"İnsanların bazen neye güldüklerini anlamak güçtür." -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
Bu duruma üzülenler olmuş. İnsanlığın eski günlerde daha mutlu olduklarını düşünmüş bazıları. Onlar, düşünüp başlattıklarını ne olursa olsun sonuçlandıranlarmış. Düşünüp taşınarak, insanların yeniden mutlu olmasını sağlamaya karar vermişler… Mutluluğun tek nedeni olarak dünyanın küresel olduğu gerçeğinin, insanlığa yeterince anlatılamadığını düşünmüşler… Yapılanlar yetersiz amaçlanan hedeflerin uzağındayken, yakın bir çözüm bulunmalı, bulunabilmeliymiş. Uzuuun uzuuun düşünürken, insanların dönüm noktalarında mutlu olabildikleri gelmiş akıllarına. Doğum günü, bayramlar, yılbaşı benzeri günler, insanlar ve toplumların çoğunluğu için mutluluk nedeni olabiliyor; gerçekleşeceğini düşündükleri dileklerini neden olarak görüp, umutla bekleyebiliyorlarmış. Şans onlardan yanaymış, bir kez daha… Bu kez yıl değil, yüzlerce yılın dönümü bin yıl yaklaşıyormuş. “Bundan büyük umut kaynağı, nedeni olabilir mi?” diye coşkuyla sormuş, aralarından birisi. Umut kaynağı arayanları umutlandırırken: “Bin yılda bir gelen yıldönümünü yaşamak, her insana kısmet de olmaz” demiş, ardından. Sağlam kaynağa dayandırılan geçerli neden bulunmuş. Şimdi sıra, o nedenin insanlara anlatılmasındaymış. Bin yılda bir gelen yıldönümü için yılbaşı benzeri, kutlayanların az-çok yapılacaklar konusunda anlaştığı bir anlayış da yokmuş. Genel hazırlıklara katılmaya hazırlanıyormuş insanlar, hepsi oymuş. Yine de zaman durdurulamayıp, bin yılın hemen öncesi ve sonrası, bir anda gelip geçecekmiş. İnsanların coşkusu yarım kalmamalı, umutları gerçekleşmeyenler bir kez daha umutsuzluğa düşmemeliymiş. Huzurları kaçarken yüzleri ve davranışlarına yansımamalı, sayılı huzurlu insanın huzurunu da bozmamalıymış... Yeni bin yılın coşkusu bin yıl sürecekmiş gibi hareketlendirip, umutlandırmalıymış insanları ve insanlığı… İnsanlara dünyanın küresel bir bütün olduğu gerçeği, bu şanslı nedene dayandırılarak bir kez daha anlatılacakmış. Küresel dünya herkesi içine alacak, huzurlu insanlar mutluluktan mutluluğa uçacakmış, kanatsız… Bu düşüncelerle eski uygulamaların yeni yaklaşımıyla birlikte, kesintisiz sürdürülmesinin itici gücü de bulunmuş. Yeni bin yılın öncesi ve özellikle sonrasında insanların birey olarak özgür, toplumların varlıklarıyla huzurlu olacağı anlatılırken; bütün bu güzelliklerin ancak liberalizmle gerçekleşebileceği anlatılmış dünyaya. Liberalizm, gerçek anlamına yeni anlamlar eklenerek dünyayı kuşatırken; insanların önemli bölümü kaybetmedikleri eşeklerini yeniden bulmanın sevinciyle yetinmeyip, coştukça coşmuştu. Coşkular bedenlere sığmayıp, taşarak sel olup sürüklemişti önüne çıkanları, dünyanın sekiz bir yanında. Gözleri daha bir parlayıp, ellerini ovuşturmaktan yorulmayan egemenler; azalan kaynaklarını yenilemekle yetinmeyip yenilerini elde etmenin coşkusunu yaşamışlar kendi aralarında sessizce, insanlar ve toplumlara duyurmamaya çalışarak. Olup biten her şey, görmek için bakan gözlerin önündeyken… *** İşte yaşadığımız günlere uzayan, geçmişte farklı adlarla yaşatılmaya çalışılan süreç, bu kez böyle anlatılarak bir kez daha yenilik olarak sunuldu; yeniliklerin ardından koşulsuz koşmaya hazır kitlelere. Milenyumdan çok önce başlamıştı, “küresel dünya” söylemleri. Milenyum’a on yıllar varken, insanları alıştırmak için erken başlatıldı yeni yaklaşımın anlatım, uygulama ve karşılama şenlikleri. Ne de olsa alınacak çok yol, yapılacak çok iş, satılacak eski-yeni ürünler ve özellikle de paylaşılacak çokkk değer vardı… Ancak değerleri kimlerin nasıl paylaşacağı görülmek istenmiyordu, gözkapakları kapalı bakışlarca… Ne de olsa, “orada pişer, bana da düşer” diye düşünenlerin zamanı gelmişti artık… Paylaşılacakların ardına takıldı, çok bazı insanlar. Durup düşünenlerin uyarılarına aldırmadan soluksuz bir koşuya, nerede sonlanacağı belirsiz bir maratona katılmışlardı sanki… Nerelerde sonlanacağını anlatıp-uyaranlara kulak bile asmadılar. Onlar maratona katılmaya niyetli olmayıp, cesaret edemeyenlerdi… Kim dinlerdi ki onları! Koşturmalar hızlandıkça sesleri zayıflıyor, gerilerde kalıyorlardı zaten, günün de gerisinde kalmışlar… Geçmiş günler-yıllar-on yıllara ait düşünceleri de tarihin tozlu sayfalarında çoktan yerini almışken onları dinlemek, zaman yitirip, gerilemekti… Oysa şimdi ilerleme, koştururken çağı yakalama ve atlama zamanıydı… Bir koşudur başlamıştı. Dünya anlamında evrensel koşu, sınır tanımıyordu. Kurallar gereksiz, fren benzeriydi. Frene basılarak ilerlenemezdi. Şimdi hızlanma, gaza basma zamanıydı. Artık dünyanın küre olduğunu kanıtlamak adına sürekli batıya gidip doğuya, doğuya gidip batıya ulaşmaya gerek de yoktu. Hangi yöne gidilse, küresel dünyayla karşılaşılıyordu. Bu gerçek, nasıl olup da önceden anlaşılamamıştı? Hayret doğrusu! Ayrıca yaşasın! Dünyanın küre olduğu sonunda anlaşılmış, insanlar sekiz bir yanını kanatsız, uçarak dolaşabiliyordu o güzel günlerde… Uçamayanlar da kürenin yapısı gereği yuvarlanıyordu doğudan-batıya, kuzeyden-güneye ve her yöne… “Dünya eskiden, sanki küp ya da silindir miydi?” ve benzeri sorulara da aldırmadılar. Onları kıskançlıklarıyla baş başa bırakıp, soluksuz koşularını sürdürdüler. Güzel dünyanın güzellikleri taşımaya başladılar yaşamlarına, birer-beşer. Zaman koştururken yorulup yavaşlayanlar çevrelerine baktılar, öylesine. Kazançlar arttıkça her zaman kendilerinin olanların birer-beşer yok olduğunu gördüler. Şaşırdılar önce. Sorular sordular sonra: “Nereye gitmişti o değerler?” Yorulanlara eklenenlerle yok olanları, artık kendilerinin olmayanları aramaya başladılar. Buldular da aradıklarını. Bulup-görmek istemediklerine aitti artık, kendilerinin olmayanlar. Bir yerlerde hata, belki yanlışlar olabileceğini düşünmeye başlayanlar çıktı aralarından. Ne de olsa bir yandan kazanıp, kazanıyor görünürken; hep kendilerine ait olduğunu sandıkları değerleri yitirmişlerdi. Kızdılar önce. Kızgınlıklar öfkeyle karışıp haykırışlara, suçluyu ve suçluları arayışlara dönüştü. Yine uzaklara gittiler ararken, aynalara bakmayı unutarak. Oysa Milenyum, yalnızca on yıl önceydi. O da gerilerde kalırken, ilerlemeyi unutmuş görünüyor, bazıları için gerilere de dönüyordu sanki… Dün-bugünle, yarını da unutmayarak karışırken, biçimsel olarak gelişiyordu görünüşte. Ancak gelişim, daha çok karmaşa olarak algılanıp-yaşanıyordu, şaşkınlıklar arasında zaman akıp giderken… Ama olsundu! Karışıklıklar da yaşamın ayrılmaz bir parçası değil miydi, gerçekte? İnsanlar var oldukça var olacak umudun zamanı da boldu, nasıl olsa… Yeni Milenyum’a dokuz yüz doksan yıl varken, daha çok yaşanacaklar vardı insan ve insanlık için; artık ve sonunda küresel olduğu kesinlikle anlaşılan güzel dünyada… Eskiden, örneğin küp, silindir ve benzeri olmayan; insanlığın şimdilik yaşayabileceği tek büyük evi dünyada, her biri ayrı değer olan milyonlar-milyarlarca bireyleri de vardı, nasıl olsa… *** Bir varmış, binler-milyonlar-milyarlar yok, on milyarlar yoldaymış… Dünya insan, uzay dünya doluymuş… Galaksinin sarmal kollarından birinde dönüp duran tek dünyanın içinde, dönüp duran milyonlar, milyarlar da varmış… Milyarlarca yıl sonra ölecekmiş dünya… Küresel dünya öldüğünde, ölmeyecekmiş de insanlar… Mart 2010, İstanbul E. Asım Öztürk
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © E. Asım Öztürk, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |