Dünyayı isteyen bilime sarılsın, ahireti isteyen bilime sarılsın; hem dünyayı hem ahireti isteyen yine bilime sarılsın" -Hz. Muhammed |
|
||||||||||
|
Ama değişik bir evlilikmiş bizimki. Beş yıl için evleniyormuşuz, her beş yılın sonunda da eğer birbirimizden memnun isek, bir beş yıl için yeniden evleniyormuşuz. Nikâh tazeliyormuşuz yani. Şu saçmalığa bir bakın hele. Bu, bizim ikinci beş yılımızmış evliliğimizde. Böyle acayip bir durum. Dedim ya, rüya işte. Şöyle kocaman, saray gibi bir evdeyim. Vakit akşama yakın. Tayyip Bey’i bekliyorum yemeğe. Bende bir korku, bir telâş, elim ayağıma dolanıyor. Sebebi Tayyip Bey. Şimdi gelecek, esip gürleyecek. Bağırıp çağırmak için bir bahane bulacak. Diyorum ki kendi kendime: Ah ! Keşke Amerika’ ya filan gitmiş olsaydı, birkaç gün oralarda kalsaydı da ben de azıcık rahat etseydim. Derken, birdenbire annem beliriyor oracıkta. Titrediğimi, beti benzi attığımı, korku ve telâş içinde olduğumu görünce soruyor bana " Hasta mısın kızım , neyin var ? " diye. Anlatıyorum ona Tayyip Bey’den nasıl korktuğumu.... " Ah anne! " diyorum. " Nasıl razı oldum bu evliliğe ? Aslında babamda, sende, bütün akrabalarımızda hatta komşularımızda da kabahat var." diyorum. " Hepiniz öve öve bitiremediniz, aklımı çeldiniz, yoksa ben Derya’yla evlenecektim." diyorum. Annem , kadife sesiyle kesiyor sözümü: " Öyle deme kızım öyle deme. Babanla bana, kardeşlerine, akrabalarımıza kim bakıyor ? Kardeşlerinin okul masraflarını kim karşılıyor ? Yedi sülâlemiz kaç yıldır ne kömür parası verdi ne yiyip – içeçek parası. Akrabalarımızın cenaze masraflarını bile üstlendi. Yakında elektrik paramızı da üstlenecekmiş. Senin o Derya, bunları yapabilir miydi ? " İşte tam burada ağlamaya başlıyorum. Diyorum ki anneme: " Geçen gün dinlemedin mi televizyonda, herkese nasıl kafa tuttu ? Yaralı aslan gibi kükrüyordu . Ne asker kaldı çatmadığı, ne yargıtay, ne danıştay, ne rektör. Herkesle kavga ediyor. Evde de öyle. Bir güler yüzünü görmüyorum. Madem ben bu evin reisiyim, benim dediğim olacak diyor. Geçen gün sarma yapmıştım, kıyametleri kopardı, benim sarma yemediğimi bilmiyor musun diye bağırdı çağırdı. Çocuklar çok seviyor dediğimde de, çocuklar da kim oluyormuş, otursunlar oturdukları yerde diye söylendi. Ben ne yemek istiyorsam, onlar da onu yiyecek dedi." Tam o sırada telefon çalışıyor. Açıyorum telefonu, arayan Tayyip Bey ! Diyor ki bana: Boyacılar geliyor köşkü boyamaya. Her tarafı yeşile boyayacaklar. Akşam geldiğimde eğer bir duvarı yeşilden başka renk görürsem, yalatırım sana o duvarları diyor. Her taraf yeşil olacak, o kadar! Anneme söylüyorum dediklerini. Şaşırıyor annem." Kızım ! Yoksa o, aile reisliğiyle krallığı mı karıştırıyor ? " diyor. Ben yine ağlamaya başlıyorum. Annem, mendil yetiştiremiyor göz yaşlarıma. Rüya bu ya, gözlerimde iki tane musluk var, şarıl şarıl akıyor. Muslukları çeviriyorum çeviriyorum kapanmıyor. Annem, suyu vanadan kesmeyi akıl ediyor fakat ne yazık ki vana arızalı çıkıyor. En sonunda önüme bir kova koyuyor annem. Dolan kovayı boş kovayla değiştiriyor ikide bir... Rüya bu ya, tam o sırada bizim bütün komşular, akrabalar gelmişler köşkün bahçesine. Köşk diyorum, gerçekten köşk gibi evimiz. Hepsi, Tayyip Bey’den bir şeyler istemeye gelmiş. Kimi öğrenci oğlu için af istiyor, kimi kömür, kimi bedava tedavi, kimi de özel okulda okuyan çocuklarının okul giderlerini. Kiminin çamaşır makinesi bozulmuş, kiminin televizyonu bilmem ne kanalını göstermiyormuş. Teyzemin evde kalan kızı da, özel falcı istiyormuş. Hepsi , olmuş bir dilenci. Rüya bu ya. " Bunları bu hale Tayyip Bey getirdi." diyorum. " Hiçbiri çalışmıyor, hepsi işinden ayrıldı.Tayyip Bey’den gelecek avantalarla geçiniyorlar, o nedenle kendisini çok seviyorlar.” diyorum…Annemi bir düşünce alıyor tam bu sırada." Peki kızım , nereden geliyor bu değirmenin suyu? " diye soruyor. Ben de anlatıyorum. Rüya bu ya; Tayyip Bey’in ailesinin çok malı mülkü varmış. Hepsi , dedelerinin dedelerinin dedelerinden kalmaymış. Mirasçılar 70 – 80 kişiymiş. Tayyip Bey, mirasçılardan habersiz satıyormuş bunları, gelen paraları da bizim akrabalara dağıtıyormuş. " Satacak şey bitmek üzere anne! " diyorum. Yeniden ağlamaya başlıyorum. İşte tam bu sırada Tayyip Bey geliyor. Ben daha kendisine " hoş geldin " demeden başlıyor esip gürlemeye. Vestiyerdeki paltomun üstüne kim kabanını astı diye bağırıyor. Onun paltosu üstte durmalıymış, üstüne sinek bile konamazken, kim nasıl oluyor da kaban asıyormuş. " Terliklerimi koridorun sağ tarafında çıkarmıştım; kim onları sol tarafa koydu, benim solla ne işim olur ki ! " diye yırtınıyor. Onun bağırma sesiyle, misafir salonundaki vitrinin camı iniyor " şangırrrttt " diye. O sesle uyanıyorum uykudan. Bir bakıyorum ki, yatağımdayım. Ve ben Emine Erdoğan değil, Kâmuran Esen’im. Mutlulukla, " Sana şükürler olsun Allahım ! " diyorum. Ohhhhhh! İyi de , ya yine aynı rüyayı görürsem ? Kâmuran ESEN esenbel@superonline.com
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kâmuran Esen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |