Düşmekten yükselme doğar. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Silahını doğrulttu bir avcı. Dikkatlice nişan aldıktan sonra dokundu tetiğe. Sessizliği yırtan ve uzaklarda yankılanan bir silah sesi duyuldu. Silahtan çıkan mermi bir geyiği böğründen yakalamıştı. Fakat yaralanan hayvan, son bir gayretle kaçıp, oradan uzaklaşmayı başaracaktı. Yerde iki karış kar, karın üzerindeyse kıpkırmızı kan lekeleri vardı. Avcı başladığı işi yarım bırakacak değildi elbet. O izleri takip edecek, yaraladığı geyiğe tekrar ulaşıp, başladığı işi bitirecekti. Avcı avına ulaştığında ise iş kendiliğinden bitmiş, geyik son nefesini zaten vermişti. Hayvanın cansız bedeni karların üzerinde yan pozisyonda yatıyor, yavruları karnını doyurabilmek için geyiğin cansız memelerini zorluyordu. *** Yaşanmış bir olay değil yukarıdaki. Çocukluk yıllarımda okuduğum ve beni oldukça etkileyen bir çizgi romandan alıntı. Sonraki yıllarım ise, benimde bulunduğum benzer bir öykünün içinde geçti sanki. Yaşadığım ülkenin hayati organları, 30 yıl içinde delik deşik edildi. Şimdi yaralı bedeni, bereketli olduğu rivayet edilen, fakat ekilip biçilmekten vazgeçilmiş topraklar üzerinde yan pozisyonda yatıyor. *** Bizler, üzerinde yaşadığımız toprağı ana figürü ile özdeşleştirmişiz. O toprağın üzerine oturttuğumuz devleti ise baba olarak tasvir ederiz. Bir süredir, o toprak parçası üzerinde yaşayan evlatların gözlerinden ne yazık ki yaş eksik olmuyor. Hayır; kurşunlarla delik deşik edilmiş anaları için değil akan gözyaşları. Kendilerine ağlıyorlar. Artık 100 yaşına merdiven dayayan o kocakarı ve kocasının kendilerine yaptığı zulüm için ağlıyorlar. Sırf vatana ihanet ettiği için idam edilen bilmem kim Efendi için, savaş zamanı ekmek karneye bağlandığı için, hiç görmedikleri, hatta hayatta bile olmadıkları bir dönemin, yaşanması kaçınılmaz olan acıları için ağlıyorlar. Ara sıra ufuk çizgisine dikiyorlar gözlerini. Suriye’de mi ne, bir diktatör varmış ya; oradaki halk için ağlıyorlar. Ağlamaktan kan oturmuş gözlerini oğuşturuyor, hıçkırarak ağlıyorlar. Çünkü ana dediğimiz bu vatanda, artık ağlamayana ekmek bile yok. Kim ki ağlamıyorsa, bilsin ki sofrasından her geçen gün bir dilim ekmek daha eksilecektir. Avcı gelip bölmeden, kocakarı ölmeden, memelerinden akan son damla sütü içebilmek için ağlıyorlar.. O sütü sağıp okullardaki çocuklara dağıtsanız; çoğunun midesi almaz, inanın hasta olur. *** Bütün memeleri zaptedilmiş, bütün bağırsaklarına girilmiş, bütün bağışıklık sistemi çökmüş bir şekilde son nefesini vermeyi bekliyor, hoyratça sündürülürken memeleri, yaralı bir hayvan gibi can çekişiyor vatan… Hey 70 milyon duyuyor musunuz beni..? Hey 70 milyon size söylüyorum; yine mi kimse yok orada..? Öldünüz mü lan..! Eylül 2012, İstanbul Mustafa Yener
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mustafa Yener, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |