..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Bazen evrende yalnız olduğumuzu düşünürüm, bazen de olmadığmızı. Her iki durumda da bu düşünce beni afallatır. -Arthur C. Clarke
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Türkiye > Ali Osman Öztürk




19 Kasım 2005
Ulusal Egemenliği Nasıl Algılıyoruz?  
Ali Osman Öztürk
Günümüz Türkiyesini okumak ve anlamak zorundayız.


:CHIJ:
Sizinle sohbetime önce Egemenlik kavramını sözcük bazında ele alarak başlamak istiyorum.
Egemen (sıfat)
1. yönetimini hiçbir kısıtlama veya denetime bağlı olmaksızın sürdüren, bağımlı olmayan, hükümran, hakim anlamına geliyor. Örn. Egemen devlet tamlamasında olduğu gibi. 2. mec. Sözünü geçiren, üstünlük kazanan (hegemonik?)
Egemenlik ise buradan hareketle; 1. egemen olma durumunu, 2. milletin ve onun tüzel kişiliği olan devletin yetkilerinin hepsini, hükümranlığı (üstünlüğü) ve hakimiyeti ifade ediyor.
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” Sözünde olduğu gibi.
Dilimize Yunanca’dan geçmiş olan hegemonya ise, “bir devletin başka bir devlet üzerindeki siyasi üstünlüğü ve baskısı” anlamına geliyor.
Böylece diyebiliriz ki, Türkçemiz, kendi söz varlığımızdan (ege: bir çocuğu koruyan, işlerine bakan ve her türlü davranışından sorumlu kimse, veli) gelen egemenlik ile Yunanca kaynaklı hegemonya arasında çok anlamlı bir ayrım yapmış oluyor. Egemen ülke kendine hakim olmak ise hegemonya başkasına hakimiyet demektir.
Bir ülkenin kendine hakim olması ise ancak kendini bilmesi, tanıması ile olanaklıdır. Ne demiş atalar “Sen seni bil, sen seni, sen seni bilmez isen patlatırlar enseni!”
Ulusal egemenlik büyük, yani onurlu bir devletin öz niteliğidir. Onurlu kalmanın bedeli de büyük olur. Büyük başın büyük derdi gibi büyük devletin de büyük sorunları vardır.
Şimdi şöyle kısaca bakarsak yakın tarihimize, örneğin Çanakkale Savaşlarından bu yana bu sorunların boyutunu anlayacağız. Mustafa Kemal’in önderliğinde Bağımsızlık Savaşımız, Türk aydınlanma süreci, ekonomik kalkınma, bölgesel barışın tesisi, Batı serüveni, içerde ve dışarıya karşı devam eden uygarlaşma savaşımı, bağnaz direniş ve ayrılıkçı hareketler, Amerika ile dans, cumhuriyet kazanımlarının zaman zaman tehlikeye düşmesi ve düşürülmesi, Gümrük ve Avrupa Birliği, Müzakereler, Avrupa müktesebatına uyum kapsamında ödün baskıları, PKK ve Ermeni cephesi, sözde soykırım dayatmaları, Kuzey Irak belirsizliği, Müttefik bildiğimiz ülkelerin münafıklığı, gelir dağılımında eşitsizlik, kapkaç, medya kirliliği, ekonomik, siyasal, kültürel ve hatta alfabetik açıdan kuşatılmışlık durumu vs. vs. Tüm bunlar sorunlarımızın çok çok büyük olduğunu göstermiyor mu? O halde biz kendimizi bileceğiz, aksi halde ensemizi kesinlikle yoklamaya hevesli çok meraklılar çıkacaktır.
Biz kendimizi tanımak için ne yapıyoruz? Bunca badire arasında son dönemde bir trend var Türkiye’de. Dikkat ettiniz mi, (sanırım gazeteci Metin Uca’nın dilimize pelesenk ettiği) “Yurdum İnsanı” trendi. Bu öyle bir insan ki, inanılmaz işler yapıyor: fizik, mantık her ne ise hiçbir kural tanımıyor. Gazeteler, dergiler, kitaplar, karikatür sanatçıları bir yandan işte bu “Yurdum İnsanı”nı betimlemek, resimlemek, tanımlamakla meşgul (1). Bu çok ilginç geliyor herkese, çünkü yıllardır “Türküm doğruyum, çalışkanım” diye başlayan okul andında tanımlanan tipe pek uymadığımız, “kör parmağım gözüne” ortada. Bu nedenle internette, dergilerde, gazetelerde Türkün garipliklerinin konulaştırıldığı fıkraların, karikatürlerin yanında, aynı zamanda kelli felli kitaplar çıkıyor, ve çok satıyorlar: Türkleri Anlama Kılavuzu (Zeki Kayahan Çoşkun), Kaçılın Türkler Geliyor (Özlem Kumrular) (2)
Ben bunu kendimizi tanıma yönünde bir çaba olarak değerlendirmek istiyorum. Ne olduğumuz kadar ne olmadığımızı da bilmeliyiz çünkü! Kendimizle dalga geçebilecek olgunluğa ulaşmamız önemli bir gösterge.
Dünyada Türk imgesi/ Türk imajının da yabana atılmaması gerek. Piyasada son on yıldır o kadar güzel kitap yayınlandı ki, gerek akademisyen gerek gazeteci yazarlar bu alanda çok ilginç resimler ortaya koydular (3). Şimdi çok iyi biliniyor ki, yabancılar bizi bizim bildiğimiz gibi tanımıyorlar, çok çarpık, ya da bize öyle gelen imajımız var ne yazık ki! (4)
Artık kendimizi çok merak eder olduk. Son dönem Kaynana, gelin vb. yarışma programlarına gösterilen ilginin arkasında da aynı zamanda bence bu merak var: İnsanlar adeta deney laboratuarında kendilerini izliyorlar.
Ne oluyor bu arada? Medya aynı zamanda Amerika’yı Kuzey Irak’ta, Büyük Ortadoğu projesini, PKK-Ermeni miğferini işbaşında, AB ülkelerini bunların ardında, Türkiye’nin bölünme tehlikesini, ayrılıkçılığı, soykırım dayatmalarını, Çanakkale anılarıyla (90 yıl dönümü) ulusal coşkuyu da taşıyor gündeme.
Bakıyoruz Adolf Hitler’in Kavgam’ı bestseller olmuş, yapılan anketlerde Amerikan imajının Türkiye’de dibe vurduğu görülüyor. Mersin’de (21 Mart 2005) bayrak yakma girişiminin uyandırdığı infial, diğer illerde konuyla ilgisi olmayan TAYAD’lılar örneğinde linç isterisi, bir tür sosyal patlama. Basının sık sık kullandığı bir manşet: Neler oluyor bize? Bize bir şeyhler oluyor.
Tüm bunların ulusal egemenlikle, ulusal bilinç, bilinç üstü ve -altıyla ilgisi olsa gerek. Türkiye’de bir şeyler oluyor: ABD, AB, Yunan, Kürt, Ermeni ekseninde oluşan bu bayrak duyarlılığında, kuşatılmışlık duygusu, güvenliğimizin tehdit altında olduğu kaygısı yanında, şovenizme kapılmadan okunması gereken bir mesaj var gibi geliyor bana. Toplumun bilinçaltında var olan ve aslında yabancılarla ilişkide hep dikkatli olunması gerektiği hususu değişik bir görünümle karşımıza çıkıyor sanki. Ortak toplumsal bilincin dilde yansıması olan atasözleri bu bakımdan bol malzeme sunar bize. Atasözleri Sözlüğü’nün (5) A ve B harflerinden seçtiğim örneklere bakınız:
Aç gözünü, açarlar gözünü.
Adama dayanma ölür, ağaca dayanma kurur.
Akar suya inanma, el oğluna güvenme.
Alçacık eşeğe herkes biner.
Arpacıya borç eden, ahırını tez satar.
Azıksız yola çıkanın iki gözü el torbasında olur.
Balık ağa girdikten sonra, aklı başına gelir.
Balık baştan avlanır.
Baskın basanındır.
Beyler buyruğu yoksula kan ağlatır.
Bir çöplükte iki horoz ötmez.
Borca içen iki kez sarhoş olur.
Borçlunun dili kısa gerek.
Borç yiyen kesesinden yer.
Bülbülü altın kafese koymuşlar, “ah vatanım” demiş.
Büyük balık küçük balığı yutar.
Büyük başın derdi büyük olur.
Başını acemi berbere teslim eden, pamuğu cebinden eksik etmesin.
Bilinen fıkradır; Nasrettin Hoca, tıraş olmak ister, acemi berber kafasının yarısına kestikçe pamuk yapıştırıyormuş. Hoca dayanamamış, bırak kardeşim demiş, yarısına pamuk ektin, diğer yarısına ben kenevir ekeceğim. Türkiye’miz de öyle değil mi? Ne ekip dikeceğimize kendimiz karar vermek istiyorsak, ulusal egemenlik ilkesinin devletler arası her alanda asla ödün verilmeden hakim kılınması sağlanmalıdır.
Türkiye’de uyanan ulusal bilinç elbette dışarıda bazı çevreleri rahatsız ediyor. Uyanan infiali yatıştırıcı bazı manevralar görülüyor. Politik açıdan örn. Amerikan imajının düzeltimi konusunda açık taleplerin yanında, yine Amerikan görsel medya (6), çizgi roman (Yeniçeri) (7), vb. alanlarda Türkiye’yi dost safında tutma çabaları eksik olmuyor.
Beni sevindiren gelişmelerden biri de Ulusal bilincin salt söylemlerden öte bilim kurgu alanında somutlaşması.
Metal Fırtına (8) ve Bıyıklı Kasırga (9) adlı kurgu romanlarının (estetik değerlendirim bir yana) içerik açısından çözümlenmesi yararlı olacaktır kuşkusuz. Sahip olduğu madenlerden ötürü Amerika’nın saldırısına uğrayan olası bir Türkiye ile Amerikan yönetimini ele geçiren olası bir Türkiye’nin ne yapabileceğini düşünme aşamasına gelinmiştir. Her iki kitapta da olumsuzlukların nedeni ABD’dir (10). Metal Fırtına sonuçta, Türkiye’yi öncelikle kendi gücü ve daha sonra stratejik önemi dolayısıyla, komşusu Avrupa ülkeleri ve Rusya’nın potansiyel yardımıyla savaştan galip çıkarır:
“Savaşın bittiği günün ertesinde, güneş farklı bir Türkiye’nin üstüne doğdu. Yaşanan bunca acıya ve kayıplara rağmen insanlar, korkunç bir kabustan uyanmanın rahatlığını hissediyordu. Bu topraklar dünyanın kalbiydi ve ona sahip olmak ateşle imtihanı gerektiriyordu. Ve her nesil bu imtihanı vermek zorunda kalabilirdi, kalmıştı.(…) Yorumcular bir süper güç olan ABD’nin Türkiye’de ağır bir darbe aldığının altını çiziyor, yurtdışı muhabirleri bütün dünya başkentlerinden tepkileri aktarıyordu. Türkiye tıpkı bir önceki asrın başında olduğu gibi varlığına karşı bir tehdidi bertaraf etmişti.” (11)
ABD’nin keyfi uygulamalarına karşı Solcularla Ülkücüleri ilk kez birlikte gösteri yaptıran “Bıyıklı Kasırga”da ise bir uzaylının verdiği boyut değiştirici aletin yardımıyla Beyaz Sarayı ele geçiren Türk, sonuçta benzer nahoş politikalara kalkışınca fikir değiştirir, bilinçlenir ve aleti yok ederek her şeyi eski haline çevirir. Kitabın son bölümü ulusal bilince ayrılmıştır. Roman kişisi şöyle bitirir:
“ ‘Diyorum ki; bizim toplumun bilinçlenmeye, bilgilenmeye ve kültür seviyesinin artmasına ihtiyacı var. [Her eve bir kitaplık kampanyası] belki faydalı olabilir. Bence bununla ilgilenmeliyiz’. (…)’Dur bir dakika ya. Nerden çıktı şimdi bu toplumun kültür seviyesi, her eve bir kitaplık kampanyası falan’dedi ablası.
Ertürk gülerek cevap verdi: ‘Şairin dediği gibi, her şey birden bire oldu.’”

Sonuç olarak;
Günümüzü iyi okumamız gerekiyor. Başkasını ve kendimizi tanımamız bize karşılaştırma olanağı vermesi bakımından çok önemli elbette. Ancak karşılaştırıp pısmak değil tabi amaç. Donanımlı olmak ve her alanda bir yarışmanın içinde olduğumuzu hiç unutmamak (ulusal ve uluslar arası spor karşılaşmaları bunun en masum görüngüsüdür).

Ulusal bilinç asla ırksal milliyetçilikle karıştırılmamalı ve kışkırtılara gelinmemelidir. Aksi halde egemen değil, yerelde kendi kendimize ya da daha doğrusu biri birimize hegemonik oluruz. Sonuç: Türkün Türke propagandası ya da yerel milliyetçilik sığlığı. Yerel olaylara saplanıp mevcut potansiyelimizi atalete, iş göremez duruma iten bağlardan, sığ çekişmelerden ve özellikle aptal kutularından sakınmamız gerekiyor.

Yazımı A. Selçuk İlkan’ın bir şiiriyle bitiriyorum:

Oğlum!
Bir babanın doğum gününde oğluna mektubudur...

Sevgili oğlum
Bugün tam on yedi
yaşındasın
Görüyorum ki artık
Her şeyin farkındasın
Ama ne zaman
ararsam seni
Ya diskoda
Ya barda
Ya ekran karşısındasın.

Haklısın oğlum
Devir artık bu devir
Sen de çemberini
çağına göre çevir
Senin neyine
Resim roman şiir
Senin neyine
Sanat vesair
Ne diyor meşhur
televizyon büyükleri
Vur patlasın çal oynasın
Devir artık bu devir

Nasılsa
Son düğmesi de koptu insanlığın
Vefa can çekişiyor arka sokaklarda
Umut mendil sallıyor giden trenlerin
ardından
Onur, adres arıyor
mezarlıklarda

Ama sen de haklısın
Sana mı kaldı
Kurtarmak vatanı
Sana mı kaldı
Uyandırmak yatanı
Sana mı kaldı
Duvara yapıştırmak
Bu memleketi satanı
     Gel gör ki oğlum
Senin de kurtuluşun yok bu gidişten
Ne etsen ne yapsan
Bir düğün
Bir bayram
Bir lale devri
Hangi ekrana baksan

Kim kiminle evleniyor
Kim kiminle çıldırıyor
Kim kime daldan dala
Gelinim olur musun
diyor

Kimin umurunda
yarınlar
Kimin umurunda
çocuklar
Kimin umurunda bu
isyankâr çığlıklar
Bir kavgadır
Bir yarıştır
Bir rezalettir gidiyor.
Kime sorsan
Cevaplar dünden hazır
Halk böyle istiyor
oğlum
Halk böyle istiyor
Gel gör ki
Bir reyting uğruna
Ne 'güneşler batıyor' oğlum
Ne güneşler batıyor....


Ahmet Selçuk İLKAN

Dipnotlar
1) Cihan Demirci: Türküm Doğruyum Fena Halde Doluyum, Era Yayınları. Ve diğerleri...
2) Zeki Kayahan Çoşkun, Türkleri Anlama Kılavuzu. Birharf Yayınları, İstanbul 2005; Özlem Kumrular, Kaçılın Türkler Geliyor, Neden Kitap Yayını, İstanbul 2005.
3) Bkz. örn. En son yayınlanan Dünyada Türk İmgesi, Yay. Haz. Özlem Kumrular, Kitap Yayınevi, İstanbul 2005.
4) Bkz. örn. Clare Sheridan, Sade Türk Kahvesi, Çev. Zeynep Güden, Arion Yayınevi, İstanbul 2004; Gustav Rasch, 19. YY. Sonlarında Avrupa’da Türkler, Çev. Hüseyin Salihoğlu, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2004; Andrew Mango, Türkiye ve Türkler (1938’den Günümüze), Çev. Fesun Doruker, Remzi Kitabevi, İstanbul 2004.
5) Ömer Asım Aksoy, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, Cilt: 1, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1984.
6) “Türkleri İncitmek İstemedik”. Akşam, 10 Şubat 2005. (24; Kiefer Sutherland özür diledi)
7) Planet DC, Annual 2000, JLA August 2000, Annual 4). http://www.cizgiroman.gen.tr/dosya.asp
8) Orkun Uçar – Burak Turna, Metal Fırtına, Timaş Yayınları, İstanbul 2005.
9) Erdoğan Ekmekçi – Adem Özyol, Türklerin Amerika’yı İşgali: Bıyıklı Kasırga. Amerika Bizimdir., Akis Yayınları, İstanbul 2005.
10) Bkz. ayrıca a.g.e., s. 19.
11) A.g.e., s. 298.

.Eleştiriler & Yorumlar

:: hocama
Gönderen: muhammet sütçü / Kırşehir/Türkiye
3 Şubat 2008
Hocam,calışmalarınızı keyif ile takip ediyorum;öğrenciniz olmak güzel diye düşünüyorum.Çalışmalarınızın devamını bekleyeceğim. Bu sitede yayımlanan şiirlerime ilgi gösterirseniz ayrıca mutlu olacağım, salıcakla kalınız.




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın türkiye kümesinde bulunan diğer yazıları...
Atatürk ve Yabancı Dil Üzerine

Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Alman Edebiyatında Sevgi, Hoşgörü ve İnsan Hakları
Barbara Frıschmuth Konya'daydı
Nasreddin Hoca Şiirden Anlar Mıydı?*
Gördüm Konya'yı
"Baki Kalan Gök Kubbede Hoş Bir Sefa İmiş"
Türk Halk Türkülerinin Şiirselliği
Dil'de Kirlenme Üzerine
Atatürk'ü Anmak
Öykünün Hikayesine Dair…
1946 Münih'inde Turizm

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Nasreddin Hoca'nın Şiiri [Şiir]
Bir Şiirdir Yaşam [Şiir]
Hazan Günü [Şiir]
Rudolf Otto Wiemer [Şiir]
Anladım ki... [Şiir]
Sanal Bayramlar [Şiir]
"Göğsünün üstüne iki yıldız/gözlerinin üstüne iki öpücük" [Şiir]
Şair [Şiir]
Ezginingünlüğü [Şiir]
Sadece Dostlarıma [Şiir]


Ali Osman Öztürk kimdir?

Akademisyen, çevirmen, halkbilimci, karşılaştırmacı, eleştirmen.

Etkilendiği Yazarlar:
Bilimsel anlamda Wilfried Buch, Otto Holzapfel, Gürsel Aytaç; edebi anlamda Luise Rinser, Buket Uzuner.


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Ali Osman Öztürk, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.