..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Hiçbir şey insan kadar yükselemez ve alçalamaz. -Hölderlin
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > İnceleme > Tarihe Yön Verenler > nazlı usta




29 Nisan 2007
12 Eylül  
Türkiye'nin Milâdı

nazlı usta


Tarihin akışını değiştiren zamanlardan biri... Belki de en önemlisi...


:CEHI:
Hiçbir milletin tanık olamayacağı kadar darbe gördü bu milletin çocukları... Buna şans mı desek şanssızlık mı orası muamma (!) Ama zengin olan tarihimizi daha da renklendiren bu darbelerden en çok iz bırakanı da, kuşkusuz 12 Eylül oldu.
Darbelerin hiçbirini haklı göstermek ya da haksızlıklarını ortaya çıkarmak gibi bir amacım yok. Geçen geçti, yapılanlar yapıldı, her şeyde olduğu gibi beyinlerde çakılı kalan resimler, sadece ateşin düştüğü yeri yaktığı ocaklardaydı. Daha sonralarda, evinde oturup nû tablolar yapan tonton dede(!) bile çok sevildi, ayağına gidilip siyaset hakkında yorumlar bile istendi. Her zaman olduğu gibi yaşananların çoğu unutuldu,gitti...
Yazıda anlatılanlar çeşitli kaynaklardaki bilgilerden derlenmiştir. Fakat temel alınan kaynak; Mehmet Ali Birand’ın, Hikmet Bilâ, Rıdvan Akar ortaklığında hazırladığı, Doğan Yayınları’ndan çıkan, 12 Eylül - Türkiye’nin Milâdı kitabıdır. Metin içindeki alıntılar da aynı kitabın, belirtilen sayfalarından yapılmıştır.
Bu yazı sadece bir 12 Eylül anlatısıdır... Hiçbir amacı olmayan...



1970ler koalisyon hükümetlerinin yılları... Ülkedeki siyasi gerilimi daha da arttıran bu olay ekonomik açıdan da tatminkâr olamıyor. İthal ikâmeciliğin beklenen başarıları getirmesini bırakın, hayalkırıklığı gittikçe büyüyor. Ör; sanayi hammaddesi ithalatı artıyor. En önemli sorunlardan biri de sanayide enerji kaynağı olarak seçilen petrole bağımlılığın artması oluyor. 70lerin sonuna doğru ithal ikâmeci modelden uzaklaşılmaya başlanıyor, ihracatı artırıcı önlemler alınıyor, reel ücretler düşürülüyor. Üretim maliyetleri düşürülüp üretilen mal dışarıya satılırken rekabet şansı artırılmaya çalışılıyor. Fakat bu pek de başarı getirmiyor; çünkü maliyetlerden kısılan paralar aslında sabit gelirliden, çalışandan kısılıyor. Toplumun belirli bir kesiminin fedakârlık yapması bekleniyor.
1980e yaklaşırken şiddet de dalga dalga genişliyor. Bir sürü katliam ve bir sürü çatışmaya rağmen; sonun başlangıcı Maraş’ta yaşanıyor.
Ülkücülerin kalesi olarak görülen Maraş dalga dalga sola kayıyor. Alevi kökenli CHPliler ülkücülerin ve Adalet Partililer’in koltuklarını kapmaya başlıyorlar. DİSK fabrikalarda, TÖB-DER okullarda örgütlenmeye başlıyor.
Maraş’ta çıkan birçok olaydan en sonuncusu ve bardağı taşıranı, sol görüşlü iki öğretmenin okullarından çıktıklarında yolda vurulmaları oluyor. Haber dalga dalga tüm şehre yayılıyor.
Cenazeleri sahiplenen Alevi vatandaşlar hastane önünde saatlerce bekliyorlar. Sonunda cenazeler alınıyor; fakat sağ görüşlü Sünniler cenazeleri camiye sokmak istemiyorlar. Günlerden Cuma... Ve iki tarafın da dininin kutsal günü kana bulanıyor. Çıkan çatışmada taraflar kayıp veriyorlar. Cam çerçeve indiriliyor, zarar verilmedik yer bırakılmıyor. Ülkücü bir grup CHP il binasını basıyor. Yöneticiler canlarını zor kurtarıyorlar. Hava kararırken olayların bittiği sanılsa da evlerde yeni yeni planlar yapılıyor, intikam yeminleri ediliyor.
Yeni günle birlikte olaylar doruk noktasına ulaşıyor. Ülükücüler, Alevilerin ve solcuların çoğunlukta olduğu bölgelere en acı savaşı açıyorlar. Karınları deşilen hamile kadınlar, bacakları ayrılan bebekler, bir balta darbesiyle başı gövdesinden ayrılan erkekler; acımasızlığın, insafsızlığın, dinî sömürünün izleri olarak belgeleniyor. Katliamlar üç gün sürüyor. Müdahalelerde çok geç kalınıyor. Olaylar 120 ölü bine yakın yaralıyla sonuçlanıyor. Askerin müdahale etmemesini ise bugün Kenan Evren “ Ama sıkıyönetim yok ki. Daha sıkıyönetim ilan edilmiş değil Türkiye’de. Onun için oradaki emniyet güçleri ancak bunlarla ilgiliydi. Vali, emniyet kuvvetleri falan, bunlar ilgileniyor.” diye açıklıyor.(s. 86)
Kahramanmaraş Olayları ile sona yaklaşılıyor. Ecevit’in direnci kırılıyor. O güne kadar sıkıyönetime karşı çıkan başbakan, sıkıyönetim ilân etmek zorunda kalıyor. On üç ilde sıkıyönetim ilân ediliyor. Ülkücülerin kaleleri olan Orta Anadolu, refah içinde yaşamaya devam ederken; 1978 yılı, ardında 680 ölü ve binlerce yaralı bırakıyor.
1 Şubat 1979’da, hoşgörünün, uzlaşmanın sembolü Abdi İpekçi öldürülüyor. Katili, cinayetten 5 ay sonra yakalanıyor. Maltepe Askerî Cezaevi’ne konulan katil, Mehmet Ali Ağca, 5 ay yattıktan sonra, cezaevinden askeri kıyafet giydirilerek kaçırılıyor. Ükücülerin bu yardımının ardından Ağca, sadece Türkiye’yi değil, dünayayı şok edecek bir suikaste girişiyor: Papa’yı vuruyor. Yakalanıp ömürboyu hapse çarptırılıyor.
Yaşanan iç savaş, ardından ekonomik krizi getiriyor. Enflasyon yüzde yetmişlere dayanıyor, elektrik kesintileri sıklaşıyor, akaryakıt kıtlığı olduğu için şehirhatları vapurları bile seferlerini kaldırıyor, insanlar bir paket margarin için sıraya giriyor, fabrikalar üretimi, çiftçi ekimi durdurmak zorunda kalıyor. Yurtdışında prim kaybeden Türkiye’nin yeni sıkıntısı ise dış borçlarına karşı İsviçre bankalarındaki altınlarına el koyulma riski oluyor. Bu altınlar özel bir operasyonla Türkiye’ye getiriliyor. Çaresi kalmayan Türkiye, dış borçlara daha çok sarılıyor.
Yeni dış borçlar almak kolay olmuyor. Uluslararası Para Fonu (IMF) borç vermek için kendi kriterlerini dayatıyor. Hükümet hangi kapayı çalsa olumsuz yanıt alıyor. Son çae olarak uluslararası tefeci piyasadan silolarda bulunan tarım ürünleri ipotek edilerek borç alınıyor. Bu haber ülkeye bomba gibi düşüyor. Zaten sallanan Ecevit Hükümeti bu hareketle kendi tabanına dinamit koymuş oluyor. Bu sırada “Kürt” olduğunu söyleyen Bayındırlık ve İskân Bakanı Şerafettin Elçi, meslektaşları tarafından bölücülükle suçlanıyor. Kürt sorunu patlak veriyor.
Apocular eylemlerie devam ederken, bu açıklamaların üzerine iyice dikkat çekiyorlar. Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadaolu’da altı il daha sıkıyönetim kapsamına alınıyor. Ordunun hazırladığı raporda, örgütün güçlenmekte olduğu, belli illeri Türkiye’den koparmaya çalıştığı ve bağımsız bir Kürdistan kurmak için çabaladığı vurgulanıyor. Yoğun olaraksilahlanmaya başlıyorlar ve iki yılda, arkalarında aldıkları 243 can kalıyor.
Aynı günlerde CHP, DİSK ile ters düşmeye başlıyor. Sol bölünüyor. Ecevit kan kaybediyor. Ekim ayındaki ara seçimlerde halk CHP’yi boykot ediyor. Seçimlerde iki gün sonra Ecevit istifa ediyor. Cumhurbaşkanı Korutürk, hükümet kurma görevini Adalet Partisi başkanı Süleyman Demirel’e veriyor.
Demirel, daha güvenoyu almadan bir MGK toplantısı düzenliyor. Askere, gerekli her şeyi yapacağını, istediği tek şeyin ise bu iç savaşın durdurulması olduğunu söylüyor. Kenan Evren ise o günlerde, teröre karşı tek çarenin, artık Silahlı Kuvvetler olduğunu düşünüyor.
Evren Paşa gizli bir grup kurduruyor ve bu ekipten ülkenin gidişatıyla ilgili raporlar istiyor. Bu hareket dabenin temelini oluşturuyor. Ardından Selimiye Kışlası’nda düzenlenen bir toplantıda, hükümetin anarşiyle yeterince savaşamadığına karar veriliyor ve bir uyar mektubu yazılıyor. Ordu ağırlığını koyuyor. (!)
Ordu, tavrını açıkça belli ediyor. Cumhurbaşkanı Korutürk’e giden mektup öyle sert kaleme alınıyor ki daha çok muhtırayı andırıyor. Asker, hükümetin anarşiye çare olamaması durumunda darbe yapacağını belirtiyor. Fakat ilginçtir, hiçbir siyasî, hiçbir parti, bu mektubu üstüne almıyor; mektup ortada kalıyor.
24 Ocak geldiğinde ekonominin yönü değişiyor.Zamlar, yüzde yüzlerin de üzerinde rakamlarla ifade ediliyor. Türkiye ekonomisi dünya sularına açılmaya çalışıyor. Fakat bu kararlar toplumun üst kesimine yarıyor. Çalışan haklarının korunması yönünde bir adım atılmıyor ve kararların uygulanmasının önünde büyük bir engel dikkati çekiyor: 61 Anayasası ile verilen grev hakkı. İşte bu noktada Demirel, kararlarıyla ilk başta orduyu ikna etmeye çalışıyor ve Türkiye siyaseti, bu kararların hazırlanmasında büyük emeği olan yeni bir yüzle tanışıyor: Turgut Özal...
1980 yılı, 1979’dan daha kanlı başlıyor. Değişen ekonomi politikası ve bir anda içine düşülen sıkıntı, iç savaşı daha da gergin bir hale sürüklüyor. İzmir’e Tariş fabrikasında işten çıkarımlar başlıyor. Eylem yapan işçileri öğrenciler de destekliyor. İzmir dalga dalga karışıyor. Olaya, ordu müdahale etmek zorunda kalıyor.
6 Nisan 1980 günü, Fahri Korutürk’ün görev süresi doluyor. Fakat koltuğuna oturtulacak bir aday bulunamıyor. İhsan Sabri Çağlayangil Cumhurbaşkanlığı’nı vekaleten yürütüyor.
Cumhurbaşkanı seçilmesi için altmıştan fazla oylama yapılıyor. Artık olay öyle sıradanlaşıyor ki adaylar arasına Bülent Ersoy, Mickey Mouse bile yazılıyor. Basın da halk da meclisin içindekiler de bu olaya artık önem vermemeye başlıyorlar. Bu boşluk insanları sıkıyor. Artık iyiden iyiye sinirlenen Kenan Evren, ikinci başkan Haydar Saltık’a hazırlık emrini veriyor.
Ordu sertleşiyor, planlar yapılıyor, kararlar veriliyor. Evren Paşa bu büyük sırrı tüm ordu ve kolordu komutanlarına açıyor. Müdahaleye gerekçe olarak ise ülkede akan kan gösteriliyor.
27 Mayıs günü Çorum’da Maraş katliamına benzer bir katliam yapılıyor. Solcu Alevilerle sağcı Sünniler çatışmaya başlıyor. Çorumda alevlenen bu iç savaş, bu sınırlarda ardında 33 ölü bırakıyor. Ankara’daki ABD Büyükelçiliği İkinci Kâtibi Alexander Pack’in olaylardan kısa bir süre önce neden Çorum’u ziyaret edip ilin siyasilerine Çorum’daki tablo hakkında sorular sorduğu ise; bugün bile çözülememiş bir olay olarak başucumuzda duruyor...
O kadar çokçatışma oluyor ki kamuoyu her gün başka birine odaklanıyor. Ordu’nun Fatsa ilçesinde, Belediye Başkanı seçilen Fikri Sönmez, sosyalist bir ilçe devleti kuruyor. Fatsa, devrimcilerin laboratuarı oluyor. Fakat Evren buna izin vermiyor ve bir gece yapılan operasyonla, bu küçük devlet yıkılıyor, yakalananlar tutuklanıyor. 14.000 nüfuslu Fatsa’da 2000 sanıklı Dev-Yol davası açılıyor. (s. 120)
1980 yazında ideoloji kavgaları yerini kan davalarına bırakmaya başlıyor. Karşılıklı canlar alınıyor. Evren Paşa’nın verdiği ihtilâl hazırlığı emri ise ordudaki her operasyon gibi, bir isim alıyor: Bayrak
Evren Paşa harekât günü olarak 11 Temmuz 1980’i belirliyor. Bunun iki sebebi var: Birincisi 3 Temmuz’da Demirel Hükümeti’nin düşürülmesi için gensoru veriliyor, ikincisi ise 10 Temmuz’da Paris’te Türkiye’nin borçları erteleniyor. Karar verilince darbe dosyaları tüm komutanlıklara gönderiliyor. Ama günler geçtiğinde ne Demirel Hükümeti düşüyor ne de borçlar erteleniyor. İhtilâlden vazgeçen Evren, dosyaları geri istiyor.
Ağustostaki Askeri Şûrâ’da Evren, Demirel’e darbede yanında olacak tüm komutanların terfîlerini imzalatıyor. Bu işlemin ardından, Genelkurmay toplanıp, yasama yürütme ve yargının nasıl işleyeceğine, hangi kademede kimin olacağına karar veriyor. Milli Güvenlik Konseyi yasamayı üstleniyor. Kenan Evren’in devlet başkanı olmasına karar veriliyor ve yargı işlemi de Sıkıyönetim Mahkemeleri’ne bırakılıyor. Başbakana ve bakanlara harekâta 24 saat kala karar verilmesinde anlaşılıyor. Evren için bardağı taşıran son damla, 6 Eylül’de Konya’da yapılan şeriat içerikli MSP mitingi oluyor.
Halk da artık ordunun yönetimi ele geçirmesi fikrini bir kurtuluş olarak görmeye başlıyor, askerden medet umuyor. Kenan Evren, bütün olayların arasında, artık değiştirmeyeceği bir tarih ve saat belirliyor. Harekât emrini imzalıyor: 12 Eylül 1980; saat 04.00...
5 Eylül gününde kuryeler harekât emrinin bulunduğu zarfları dağıtıyor. 9 Eylül sabahında komutanlar sonkez toplanıyor. Donanma gemileri denizlere açılıyor. 10 Eylül günü, Ege Ordu Komutanı Haydar Saltık askerî bir uçakla Ankara’ya geliyor. 11 Eylül sabahında Ankara olağan bir gün yaşıyor. Öğle saatlerinde, harekâta erken aşlayan Bafra birlikleri PTT binasına el koyuyor. Bu bilginin alınması üzerine Demirel, arkadaşlarına toplanmalarını, kendilerini savunabilecekleri evrakların kopyalarını evlerine götürmelerini söylüyor. Genelkurmay’a açılan hiçbir telefonda darbeyle ilgili bilgi alınamıyor. Akşam saatlerinde TRT Genel Müdürü ve yardımcıları Genelkurmay’a çağrılıyor. Darbeyi öğrenen ilk siviller onlar oluyorlar. Harekât saati yaklaştıkça hareketlilik de artıyor. Komutanlar yeraltı karargâhlarına çekiliyorlar. Böylece o meşhur “Genelkurmay’ın ışıkları sabaha kadar yandı” tehdidi de göze sokulmuyor. Işıklar yanmıyor.
Haberi MHP binasına getirenler Alparslar Türkeş’i saklıyorlar. Geceyarısı yaklaşırken askerler, gazetelerin matbaalarını kuşatıyorlar. Amerkan Başkanı Kennedy darbenin haberini alıyor. Sabaha doğru liderler tutuklanmaya başlanıyor. TRT’de sabah saatlerinde MGK bildirisi okunuyor. Ardından radyoda kahramanlık türküleri çalınmaya başlıyor. Darbe sabahı evinde bulunamayan Alparslan Türkeş, üç gün sonra teslim oluyor. Tutuklanan liderler sürgüne gönderiliyor.
Birkaç gün içinde görev yapacak isimler belli oluyor. Başbakanlık koltuğuna oturan Bülend Ulusu’nun yardımcılığına da Ekonomiden Sorumlu Turgut Özal getiriliyor.
Amerika 12 Eylül darbesiyle rahatlıyor. Türkiye’nin NATO ve diğer ittifaklara riayet edeceğini bildirmesi bütün dünyaya rahat bir nefes aldırıyor.
Sıra, askerin örgütlerle yüzleşmesine geliyor. Darbe öncesinin en güçlü örgütleri daha ilk günlerde dağıtılıyor. Ünlü cinayetlerin yıllardır çözülememiş şifreleri bir ayda çözülüyor. En büyük direnişin beklendiği DİSK ise kendiliğinden teslim oluyor.
Parlementer rejime geçildiğinde, tutuklanan liderlerin siyasi yasaklı olacakları söylentisi Ecevit’in istifa etmesine neden oluyor. Demirel ise görevleirne devam ediyor.
16 Ekim 1981 günü, tüm siyasi partiler kapatılıyor. İlginçtir ki; tarihimize ışık tutması beklenecek yazışmalar, dosyalar, tüm evraklar askeri kamyonlara yüklenip kağıt hamuru olmak için SEKA fabrikasına gidiyor. Darbenin otoriter yüzü, işte o gün kendini gösteriyor.
150 gün yönetimde bulunan komutanlar, ülkeyi yeniden inşa ediyorlar. Devletin tepeden tırnağa tüm kademelerine üniformalı ya da üniformasız komutanlar getiriliyor. Askeri disiplin tüm ülkede kendini hissettiriyor.
Eski siyasiler, vatandaşlar, basın mensupları izleniyor. Çok sert işlemler görmek, yasakları delememek, gerçeğin haberini yapamamak basını zora sokuyor.
Gazetecilerin yanında yazarlar,şairler, televizyoncular, kitabevi sahipleri, yapımcılar da zor durumda kalıyorlar. Birçok kitap, dergi ve film sakıncalı olduğu gerekçesiyle toplatılıp yakılıyor.
Üniversitelere de müdahale edebilmek, onları da kurallara bağlamak amacıyla YÖK kuruluyor. Kılık kıyafet çok daha önem kazanıyor.
Evren Paşa Hükümeti, “din”i birleştirici bir unsur olarak görüyor. Bu da tepki çekmelerine neden oluyor.
Türk Sanayici ve İşadamları Derneği açılıyor. Bu, ihtilâlden sonra açılan ilk dernek oluyor. Türk Tarih ve Dil Kurumları ise kapatılıyor. Buna gerekçe olarak ise; bu kurumların görevlerini devletin, bir dernekten daha iyi yürüteceği düşüncesi gösteriliyor.
Müdahaleden sonra Avrupa’ya kaçış hız kazanıyor. Yönetimin başını en çok ağrıtan mesele ise Ermeni terör örgütü ASALA oluyor. Bu örgütle mücadele için devlet, ülkücülerle birlikte çalışıyor.
Gözaltı süreleri uzatılıyor. Gözaltında görülen işkencelerde, yaşananları bırakın duyanları bile dehşete düşürecek yöntemler kullanılıyor.
Açılan davaların sonuçlanması yıllar alıyor. “Mahkemelerde emir demiri kesiyor” (s. 177)
İhtilâl dönemine damgasını vuran uygulamaların başında idam geliyor. Milli Güvenlik Konseyi’ne sunulan isimlerden neredeyse hiçbirine yaşamına dönme, ıslah edilme hakkı tanınmıyor.
Sağcılarla solcuları kararak oluşturulan hücrelerle, zıt görüşlü insanları barıştırmak hedefleniyor. Fakat bu çabalar karşılıksız kalıyor.
Evren Paşa, Milli Güvenlik Konseyi’nden ve Danışma Meclisi’nden bir yıl içerisinde yeni bir anayasa hazırlamalarını istiyor. 838 yeni yasa hazırlanıyor. 82 Anayasası hakları biraz daha kısıtlıyor.
Evren’in cumhurbaşkanlığı halka sunulacak olan anayasayla, tek oyla onaylanıyor. Bu kabulden sonra Evren Paşa ordudan emekli oluyor.
1983 Nisanı’nda parti kurmak serbest bırakılıyor. Yapılacak seçim için açık ya da gizli görüşmelerle fikir alışverişine giriliyor. Turgut Sunalp’in başkanlığındaki Milliyetçi Demokrasi Partisi, Ali Fetki Esener’in başkanlığındaki Büyük Türkiye Partisi, Necdet Calp başkanlığındaki Halkçı Parti, Erdal İnönü başkanlığındaki Sosyal Demokrat Halkçı Parti, Mehmet Pamak başkanlığındaki Muhafazakâr Parti, Ali Türkmen başkanlığındaki Refah Partisi ve Turgut Özal başkanlığındaki Anavatan Partisi demokrasiyi yeşertecek ilk tohumlar oluyor.
Kenan Evren, Büyük Türkiye Partisi’ni seçimlere giremeden kapattırıyor. Yılmayan Demirel ve adamları, yıllardır yaşayan yeni partilerini kuruyorlar: Doğru Yol...
Milli Güvenlik Konseyi’ne sunulan parti listeleri ve kurucuları oylanıyor. Birçok parti veto ediliyor. Böylece seçimlere girmeye sadece MDP, ANAP ve HP hak kazanıyor.
Halk, Özal’a inanıyor. Sakinliği, kendinden emin tavırları, devletin içini iyi bilmesi ve temelli ekonomi politikaları puan toplamasına yardımcı oluyor.
6 Kasım 1983’te yapılan seçimlerde, darbecilerin çok da desteklemediği ANAP, %45’lik bir oyla tek başına iktidar oluyor. 20 Kasım günü parti başkanı Turgut Özal, Çankaya’ya çağrılıyor ve başbakanlık mührünü almak için girdiği köşkte, tokalaşmak için kendisine el uzatan Evren’i, kendine çekip öpüyor.


Öpüşme sahnesi, 12 Eylül döneminin simgesi oldu. Bu fotoğraf, kolay kolay çıkmayacak şekilde zihinlere kazındı.
Zihinlere kazınan, üç yıl boyunca Türkiye’ye hükmeden haki rengin yeniden laciverte dönüşüydü.
Zihinlere kazınan, askeri yönetimin hazfızalardan hiç silinmeyecek uygulamaları ve kararlarıydı.
Zihinlere kazınan, devletin ve hukukun yeniden şekillenmesi ve anayasayla kalıcılaşmasıydı.
Zihinlere kazınan, halkın yaşama tarzı, inançları ve eğilimlerindeki köklü değişimdi.
Zihinlere kazınan, “coşkuyla karşılanan ancak korkuyla yaşanan” bir dönemin bitişiydi.
O fotoğraftan zihinlere kazınan çok partili rejime dönüştü.
Artık “Özallı yıllar” başlıyordu... (s. 232)



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın tarihe yön verenler kümesinde bulunan diğer yazıları...
Klasik Türk Müziği'nin Osmanlı'dan Cumhuriyete Geçişteki Değişimi ve Milliyetçiliğe Etkisi
Demokrat Parti
Türkiye - Ortadoğu İlişkileri
Körfez Savaşı ve Türkiye
Osmanlı - Türk Belgelerine Göre İttihat ve Terakki'nin 1915'te Ermenilere Yönelik Politikaları*
Türkiye Cumhuriyeti'nde Resmî Yurttaş Profilinin Evrimi*

Yazarın İnceleme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
"Benden Selam Söyle Anadolu'ya"
Cumhurbaşkanını Neden Halk Seçmemeli?
Türk Siyasal Hayatında Bir Lider: Bülent Ecevit
Erken Cumhuriyet Dönemi"nde Emek Tarihçiliği ve Türkiye"de Sendikacılık
Ermeni Tehciri Meselesi
Disk, Tip ve Sosyal Politika İlişkisi
Türk - Kürt Sorunu
Türkiye"de Demokrasi
22 Temmuz

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Doğru Nerede [Şiir]
Sorgu [Şiir]
Tek Sen [Şiir]
Zordu [Şiir]
İstanbul'da [Şiir]
Ne Deseydim? [Şiir]
Bilirim [Şiir]
Dilsiz Uşak ve Yaratılan Simetriler [Öykü]
Akıllılık ve Delilik Üzerine... [Öykü]
İki Bardak Çay [Öykü]


nazlı usta kimdir?

Değişken ruh hali değişik yazılar. Bazen iç yakan bir acı, bazen siyasi bir eleştiri. Günlük hayat gibi. Dünya gibi. . .

Etkilendiği Yazarlar:
Görünür görünmez her şey... Yaşadığımız, yaşamayı istediğimiz, bir gün yaşamayı hayal ettiğimiz her şey... Bütün ihtimallerden ve çevremde olan, gözüme batan, ayrıntıda kalan herkesten...Her şeyden...


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © nazlı usta, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.