Bulanmadan ve donmadan akmak ne hoştur. -Mevlânâ |
|
||||||||||
|
Hava senden de güzel bu sabah ve paketler hazır piknik için; güneşle aramda figüranlık yapmaya çabalayan bulutlara inat... Panço da gelmek istiyor, ama ben istemiyorum sensizliğime onu da ortak etmek... Tel örgülerin arasından süzülürken ağaçların altına, paçama sarılıyor teller Panço’yu hatırlatırcasına. Tellerden de, ondan da kurtuluyorum ayağımı hırsla çekerek... Sanki içimi okumuş gibi, kış yılgını bir köpek yaklaşıyor, oturmak istediğim kavakların altındaki terkedilmiş yaşlı masaya. Bir parça et atıyorum en uzağıma, ondan ve zihnimdekinden kurtulmak için... Bir de, inceden birkaç damlacık yağmur düşüyor mangalın üstüne. Hani, senin o çok iyi bildiğin ve sevdiğin çisi türünden Ankara yağmuru var ya... Kış ortasında Nisan yağmuru olur mu? ‘Olurmuş demek ki’ diyorum; anneannemin mayısta pişirdiği kestaneler aklıma gelince... Ardından, gereksiz yere yine Panço geliyor aklıma. Kızıyorum sürekli aklıma gelmesinden ve onu silip attığımı sanıyorum hızla zihnimden... Hava kararıyor içimdeki aydınlığa inat. Arabaların ışıkları, gece güneşi rolüne soyunmuşlar. Bir de kendinden emin, kesik sol işaret parmağım; direksiyonun üstünden bana bakıyor. “Beni sen kestin!” Aklıma Panço’yu getirmeden, ona soruyorum. “Peki, beni kim kesti?..” Bugün 6 Şubat; arifeyi aşmış Pazar. Dün kesilen parmağımın ucundaki yara bandı gibi güneşin önünü kesmiş bulutlar... Panço, terasın kapısını tırmalıyor yüzüme bakarak. Gülümsüyorum onun bu eylemine. Nasıl gülmem ki, ilk kez bana çişi geldiğini haber veriyor şımarık şey... Kapıyı açmaya yöneldiğimde, onun bir süre daha bana çişini haber vermeyeceği gerçeğini öğreniyorum: Kar yağıyor!.. Gülümsemem devam ediyor, ona ve yere düşmek istemeyen karlara takılı bakışlarım sayesinde. Çıldırmış gibi koşuyor egemenliğindeki terasta; bir o başa, bir bu başa... Gökyüzüne savaş açtığını anlıyorum, ulumaya dönüşmeyen havlamalarından. Yine gülüyorum, anılar kırıntısından gözümün önüne dökülenlerle... O, çok iyi bildiğin ve sevdiğin Ankara’nın karı, coşunca anılarla birlikte atıyorum kendimi sokaklara onsuz. Çünkü, O, daha çok küçük ve daha göreceği çok kar olacak bu şehirde... Bir kedi sürtünüyor havaya, sokak çöpsüz... Arabalar, komşusuzlara nispet edercesine kaldırımlara komşu... Yapraksız ağaçlara tutunmaya çabalayan karları düşürüyorum kafamın üstüne, beyazlarımla örtüşsün diye... Beyaz deyince içim burkuluyor; aklıma sen geliyorsun... Yeniden gülmeye çabalıyorum, burukluktan titreyen dudaklarımla... Panço için söylediklerimi hatırlıyorum son kez: O, daha çok küçük ve daha göreceği çok kar olacak bu şehirde; aynı senin gibi... belki de benim gibi... 5-6 Şubat 2005 Ankara
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Orkun Levent BOYA, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |