"İnsan - işte tüm sır burada. Bu sır üzerinde çalışıyorum, çünkü kendim de insan olmak istiyorum." -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
Nereden aklıma geldi durup dururken? Bilmem! Bildiğim tek şey çoğu insanın zaman zaman bu durum içinde kaldığıdır -en azından benim başıma gelir-. Fakat insan bunu konduramaz kendisine bile. “Ben küfretmem.” der. “Ayıp yahu!” derler. “Başka kelimeler mi yok niye o pis kelimeleri çıksın ağzımdan.” dedikleri de olur. Bende böyle kibar geçinen -sözüm ona- adamlardan biriyim. Ağzımdan asla kaba bir söz çıkmamıştır. Gerek duymadığımdan değil elbette. Sadece çekindiğimden, belki de beceremediğimden edemiyorumdur. Siz şimdi bana hemen küfretmenin becerilemeyecek nesi var ki diyeceksiniz. Öyle sandığınız kadar kolay değildir sövmek. Onun vurgulaması vardır. Kinayesi vardır. Hak edilmiş birine edilen küfür vardır. Sırf pislik olsun diye söyleneni vardır. Bunların hepsinin tonlamamaları farklıdır. Ayrıca küfrü doğru edemeyip yüzüne gözünü bulaştırmak vardır. İsterseniz deneyinde görün. Benim de ayna karşısında bir - iki denemem olmuştur zamanında. Ama yüzüm kızarırdı hemen. Sonra hem zaten iyi bir şey değil ki eksikliğini hissedeyim. Küfretmeden sürdürülen bir yaşamdan kim rahatsız olur? Ailem beni terbiye içinde büyüttü. Fakat yine imrenmişimdir hakkıyla söven adama. Neye sövdüğünü bilen ve küfrettikten sonra gururla çevresini süzüp, boğazını temizleyen adama. Her neyse… Geçenlerde bir gün adaya gideyim dedim. İşten bir günlük bir boşluk yakalamıştım. Bostancı’dan adalar vapuruna bindim. İstanbul’dan henüz ayrılmıştım ki bir anda dilimin ucuna okkalı bir küfür geldi. Nedensiz, birden bire! Çevreme bakındım; deniz kâğıt gibi, hava gayet güzel, vapurun üst katında dışarıdayım, çevremde neşeli, mutlu insanlar var. Martılar takılmış vapurun peşine. Hep hayret etmişimdir; bizle birlikte yolculuk eden bu hayvanlara. Kısacası hiçbir neden yok küfretmek için. Sırtımdan soğuk terler boşandı ve sessizce, çevremdeki kibar insanlara gülümsemeye çalışarak yuttum ağzımdaki küfrü. Ama işte insan beyni rahat durmaz ki. Dudaklarımın ucuna kadar gelen bu küfürde beni meşgul etmeye başladı. Ne denizi görüyorum nede martıları. Beynimde aynı ayıp kelime dolaşıp duruyordu. Kafamı dağıtmak için vapurun içinde gezindim biraz. Bir süre sonra başka düşünceler beni tekrar eski huzuruma kavuşturdu. Fakat çok uzun bir süre geçmemişti ki tekrar dudaklarım titremeye başladı. Belki asla duymadığım iğrenç bir kelime beynimde gezindi bir süre. Tam dilim harekete geçmeye hazırlanıyordu ki. Mani oldum bu pis eyleme! Bu kadar güzel, sakin yere ayıp olurdu. Ve hiç gereği yoktu! Kafamı dinlemek için çıkmıştım yola. Cep telefonum kapalı, tamamen huzur içinde geçirmeyi planladığım bir gün, vapurdayım –çok severim vapur yolculuklarını-, hava güzel, martılar takılmış gemimize daha ne olsun. Nerden aklıma geliyor bu pis kelimeler? Delireceğim. Başladım tekrar vapurun içinde turlamaya. Bir – iki çocuğu sevdim. Bir bayanın sigarasını yaktım, martılara simit atan insanları seyrettim. Sonunda tekrar yatıştırdım kendimi. Neden ve nereden geliyordu aklıma bu kelimeler çıldıracak gibiydim. Başımı ellerimin arasına aldım, geminin korkuluklarına yaslandım. Kendi kendime neşeli, eski bir şarkı mırıldanmaya başladım. Kendimi daha doğrusu beynimi bir şeyle meşgul etmeliydim. Yoksa bitmeyecekti bu aksi gün. Evet bu günde var bir aksilik. Tüm bu güzelliklerin arasında göremediğim, duyumsayamadığım bir aksilik olmalı; beni rahatsız eden, bu iğrenç kelimeleri beynime sokan. Yoksa insan nedensiz, durduk yere küfretmek istemezki! Şarkıda işe yaramadı. Rahatlayamadım. Hemen boş bir yere oturdum, çantamdan bir kitap çıkarıp, okumaya başladım. İnsan boş kalınca sanıldığından da tehlikeli oluyormuş. Gerçektende bir süre sonra kitap iyi geldi. Vapur Büyük Ada’ya yanaştı. Kimi insanlar indi, yenileri bindi, keyfim yavaşça geri gelmeye başladı. Hangi adaya gitsem diye düşünmeye başlamıştım ki yanıma biri oturdu. Sessizce yanıma yaklaşırken, başıyla selam verip yanımdaki boşluğa iliştirdi koca götünü. Evet aynen bu kelime geçti beynimden. Biraz iri, uzun boylu, kilolu biriydi. Normalde de böyle iri insan çok görmüşümdür. Fakat hiçbir zaman bu şekilde nitelendirmezdim. En kaba haliyle yarma ya da insan azmanı derdim. Hadi bilemedin iri kıyım olsun. Yok, yok bugün kesin bende bir şey var! Ya da günün kendisinde bir şey var. Şu kadın nasıl? Fahişe besbelli! Nereden belli? Bacaklarını nasılda açmış. Ellindeki dergiyle yüzünü yelliyor! Kesin fahişe ya da o yolun yolcusu! Neler oluyor bana, neler diyorum ben! Karşımda duran sevimli çocuk? Oda kesin piç! Ulan nereden biliyorsun anasını babasını! Baksana yere tükürdü! Yok, yok kesin piç canım! Çıldıracağım! Nereden çıktım bu yola? Vapur iyi gelirmiş, rahatlatırmış. Yalan! Hepsi yalan bunların! Bir kere huzur dediğinin insanın beyninde olması gerekir. Sen hayatın boyunca küfretmeden yaşa, sonrada aman deniz güzel, baksana martı ne kadar alçaktan uçuyor gibi hayatın güzelliklerini ara dur. Ya martılar? Onlar zaten yavşak… Ulan hangi hayvan bir lokma simit için Bostancı’dan Adaya gidip gelir? Alıştırmışız kendi çıkarcılığımıza hayvanlarıda. Vapur biraz boş olsun, ya da vapur biraz ilerlesin ve simit atanlar çok olmasın; hemen gerisin geri Bostancı iskelesine dönüyor namussuzlar! Orada iskelenin çatısında bir sonraki -simidi bol olan- vapuru bekliyorlar. Deliriyorum galiba. Ellerim başımın arasında, bakışlarımla beynimden insanlara küfrediyorum. Neye baksam, neyi görsem hemen aklımdan onunla ilgi argo değil daha ağır kelimeler geçiyor. Küfür bunlar canım. Hem de ne küfür! Başım çatlıyor, çatladıkça daha çok sıkıyorum ellerimle. Vapur son adadan da ayrıldı. Geri dönüyor Bostancı’ya. Hiçbir yere bakmam lazım. Gözlerimi kapadım, ellerim başımın arasında zangır zangır titriyorum. Belki geçmiştir saplantım diye hafifçe gözlerimi açıyorum. Fahişe hala kalkmamış, karşımda sigara içiyor! Piçte korkulukta duran can simitleriyle oynuyor. Tekrar gözlerimi kapadım. Bekledim bir süre. Ter içinde kalmışım. Bari gidip, elimi, yüzümü yıkayım kendime geleyim. Zaten Bostancı’ya da az kaldı. İnerim ve bu lanet günü unuturum. Korka korka ayağa kalktım. Kimseye bakmamam lazım… Gözlerim kısık bir biçimde tuvalete doğru yürüdüm. Yol boyunca pezevenklerin, fahişelerin, piçlerin yanından geçtim, yavşak martı sesleri arasında. Tuvaletin kapısı açıp içeri girdim. Bir anda rahatladım. Tüm pis kelimeler boşaldı beynimden. Ama ne kelimeler! Günyüzü görmemiş, en kaşarlanmış kulakları bile titretecek kelimeler… 5 – 10 dakika tuvalette aynanın karşında bekledikten sonra elimi, yüzümü yıkayıp çıktım. Vapurda Bostancı’ya yanaştı. Önümde olan bir bayana nazikçe yer verip vapurdan indim. - Pardon beyefendi valizimi taşımama yardım eder misin? - Ah tabiî ki! Kusuruma bakmayın görmedim ellerinizin dolu olduğu… Ne tarafa gidiyorsunuz? - …’e - Bende o tarafa gidiyorum. - Çok teşekkür ederim - Ne demek. Rica ederim, insanlık öldü mü!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © onur güner, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |