Dilerim, tüm yaşamınız boyunca yaşarsınız. -Swift |
|
||||||||||
|
Konuşmalar “izm” konularına yöneldi mi hemen herkesin söyleyecekleri genellikle eleştiri olarak sıralanır, sırasını bile beklemeden… Söylenenlerin çoğu, çok da farklı olmayan kelimelerle üç aşağı-beş yukarı aynıdır… Dinleyince, katılanların “ülkemi seviyorum” ana başlıklı, gürültülü, sözde sohbette buluştukları düşünülebilir. İlgilenenler, anlatır da anlatır. İzmler üzerine görüşler, gereklilere eklenen gereksiz gevezeliklerle karışarak, birbirini izler. Genel olarak izmlerin bize uygun olmadığıyla sonuçlanır, sonu gelmez, sonralara ertelenen konuşmalar. Ama biri dışında! O bize uyar! Uydu, uyuyor ve uyacak gibi de görünüyor, dünden-bugüne ve yarınlarla gelecekte… Bu sözde toplum, sonunda kendine uygun, izm olmadığını düşündüğü bir izm buldu galiba… Kendince yorumlamayı da unutmayarak elbette… Kendisi gibi çoğunluğun da ilk kez duyduğunu sandığı liberalizmi sevdi, çok sevdi… Sözlük anlamı ve karşılığı bir yana, kısa sürede kendisine uydurduğunu, uydurabilip, yaşadığımız coğrafyaya özel, özelleştirdiğini de düşündü… İzmlerin, genel olarak her ülkede aynen uygulanamayacağı savunmasını da unutmadı, unutulmadı elbette… Liberalizme kendince yeni ve uygun anlamlar yüklerken, post-modernizm’i de unutmadı. Yetinmeyip, post-u modern biçimini benimserken serbest piyasa ile harmanlayıp, yaşamlarına taşıdı. Böylece ve sözde izmsever olmanın kendisine bile açıklayamadığı sevimsizliğinden de kurtulup, özgün oldu... Geçmişte bir türlü yeterli değeri verilmediği düşünülen birey, yeni koşullarda öne, daha öne, en öne çıkmaya çalıştı. Birey çağı mı başlamıştı ne? Bireye değer vererek, çağ ve dünya değişiyordu sonunda… Eskiden küp, ya da silindir olmayan dünyanın küre olduğu artık kesin olarak anlaşılmıştı. Dünyasal bir gerçeğe karşı koymak söz konusu olmaz, olamaz; içinde olunan dünyanın dışında kalınamazdı elbette. Arkasında karşı koyulamaz güçteki “kural artık kuralsızlıktır”ın dayanılmaz itelemesiyle, ben öne çıktı. Ben, her şey benim olmalıya dönüştü. Sanki yağmurdan kaçarken doluyu kovalamaya girişti, çok bazı özel bireyler… Sanki ile ortaya tam da kendisine uygun, sürekli aradığı, arayıp bulamazken gökte arayıp yerde hazır bulduğu, istemem yan cebime koy benzeri, sözde hep uzak durmaya çalıştığı bir izm, ben-izm çıktı. Artık beklesindi dünya… Anaların neler doğurduğunu görmek için çok da beklemedi orta yaşlı dünya, bütün bunlardan habersiz, dönüp dururken. Dünya kazan, kazanmak isteyenler kepçe oldu. Kepçeler kazana daldıkça, kazançlar kepçelere takıldı, kazanmak isteyenler de onların ardına. Uç uça eklenip, sekiz bir yanını dolaşmaya başladılar dünyanın. Ülkelerin sınırları, eski ve yıkık bahçe duvarları kolaylığıyla aşıldı art arda. Doğu-batı, kuzey-güney derken, yönler birbirine karıştı. Karışanları “karmaşa” olarak adlandıranlara karşı çıkıldı. Bunun adı: “Dinamizm, girişkenlik” ve “girişim” iken, “karmaşa” demek, kedinin ciğere pis demesine benzetildi, çoğunlukla. Ciğer ardında koşarken, kedi ve kediler önce küçük ve birer-ikişer, sonra parçaları ve sayıları büyüyerek ellerden çıktı, çıkarıldı, çıkarılmak zorunda kalındı… Elde ne kedi kaldı, ne de kedi yavruları. Onlar artık küresel dünyanın geniş alanlarında dolaşıyordu. Bir coğrafyaya sıkışıp kalmaktan sıkılmışlardı belli ki… “Ben, ben olayım, her şey de benim olsun, olabilirse hepsi benim olsun” derken; dün bizim olanlara, ciğere bakar gibi baktığımız günler aylara, yıllar, on yıllara uzadı. Bir şaşkınlıktır başladı. Hani her şey önce benim, sonra da bizim olacaktı? Biz olacak benlerle çağ, hatta çağlar atlanırken herkes, her ben kazanacaktı? Aslında çağlar da atlandı. Küçük bir farkla, geriye doğru atlandı. Herhalde küçük bir hatayla yön şaşırılmıştı. Belki de sorun, ben ve benlerin, yalnız ben olarak kalmak istemelerindeydi. Ben ve benler, koşulsuz ben olmak isterken biz olmadı, olamadı, olmak istemediler. Önce ben-sen-o, ardından biz-siz-onlar unutulmuş görünürken; ben-ben-ben, tekil ve çoğul olarak asla unutulmadı. Unutmakla unutmamak birbirine karışırken, unutulmayan coğrafyanın unutulmuşları çoğaldı… Yaşadığımız günlerde tüm dünya, üstelik haklı-haksız üzerimize üzerimize geliyor sızlanmalarıyla baş başa kalınmışken; yaşamak da unutuldu. Yaşanmaması gerekenlerle hemen her günün, neredeyse her anındaki sarsılmalar şaşkınlıklarla karışırken; “bundan sonra ne olacak acaba?” beklentileri unutulmadı. Bekleniyor, beklenecek de görünüyor, neyin neden beklendiği bilinmeden, yüksek sesle dillendirilmeden… Yaşamlarımızı sürdürmekte her geçen gün zorlandığımız ülkemize, artık kolayca “ülkemiz”, dünyamıza “dünyamız” da diyemiyoruz; tekil ben kazanıp, kazanıyor görünürken… Ben kazanıp benler yitirirken, unutulmaya çalışılan izm eklenmekle yetinmeyip, yapıştı hücrelere sanki. Dokular değişirken, belki de genetik kod olarak yeni bir özellik eklendi insan yapısına… Benizm’in nerelerde, ne zaman gözünün midesinden büyük olmadığını göstereceğini umutla bekleyenler çoğaldı, çoğalıyor her geçen gün. Doymak bilmeyen, “aç” kavramının bile açıklayamadığı aç gözlerin doyacağı günleri umut etmekle geçiyor zaman. Geri gelmeyen tek değer, zaman. Nisan 2010 Ertuğrul Asım Öztürk
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © E. Asım Öztürk, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |