Mutlu köle çoktur. -Darwin |
|
||||||||||
|
Bizim evimizde, Bir masanın kıyısında hatırlıyorum onu. Mavi örtü kapalı, rus malı, cevizden bir masanın… Elinde bir çay tabağı, porselen, İran işi kaçak mal. Çay soğutup içtiriyordu bana güzel kızlarla desenlenmiş o tabağın içinden. ”Tatlımı balam?” sözleri dolardı kulağıma o şirin dillerinden akıp, bir şeker daha atar karıştırırdı çayımı, bir eliyle okşayıp saçlarımı. O zamanlar bir kamyon devrildisinde bırakmamıştı o kolunu dirseyinden yukarı, saçlarımı okşayan… Kar yağmadığı zamanını hatırlıyorum saçlarına, her dem nemli gibiydi saçları ve yumuşak (ona benzeyen oğlunun saçlarına inat) Yanaklarına da kar yağmamıştı… Alnında derin çizgiler vardı hangi düşünceden kalma kim bilir? Gür kaşları ve altında bir çift şefkat rengi göz… O derin kanyonlar o zamanlarda vardı yüzünde; Dudak kenarlarından başlayıp yukarı doğru gülümsemelere uzanan. (sonradan o güzel yüzünü elvedasız terk eden gülüş izleri, derin derin)… Ben onun en çok gülmesini sevmiştim. Gülmesi… O çizgilerin içinde yanaklarına batan gamzeler ve çenesinde derin bir çukur (şimdiye dek ondan başkasına yakıştığını görmediğim) İlk taşındığımız yıllardı mahalleye, Bir kedi akşam üzerleri bahçemize girerdi. Evde, bahçede dolanırdı haddini bilen bir konuk gibi, arsızlaşmadan; ağırbaşlı, vakur. Bir müddet oyalanır sonra arka bahçenin duvarına çıkardı. Tam köşede gözlerini yatırıp yola, sırtını akşam güneşine. Gün batardı, kedi bakardı, biz bakardık… bir kediye, bir yola… Gölgeler uzadıktan sonra, Gölgeler kaybolduktan sonra, Gündüzün eyvallahı soğumaya yüz tutarken… Tren yolu geçidinden, sokak lambasının altından geçip gelirdi, sallana sallana; bir o yana, bir bu yana… Biz kediye bakardık, kedi bize bakardı… Her zaman ilk önce kedi koşardı, sıçrardı omzuna, munis bir miyavlama ve usuldan kıvrılırdı… Beş tane yirmi beş kuruşu olurdu her zaman elinde, almak istemezdik. Uzun kızmalarının sonunda avucumuza bırakırdı iki tane bana, birer tane kardeşlerime. Elini tutmak isterdik. Üç kardeştik ve bir eli vardı, diğer kolu terk edip gideli hayli olmuştu. Hep bana düşerdi o biricik ve o tek eli. Sarılırdım sımsıkı, yanağımı yaslardım ve farkında olmadan o (bazen biraz nazlanarak) evimizden içeri alırdık. ”Yine yolumu bu yana çevirdi sıpalar” derdi, gülüşürdük. Birer sigara yakarlardı babamla, selam yok, sabah yok, o her zaman hoş gelirdi. Küçük abim gözlerini kaçırırdı babamdan ve annemden, o yolu gitmemek için. Ama kulaklarını tıkama şansı yoktu ve istemeden yola düşerdi alışkın ayakları kendiliğinden. Önce eşi gelirdi (bazen elinde bir kap turşuyla), sonra çocukları. O daracık ev bayram yeri, gönül genişliği o zamanlardı. Haberler dinlenirdi pür dikkat radyodan. Tabakları, kaşıkları bir birine değdirmeden usuldan bir anda kurulurdu sofra( masallar aklıma geliyor şimdi.”açıl sofram açıl”) Çay faslından sonra gazetesine dalardı babam, kulağı radyoda kısa dalga bilmem kaç khz. Mahsuni türküleri çalardı en çok ve Cem Karaca düşmüş olurdu mahpus damlarına arada bir. O, siyasetin kenarından; sol kıyısından dolanırdı her zaman. Sessiz, sakin. O heyecanla beklediğimiz an gelirdi nihayet gömlek cebindeki mendiline uzandığında. Diz üstü çökerdik yanında, Bir varmış-bir yokmuşları çıkarıp atmıştı masallarından, hepimizi birden kucaklayıp kulaklarımızdan atı verirdi anlattıklarının içine. O yüzden hep hikaye tadında olurdu anlattıkları. O anlatılarında; Leyla beni beklerdi, ben Kays olurdum; Döne döne güneş başımda, çöller mecnun ben mecnun. Aslı düğmelerini çözerken al göğsünden, ben ellerimde dişlerimi biriktirirdim ve tükenip yana yana… Şirin sabırlara sığınırken, kayalara çalardım gürzümü, Mem olurdum botan zindanlarının darında Zin’e acılar yollardım günah sevdaların içinden. Züleyhanın sevdasını kıskanırdım Yusuf'a… Kah Ali'ydim Zülfikarı elinde, Kah Pir Sultan'dım; Asi! İsyanlarım hızır paşaya . Hiçbir anlattığının sonunu getiremezdim, dizine başımı koyup hikayelerin içine girer, uyur giderdim. Saçlarımda eli sıcacıktı… Bir gün uzaklardan haberi geldi. O, başımı koyup uyuduğum dizide hiç olmayacaktı artık! Dayanamazdım, dayanamazdık onu öyle yarım görmeye ve hayatı kabullenmeği öğrendik hiç istemeden ve o her zamanki güleçliğini, hayata gülüp geçtiğini hiç terk etmedi…taa…ki en küçük kardeşi(babam) selamını kesip ocak ayazında, zemheri ayazında içinde/içimizde yangın yakarak eyvallahsız gidene kadar. ”Benide al” diye yalvarırdı… Gözüne görünmeye korkardık, ağlardı, ağlasın istemezdik. Ve sonradan öğrendik ki ciğerlerinden yemeğe başlamış ömrünün sermayesini, kimseye bildirmeden… Yine bir ocak akşamı, yine zemheri ayazı kardeşinin gittiği gün ve gittiği saatte ve tam bir yıl sonra… Tatlı dillim, DENG_BEJ'im, Amcam... Binip atına azrailin… Gitti, kavuştu kardeşine… O erdi muradına, öksüz bırakıp hikayeleri… Asi & mavi / feridun
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © asivemavi36, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |