..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Öyle yaşamalısın ki ölünce mezarcı bile üzülsün. -Mark Twain
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Eleştiri > Popüler Kültür > Mehmet Sinan Gür




28 Nisan 2002
Rüya Gibi - Kafkas Halk Dansları Gösterisi  
Mehmet Sinan Gür
Halk Oyunlarını Lise çağlarından beri izlerim. Resimler için bakınız: http://kadikoykafkas.tripod.com/resimler.html


:GCGA:
27 Nisan.2002 de, İstanbul, Maltepe, Yayla Sanat Merkezi’nde tümüyle amatör fakat bir profesyonel titizliğiyle çalışan insanlardan oluşmuş bir grubun sunduğu harika bir gösteri izledim. Ben onları uzun süredir izliyorum. Hemen hiçbir gösterilerini kaçırmıyorum. Ona Yaşam ve Özgürlük adını taktım. İki yıl önce izlediğim gösteriden sonra onlar için bir eleştiri yazmıştım. Her gösteri diğerinden farklı oluyor. Bazı şeyler ekleniyor, bazı şeyler çıkarılıyor. Bunda iki sebep rol oynuyor. Grup amatör olduğu için ayrılanların yeri bazen doldurulamıyor. Diğer neden de daha iyiyi bulma çabası yüzünden. Her izleyişimde onları biraz daha gelişmiş buluyorum. Önce iki yıl önce onlar için yazdığım yazı.

YAŞAM VE ÖZGÜRLÜK
(Jizn i Svaboda)

Kafkaslar, Türkleri ilk ağızda Şeyh Şamil, daha sonra da Çeçenler açısından ilgilendiriyor. Nitekim gösteride en büyük ilgilerden birini o bilinen müzik eşliğinde oynanan oyun alıyor. Ancak zamanında Osmanlılar Şeyh Şamile, Ruslara karşı yardım etmemişler, o da savaşa savaşa gücünü yitirmiş ve direnci kırılmış. Ben Şeyh Şamil’i bir özgürlük savaşçısı olduğu için seviyorum. O asıl gücünü buradan alıyor. Bu açıdan bakınca dünyadaki bütün özgürlük isteyen kişilere, ister istemez ön plana çıkmış liderlere sempati duymak ve doğru tarafta yer almak kaçınılmaz olur.

Kafkaslarda yalnız Çeçenler yaşamıyor. Gürcüler, Çerkezler, Abhazlar, Ahıska türkleri, Ermeniler, Azeriler ve Ruslar da yaşıyor. Ancak oradaki uluslar bazıları tarafından (bir zamanlar orada hakim olduğu için) yalnızca Türk, bazıları tarafından da (şu anda orada hakim olduğu için) yalnızca Rus olarak ve yanlış olarak değerlendiriliyor. Her iki sebepten de bazı kişiler oyunlara sempati ile bakmıyor olabilirler. Arada Kafkasya’nın gerçek sahipleri kaynayıp gidiyor. Oyunlar da iki şekilde suçlanıyor. Türkiye sınırlarında olmamakla ve çok fazla Türk(!) olmakla. İkisini de doğru bulmadığımı anlamışsınızdır sanırım.

Kafkas danslarını izlediğim zaman bende uyanan ve yerleşen duygu yaşam ve özgürlüktür. Bu oyunlara böyle bir ismin yakışacağını düşündüm. Gerçekten de başka bir bölgenin oyunlarını izlerken bu tadı almıyorum. Onları yalnızca güzel bir oyun olarak izliyorum. Belki de diğerlerinin bir ölçüde dirliklerini kurmuş olmalarından kaynaklanıyor. Halbuki Kafkaslarda hala bağımsızlık mücadelesi var, birçokları dünyada sağa sola dağılmış durumda.

Oyunların adı Yaşam, çünkü oyunlarda çobanlar, gençler, yaşlılar, dans, müzik, duygu var. Kızlarla erkeklerin ortak olarak oluşturdukları toplum var. Genç olduklarında gelecekten ve yaşamdan bekledikleri şeyler var. Yaşlı olduklarında geçmişe özlem var. Özgürlük, çünkü oyunlarda karşılıklı saygı, sevgi var; eşitlik var. Bireysel becerilerin serbestçe, coşkuyla sergilenmesi ve bunun diğer oyuncular tarafından takdir edilmesi var. Yani herkes birey olmuş; koyun değil. En önemli şey de eşitlik. Eşit olmadan özgür olunmaz.

Uzun boylu, kolları da neredeyse boyu kadar uzun olan arkadaş göğsünü yumruklarken “Ben iyi biriyim, ben özgürlüğü severim. Beni kabul et... Al beni... al beni...” Der gibiydi. Özgürlük dansla nasıl daha iyi anlatılabilir?

Dünyada ‘Riverdance’ ismiyle bilinen İrlanda step danslarının sergilendiği bir oyun var. Onlar çok güzel bir şey yapmışlar. Onları da büyük bir zevkle izlerim. Bence Kafkas danslarının ondan aşağı kalır yanı yok, üstelik fazlası var. Bir kere kaynak olarak daha zengin, daha çeşitli. Bu çeşitlilik oynadıkça ve zamanla ortaya daha çok çıkıyor. Oyuncular, hem siz hem bu danslar dünyada gerçek yerinizi almalısınız. Ticaret ise ticaret. Ticaret yapmak, ayıp bir şey değil ki. Ama ticaret özgürlüğü kısıtlar mı acaba? Sizi onlarla karşılaştırıyorum. Onlar profesyonel. Sizin bütün amatörlüğünüze rağmen ortaya bu çıkıyorsa onların olanakları ile neler yapabilirsiniz kim bilir.

Bir numara olmak kolay değil. Bazı özveriler ister. Bir numara olmak gibi bir niyetiniz varsa, herkesin hoşuna gitmeyecek kararlar almanız gerekebilir. Eleştirileri de dinlemelisiniz. Ben izleyiciyim. Sizi üç kez izledim. Sonuncu ile ikincisi arasında büyük denebilecek bir süre var. Ancak böylece aradaki farklılıkları da görmüş oldum. Kısaca bazı olumsuzluklara rağmen oyunların daha iyiye gittiğini söyleyebilirim.

Düşündüklerimi aktarmaya başlıyorum. Her şeyden önce oyunlarda ajite edici konuşmaların azaltılmış olması iyi bir seçim olmuş. Bu oyunlar bir kişinin veya bir kesimin değil, herkesin ortak ürünü ve tek ulusa da ait değil. Birbirine yakın kültürleri olan çok sayıda ulusun oyunları bunlar. Gidip onlara sorsanız hiçbiri diğerinin egemenliğini kabul etmez. Ama eşitlikse, yardımlaşmaysa, özgürce birlikte dans edip eğlenmekse bu kez kimse itiraz etmez.

Oyunlarda önceleri kızların büyük baskısı vardı. Doğrusu erkekler kızların yanında oyun becerisi olarak biraz eziliyorlardı. Ancak şimdi görüyorum ki erkekler de neredeyse kızlar kadar iyi olmuşlar. Burada önemli olan yalnız bireysel oyunlar değil, (onlara diyecek yok) birlikte yapılan oyunların başarısıdır. Önceden erkeklerdeki bireysel hareketler oyun genelinde çok fazla idi. Şimdi daha az; onun yerine toplu oyunlar gelmiş ve bu olumlu katkı sağlamış.

İki kişinin yaptığı davul gösterisi (şuna şov demeyin) son oyunda yoktu. Ama onsuz olmaz. Gösteri için çok önemli bir renk. Kesinlikle ayrılan arkadaşlarınızın yerine birilerinin bunu öğrenip yapması gerekir. Önceden erkeklerin davullarla çıktığı bir gösteri daha vardı. Onun şimdi o şekliyle oynanmaması iyi olmuş. Çünkü seyirci davulları görünce gerçek bir gümbürtü bekliyordu. Fakat o olmayınca hayal kırıklığı oluyordu. Davulları seyirciye gösterirseniz çalmalısınız.

Kızlar kendi şanslarını böyle bir derneğe girerek kendileri yaratmış birer balerindir benim gözümde. Bütün balerinler esas kuğuyu oynamak ister. Ancak yalnızca bir kişi oynar. O kişi en iyi olmak durumundadır. Kızlarda bir eksilme var. Baş balerinden söz ediyorum. Diğer arkadaşlar da iyi oynuyorlar, onun yerini doldurmaya çalışıyorlar; onları üzmek istemem ancak herkesin bildiği gibi o çok iyi bir dansçı idi. Onun yerinin bir şekilde -belki o kişiyi yeniden kazanarak- doldurulması gerekir. Erkeklerde bu durum gözlenmiyor. Yani bir kişi sıyrılıp ön plana çıkmıyor ve bence bu iyi bir şey. Oyunun özüne de uygun. Arada eşitlik var.

Şimdi önünüzde iki seçenek var. Ya bir erkek ön plana çıkacak, ya da bir kız arkadaşın ön plana çıktığı oyunlarda değişiklik olacak ve biraz azaltmaya gidilecek. Böyle devam edebilir mi? Bence oyunların geneline bakınca bir tarafı eksik kalıyor. Ben oyunun özüne uygun olduğu şekilde kızların arasında da eşitliğin sağlanmasını tercih ederim.

Kızların oyunlarında hiç sert hareketler izlemedim. Kızlardan havada takla atmalarını beklemiyorum :) ama en azından bir oyunda biraz daha hızlı bir hareket denenemez mi? Bu hareket kızların birbirlerini takdir ettikleri, alkışladıkları oyun içinde olabilir. Dağlı kızların oyunu diyorsunuz galiba. O oyunda zaten kısa süreli bir yaklaşım var.

Genel olarak hareketlerin özgürlüğü, rahatlığı, bireysel hareketlerde bile yanlarda duran kişilerin oyuncu önlerinden geçerken onu takdir ederek orada tepkisiz bir kukla gibi durmadıklarını belirtmeleri küçük fakat çok önemli bir ayrıntı.

Sizinle birlikte çıkan diğer grup için de söylenecek ve onlardan öğrenilecek şeyler var. Ahşap çerçeveden yapılmış vurmalı müzik çalgısı çok hoşuma gitti. Yalnız vurdukça çivileri yerinden çıkmasaydı daha iyi olacaktı :). Ancak çalgıcı arkadaş durumu fark edip, çalgısını çalarken birkaç tane de çivilere denkleştirip onları tekrar yerine çaktı.

O arkadaşlar çok amatörce davrandılar. Geldiklerinde de giderken de seyircileri selamlamadılar. Halbuki biz de bir gülümsemeyi, selamı hak etmiştik. Oyunları, çalgıları çok güzeldi. Sanki bir taraftan içlerinde bir burukluk vardı. Hepsinin Çerkez olduğunu biliyorum. Ama söyleyin seyircilere daha iyi davransınlar. Siz de o arkadaşlarla bağınızı kaybetmeyin. Hem siz hem onlar kazanırsınız. Yetişmiş yetenekli insanlara her zaman gereksinme vardır. Belki günün birinde AKM de birlikte soyluların oyunundaki büyük dairesel dönüşü yaparsınız. Belki bir gün Kafkas halk dans dernekleri federasyonu kurulur, her derneğin en başarılı olanları (milli takım gibi) gösterilerin gösterisini yapar.

O ahşap çalgı daha sonra sahnede kaldı, kırıldı, elektronik çalgıyı çalan arkadaşın üstüne yıkılıp rahatsız etti. Ayrıca oyun sırasında kaçınılmaz olarak bazı aksesuarlar düştü, çevreye saçıldı. Demek ki sahnede durumun nasıl gittiğini takip edecek bir sahne denetçisi gerekiyor.

Üç yaşlı ile bir genç kızın gösterisi çok hoş olmuş. Ancak kız arkadaş yaşlılar tarafından rahatsız edilmeyi çok ciddiye almayıp biraz gülümser veya şaşkınlık belirtirse daha da hoş olacak. Bunun için örnek olarak ‘Hair’ müzikalinde Berger’in sosyete toplantısını dağıtıp masanın üzerine çıkardığı pembe giysili kadını gösterebilirim. Bir de bu arkadaşın o sırada modern dans yapması çok fazla gerekli değil. Çünkü oradaki seyircinin öyle bir beklentisi yok. Tamamen sürpriz oluyor bu oyun.

Oyunların birbirine bağlanışı çok güzel. Bir oyun bitmeden takip eden oyundan en önce hazırlanmış kişinin sahneye çıkışı çok iyi bir etki bırakıyor. Seyirciyi biraz serseme (kötü anlamda kullanmıyorum) döndürüyor. Ancak gene de bize biten oyunu alkışlamak için biraz şans tanıyın.

Herkes oyundan kendine göre bir anlam çıkarabilir. Bana göre oyunların verdiği en önemli mesaj, birlik olun, birbirinizi sevin, bütün zorlukların üstesinden gelirsiniz. Bunun için bir lidere gereksinmeniz yoktur. Yaşamı paylaşın, başkalarına da yaşama hakkı tanıyın. Bunun oyunda en belirgin yeri, bir kız ve bir erkeğin pabuçlarını çıkarıp yalınayak dans etmeleriydi. Bütün dans edenlerin ve yaşamı paylaşanların birer makine olmadıklarını, etten, kemikten olduklarını simgeliyordu. Ben böyle algıladım.


Biraz da Müzik Üzerine

İnsanlar oynayanları izlemekteler ama bir yandan kulaklar müziktedir. Görüntü göze, müzik kulağa. O yüzden müzik de görüntü kadar önemli. Nasıl görüntü otantik ise müzik de öyle olmalı. Son oyunda elektronik klavyeli çalgıyı görünce biraz yadırgadım doğrusu. Bunu küçük bir müzik desteği olarak görmemeli. Çok önemli bir değişiklik. Çünkü her şey ‘unplug’ giderken karşımıza birdenbire geçmiş kültürlerde olmayan elektronik bir çalgı çıkıyor.

Yenilik ve ilerleme istenen bir şeydir. Ancak bunu yaparken güzel ve özgün olanın bozulup bozulmadığına dikkat etmek gerekir. MTV’nin ‘unplug’ programlarını izliyor musunuz bilmiyorum. Günümüzdeki bu kadar yüksek teknolojiye rağmen insanlar fişe takılı olmayan çalgılarla müzik dinleme gereksinmesini duyuyorlar. Elinizde kendiliğinden var olan bir şeyi neden harcayasınız ki? Müziği bir orkestra ile çalmak gibi bazı fikirleriniz olduğunu duydum. Bu bence büyük bir yanlış olur. Müziğin özgünlüğü, aynı zamanda oyunların da büyüsü bozulur. Ne kadar iyi oynarsanız oynayın yani görüntü ne kadar iyi olursa olsun müzik seyircilerin kulaklarını rahatsız edecektir. Böyle yaparsanız teknolojiye teslim olur, sonuçta kaybolur gidersiniz. Bu çok büyük bir tehlike. Ben geçmişte örneklerini gördüm.

Şimdilik küçük sahnelerde oynuyorsunuz. İleride belki daha büyük sahnelerde ve salonlarda oynama şansı olacak. O zaman belki iki davul bir akordion yetersiz kalacak. Çözümü gene otantik müzik içinde aramak gerekir. Aklıma gelen şeyleri sıralıyorum. Tar bir Kafkas çalgısı mıdır? Kafkasların özgün yaylı telli çalgıları var mı? Ya da adı sanı duyulmamış başka çalgılar var mı? Bunlar araştırılmalı. Bütün oyuncuların davul çaldığı bir oyun olabilir. Bir oyunu o gümbürtü götürür. Bazı oyunlarda birden çok akordion, 5-6 davul kullanılabilir. Bazı oyunlarda konuk grubun kullandığı ahşap çerçeveli vurmalı çalgı -belki çok sayıda- kullanılabilir. Kaval benzeri çalgılar da kullanılıyor Bunların da sayısı artırılıp çok sesli duruma getirilebilir. Ancak bunları yaparken abartıya gitmemek, özü gözden kaçırmamak gerekir.

Bu durumda müzisyenlerin sayısının artması gerekecek. Onlar belki birden fazla çalgı çalmak zorunda kalacaklar. Oyuncular müziğe katılacak. Sahneye, ışıkların altına müzik aletleri ve müzisyenler çıkacak. Aslında bence şu anda çalınan müzik oldukça zengin. Güney Anadolu’nun davul zurnalı oyunlarında davulu çalan bir başına ortaya çıkar, döner, takla atar, yerlere yatar :). Gene bunu beklemiyorum ama sizinkiler bir selam vermeden gelip gidiyorlar. Halbuki biraz ışık düzenlemesi ile zaman zaman dikkatler onların üzerlerine çekilebilir. Onlar da kişisel becerilerini ortaya çıkarma şansı bulurlar. İki türkü söyleyip giden Azeri türkücü onlardan daha fazla ilgi görüyor ve bence biraz haksızlık oluyor.

...

İki yıl önceki yazı bu kadar. Bu gösteride sevinçle gördüm ki yaptığım eleştirilerin bir kısmı işe yaramış. Evet, oyun aralarında kibar, zarif bir baş hareketiyle selam veriyorlar. Alkışlamaktan ellerim patladı. Dağlı kızların coşkusu hiç de erkeklerden aşağı durmuyordu. Müzisyenler karanlıkta kalmamışlar. Teker teker izleyicilere sunuldular. Onları doya doya dinledim, izledim. Oyun müziklerinden başka, Yavuz Bingöl’ün ve Ermenilerin Salkım Hanımın tanelerinde söylediği ‘Sarı Gelin’i ve Zara’nın söylediği ‘Sen Gelmez Oldun’u çaldılar. Hele üç ihtiyar oyununda kız aynı tanımladığım gibi çok sempatik oynadı. İhtiyarlar zaten komiktiler. Cep telefonu esprisi, bellerinin tutulması, eski müzikle yeniden canlanma vs. çok hoş idi. Önce olduğu gibi gereksiz bir elektriklenme olmadı.

Müthiş bir sahne trafiği vardı. Diyebilirim ki hiçbir aksaklık olmadı. Giysiler çok güzel ve özenli idi. Ancak iki şeyi eleştirmeden yapamayacağım. Birinde dağlı kızlar oyununda kızların üçü dışında hepsi kısa topuklu, yaldızlı ayakkabılar giyiyorlardı. Bu iyi olmamış. Halbuki geçen seferinde çarık benzeri bir pabuç vardı ayaklarında. Bence hızlı oyunda ve dağlı olmaları nedeniyle o pabuçlar daha doğru olurdu. İkinci eleştirim, başka bir oyunda uzun boylu olan kız arkadaşın eteği diğerlerine göre kısa kalıyordu. Diğerlerinin ayakları görünmezken, etekler yeri süpürürken onun ayakları görünüyordu ve eteği havada kalıyordu. Tabi giysiler hazırlanırken bizim bilmediğimiz kim bilir ne zorluklarla karşılaşılıyor. Kim bilir ne paralar harcanıyor. Ama madem ki bu kadar uğraşıyorsunuz, ona da dikkat etseniz? Dört parmak be kardeşim. Olası yanıt şöyle olabilir: “Evet, dört parmak ama bir kişilik kostüm!”

Hem erkeklerden hem kızlardan yeni katılanlar olmuş. Kızlar anlaşılan biraz perhiz yapmışlar :). Erkek arkadaşların bazıları ufak tefek hatalar yaptılar ama koca oyunda olur artık o kadar. Bilmiyorsanız söyleyeyim. Erkek dansçıların ters ayak hareketi yaparak oynamaları nedeniyle ayak baş parmak tırnağı düşüyormuş. Oyunlar sanki oynandıkça kıvama geliyor.

Tek kızın oynadığı tefli oyun ve kızların çiçek hareketi o kadar güzel ki, tek kız yalnız o oyunu ayrı bir yerde oynasa hem ünlü olur hem de köşeyi döner.

İki saat süren bu yılki oyunda eksikler vardı. Çıplak ayaklı dans yoktu, davul gösterisi yine yoktu, geçen defa misafir grup olarak katılan Çerkezler yoktu ama buna rağmen oyunlar çok zengindi. Bitmesin daha sürsün istedim. Ne yazık ki gece yatıp uyumamız ve evlerimize gitmemiz gerekiyordu.

Çok teşekkürler... Binlerce kez....

İlgili yazı: Barış Dansları

28.Nisan.2002



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın popüler kültür kümesinde bulunan diğer yazıları...
Barış Dansları
Müzik - Abba Efsanesi

Yazarın eleştiri ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Yemen Türküsü
Kitap - Sevdalinka - Ayşe Kulin
Erbil (Kuzey Irak) 1
Kitap - Karl Marx 32inci Dereceden Masonmuş
Sezen Aksu Konserinin Düşündürdükleri
Film Kitap - Turyetski Gambit ve Plevne Savaşı
Boykot Bütün Dünyada Yayılıyor
İngilizce Eğitim I, ODTÜ ve Oktay Sinanoğlu
Cola Turka Üzerine
Yavuz Zırhlısının Yazgısı ve Tarih Bilinci

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Nazım Hikmet'ten Çanakkale Şiiri [Şiir]
Ateş ve Ölüm (Bütün Şiirler 16. 07. 2009) [Şiir]
Seni Seviyorum Bunalımı [Şiir]
İncir Ağacı [Şiir]
Bir Dosta E - Mektup [Şiir]
10 Ağustos 1915 Anafarta Ovası [Şiir]
Sevgisizlik [Şiir]
Mor Çiçekler [Şiir]
Eskiden [Şiir]
Bir Ruh Çağırma Operasyonu [Öykü]


Mehmet Sinan Gür kimdir?

Yazmayı seviyorum. Bir tümce, bir satır, bir sözcük yazıp altına tarihi atınca onu zaman içine hapsetmiş gibi oluyorum. Ya da akıp giden zamanı durdurmuş gibi. . . Bir fotoğraf, dondurulmuş bir film karesi gibi. Her okuduğunuzda orada oluyorlar ve neredeyse her zaman aynı tadı veriyorlar. Siz de yazın, zamanı durdurun, göreceksiniz, başaracaksınız. . . . Savaş cinayettir. Savaş olursa pozitif edebiyat olmaz. Yurdumuz insanları ölenlerin ardından ağıt yakmayı edebiyat olarak kabullenmiş. Yazgımız bu olmasın. Biz demiştik demeyelim. Yaşam, her geçen gün, bir daha elde edemeyeceğimiz, dolarla, altınla ölçülemeyecek bir değer. (Ancak başkaları için değeri olmayabilir. ) Nazım Hikmet’in 25 Cent şiiri gerçek olmasın. Yaşamı ıskalamayın ve onun hakkını verin. Başkalarının da sizin yaşamınızı harcamasına izin vermeyin. Çünkü o bir tanedir. Sevgisizlik öldürür. Karşımıza bazen bir kedi yavrusunun ölümüne aldırmamak, bazen savaşa –yani ölüme- asker göndermek biçiminde çıkar. Nasıl oluyor da çoğunlukla siyasi yazılar yazarken bakıyorsunuz bir kedi yavrusu için şiir yazabiliyorum. Kimileri bu davranışımı yadırgıyor. Leonardo da Vinci’nin ‘Connessione’ prensibine göre her şey birbiriyle ilintilidir. Buna göre Çin’de kanatlarını çırpan bir kelebek İtalya’da bir fırtınaya neden olur. Ya da tam tersi. İtalya’daki bir fırtınanın nedeni Çin’de kantlarını çırpan bir kelebek olabilir. Bu düşünceden hareketle biliyorum ki sevgisizlik bir gün döner, dolaşır, kaynağına geri gelir. "Düşünüyorum, peki neden yazmıyorum?" dedim, işte böyle oldu. .

Etkilendiği Yazarlar:
Herşeyden ve herkesten etkilenirim. Ama isim gerekliyse, Ömer Seyfettin, Orhan Veli Kanık, Tolstoy ilk aklıma gelenler.


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2025 | © Mehmet Sinan Gür, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.