre içinde geçer aklımızdan. Hiçbir zaman tam bir güven yoktur öbür dünyadan. Bunun böyle olmasından da daha doğal bir şey olamaz zaten. (Nerden nereye geldik) Sonuç olarak herkesin bir amacı var bu dünyada… Onunda amacı tamamen istem dışı yaşayan biri olarak mutlu ve savunduğu fikirlerle ölüp ”yok” olmak. Bir an kadını incelemeye başladı. Gençti güzeldi. Bir kadına göre uzun sayılabilecek boyu vardı, esmerdi. İnsanı çıldırtacak bir esmer ten ve uzun kıvırcık saçlar. Boynunun birkaç karış altında sallanan uzun siyah saçlar. Eğilip kalkarken yüzünü kapıyordu. Ateş yakmak için bir şeyler topluyordu. Hareketlerinden bu işin acemisi olduğu gözüküyordu. Yanması zor olan dalları kırmak için uğraşıyordu. Vücudu fazla kaslı değildi fazla iş yapmadığı belli oluyordu. Nihayet yakmak için gerekli olan dalları istiflemiş ve ateşi yakmaya uğraşıyordu. Havada onun bu gayretine pek zorluk çıkarmıyordu. Birkaç zayıf alev ve atılan kuru yapraklar ve küçük dallarla kendinle gelen ateş ve biraz daha kalınları iyice canlanan alevler… Artık işin tadını çıkarmaya gelmişti sıra. Yavaşça yere çömeldi. Birazdan ateşe atacağı dalı elinde tutuyordu. Yorulmuştu nefes alışını düzene sokmak için yavaş, yavaş nefes alıp veriyordu. Gözlerini ateşten ayırdı karşısında duran ve sabit bir yere (kendine) bakan insanı incelemeye başladı. Uzun boylu iri yarıydı, oldukça güzel gözleri vardı.Yüzü sakallarından neredeyse gözükmüyordu. Ve vücudu diken çizikleriyle doluydu. Fakat halkının düşündüğü gibi zararlı görünmüyordu. Zaten haklıda onun bedenini değil de fikirlerini zararlı buluyordu. O ise onun fikirleri hakkında hiçbir bilgisi yoktu. Bildiği tek şey ona “şeytan o” dendiğiydi. Aslında çoğununda bundan başka bir şey bildiği yoktu ya neyse… O ise şimdiye kadar hiç şeytan görmemişti. Babası ona şeytanın bütün kötülüklerin kaynağı olduğunu söylemişti bu çoğu için ve onun için yeterliydi. Bundan sonrada hep şeytandan uzak durmuştu. Öyle değil mi ki kim kötüyle birlikte olmaktan kaçmaz. Ama bu sefer O kötünün yanındaydı ve şeytanla birlikte karşı karşıya oturuyordu ve hiçbir korku hissetmiyordu. Çocukken yaptıkları gibi aynı ateşin çevresinde oturuyorlardı. O ve şeytan… Yıllarca birlikte oturup oynadıkları birinin şeytan olması ona çok garip gelmişti. Fakat buna itiraz edebilecek bilgisi yoktu. Çünkü o hiç şeytan görmemişti. Demek ki herkes şeytan olabilirdi. Ve asla babasına güvenemezlik edemezdi. O kimdi ki babasına, herkesin akıl danıştığı yüce bilgeye karşı gelsin. O bu sefer ilk defa kendi iç güdüsüne göre hareket etmişti. Bir anda karşıya geçme isteği içinde bulmuş kendini ve geçmişti. Ona bu sefer kötü bir şey yapıyormuş hissi uyandırmamıştı bu davranışı. Elindeki odunu ateşe attı. Bir anda canlanan ateşin etkisiyle onun yüzünü biraz daha net görme fırsatı doğmuştu. O kirli ve yorgun yüzü. Ortalığı ölüm sessizliği kaplamıştı. Yanan dalların çıtırtıları ve nefes alıp verişler bunlardı sessizliği bozan. Ellerini başının arasına aldı. Bir şeyler yapmak istiyordu ama çıkış yolu bulamıyordu. Hıçkıra, hıçkıra ağlamaya başladı tamamen çaresizlik içindeydi ve dua etmesi gerekiyordu ama şeytanın yanında dua edemezdi. Bir şeyler düşünmek istiyor ama beceremiyordu. Tamamen eli kolu bağlanmış durumdaydı. Bu hıçkırıklar hayatı boyunca düşünmemiş bir insanın tanrıdan da uzaklaştığını da anladığı andaki hıçkırıklarıydı. Oysa daha öncede çaresizlik içinde olduğu zamanlar olmuştu o zaman dua ederek bu azaptan kurtulmuştu. Gene de kurtuluşu tanrıya yalvarmakta bulmuştu. Ama bu defa ilk kez biraz utanmıştı belki de.”…….. Amin…” Gerçekten de iyi dileklerde bulunmuştu. Yaptığı kötü bir şey yoktu bu güzel insanın. O toplumuzdaki çoğu insan gibiydi inanıyordu ve din hayatını çok kısıtlamıyordu. Onun iyi davranışlarda bulunmasını sağlıyordu. Bir de huzur iç güven.” Temiz Din …” Ayağa kalktı. Yeter artık sıkılmıştı. Gitti ve onun yanına oturdu. Acayip tedirgin olmuştu ama samimi olması gerekiyordu. Şu an birini kazanmak için uğraşıyordu (bulunduğu toplumdan nefret etmiş birini). Ve bunu tamamen iyi niyetle karşılıksız yapıyordu. Ama bunu karşı tarafa hissettirmesi gerekiyordu. Elini bacağının üstüne koydu. Vücut ısıları farklıydı bir an içinin ürpermesine sebep oldu. Ey iyi kalpli okuyucu bu benimde gerçekten anlatmak istediğim ve zorlandığım bir durumdur. (Bakalım becerebilecek miyim.) Bizim yaşadığımız toplumda da bu tip olaylarla oldukça sık karşılaşılır. Birbirini hiç tanımayan iki insan bir araya gelir ve bir sessizlik. Bu sessizlik sonsuza kadar sürebilir. Bir ışık bir mucize beklenir taraflar birbirini tartar ve eğer bu tedirginlik kalkarsa sonsuz kahkaha başlar. Nedir bu çağlar boyunca iki insanı yan yana getiren onları konuşmadan önce tedirgin eden. İki insan birbirinden hoşlanıp konuşmaya başlayamaz mı? Nedir bu insanları tanımadığı biriyle konuşurken tedirgin eden? Güvensizlik… Elbetteki bu ama asıl soru zaten şu : Neden iki insan birbirine güvenmez? İnsan gerçekten de bu kadar korkunç bir yaratık mı ki? Bir yılan edasıyla çekiniriz birbirimizden. Kendi cinsine bu kadar daha soğuk yaklaşan bir cins daha yoktur yeryüzünde. Birbirini hiç görmemiş iki köpeğin oynaşmaya başlama süresi 4-5 saniyedir. Oysa yıllarca aynı binada oturup birbirine selam dahi vermeyen bir sürü insan tanıyorum ve bunu yazarken gerçekten insanlığımdan utanıyorum. İlk oturuş konuşmaya başlama evreleri ortak arkadaş arayışları (güven tazeleme adına ), konuşma için konu bulma evresi tutulan takımlar,burçlar lanet olası kümeler. Ve kümelenmiş insanlar. Neyse ki kahramanlarımız (niye kahraman diyorsak onların) zamanın da böyle lanet kümeler yok onlar daha doğal şekilde yaşıyorlar hayatlarını. Gerçek birer insan gibi maske yok güven kaygısı yok. Mutluluk var. Evet bu yüzden onların nasıl kaynaştıklarını yazmayacağım. Çünkü böyle bir zaman dilimi yok o arada olan bir olay zinciri yok. Tamamen gerçek iki insan ve kurulan sıcak bir bağ. 1-2 saniyelik bir olay oda mekan değişikliğinden kaynaklanan nefes alış veriş süresinin eski düzene geçme süresi. Ne karizma kaygısı nede lanet kümeler. Bence bu gerçekten de böyle olmalı O ikisinden daha zıt iki insan daha yoktur bu dünyada ama samimi duygular ve cinsine gözü kapalı duyulan bir güven bence budur olması gereken. İkisi de sanki yüzyıllardır birbirlerine hasretmişlerde, Şu an o sonsuz özlemi bitiriyorlardı. Bir başkasının tenine duyulan özlem ve bunun bitmesiyle oluşan ebedi mutluluk. Yaşanan her şeyden daha farklı ve tatlı bir duygu. Ne kin, nefret nede o lanet insanlar sanki bunların hepsi başka bir zaman diliminde yok olmuştu. Sadece ikisi vardı bu dünyada, ve keyiflerini kaçıracak hiçbir şey olamazdı artık.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © onur güner, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |