Olgunluğa erişmemiş şairler ödünç alır, olgunluğa erişenler çalar. -George Eliot |
|
||||||||||
|
İlk göz ağrısı unutulmaz. Biz Atatürk’ü alfabesiyle tanıdık, onunla büyüdük. Kitaplarımızın kapağında onun resmi vardı. Onun dersleriyle okullarımızı bitirdik. Unutmak mümkün müdür? Demokrasimiz onunla başladı. O’nun ilkeleriyle devam edecektir. Üç defa yakından görme şansına sahip olmuştum. Babam, annem, ben ve kardeşimi alarak, Cumhuriyet Bayramı merasiminin yapıldığı, Ankara hipodromu’na götürmüştü. Merasimin yapıldığı geniş yol üstünde Atatürk, üstü açık makam otomobiliyle, istasyon yönünden ağır ağır ilerliyordu. Atatürk’ü görme telaşından olacak, kalabalığın dalgalanmasıyla ezilme tehlikesiyle karşılaştık. Merasim üniformalı bir subay kılıcıyla, etrafımızda sağa sola daireler çizerek, bizi koruma altına aldı. Biraz sonra, otosu içinde ayakta önümüzden geçerken, çok yakından yüzünü görmüştük. Ertesi yıl (1937) gene ailecek erkenden giderek portatif tribünlerdeki yerimizi almıştık. Merasimin yapılacağı alan, istasyon tarafından hipodromun sonuna kadar boy boy bayraklar sallanıyor, Atatürk’ün gelmesi bekleniyordu. Nihayet binlerce halkın beklediği an gelmişti. İstasyon tarafından ki geniş giriş kapısından girildiği görülmüştür. Atatürk üstü açık arabasında siyah resmi kıyafetiyle halkın önünden geçerek bulunduğumuz tarafa yaklaşıyordu. Bütün gözler istasyon tarafına, onun bulunduğu otomobile odaklanmıştı. Geçtiği yerlerde halk coşkuyla alkışlıyor, Atatatürk de sağ elindeki şapkasıyla halkı selamlayarak karşılık veriyordu. O heyecanı tekrar yaşamak ve Atatürk’ü görmek için 29 Ekim 1938 günü, Cumhuriyet Bayramı merasimi’nin yapılacağı Ankara Hipodromuna gitmiştik. Gözlerimiz istasyon tarafında, milletçe O’nu bekledik. Cumhuriyet Bayramı ilk defa Atatürk’süz kutlanmış, alışılmamış bir yoksunluk içinde geçmişti. 19 Haziran 1926’da, kendisine yapılmak istenen suikast dolayısıyla söylediği gibi: “Benim naçiz vücüdum bir gün elbette toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” O topraktan da öte, dağ oldu, deniz oldu, abide oldu. Ön Asya; Asya oldu. Sömürge olmuş ülkelere ilham kaynağı oldu. Bir fani için bundan büyük hoş seda, biz faniler için de bundan büyük sadakat olamaz. Türkiye buna lâyıktır. Günümüz dünyasında Türkiye ve Atatürk’ün, Atatürk gibi insanların değeri daha iyi anlaşılmaktadır. Yaşayan bir insanın hele hele ilkokul, ortaokul veya eğitimin her hangi bir basamağında öğretmenleri veya bir büyüğü tarafından sağlığında anlatılması Atatürk’ü düşüncelerimizde yüceltmiş, en yüksek yere oturmuştu. Okullarımızda, sınıflarımızda, kitaplarımızda onun adı, onun resmi vardı. Hatırlıyorum oyunlarımızda bile o vardı. Mahallemiz meydanında tenis topuyla hepimizin bildiği stop oynuyorduk. Bu oyun oynanırken her çocuk bir devlet ismi alırdı. İçimizden biri de ‘Türk’ adını almıştı kenardan bize hakemlik yapan abi, (Orhan Üler, Dışişleri Bakanlığında görev almıştı) oyunda Türk adını kullanmamamızı söylemişti. : “neden” diye sorulduğunda: “Türk’ün vurulmasını ister misiniz? Türk vurulunca Atatürk vurulmuş sayılır” demişti o gün ve o günden sonra da bu oyunu oynarken Türk adını kullanmamıştık. Soyadı kanunu çıktığında çevresinde bulunan pek çok kişinin soyadını bizzat Atatürk vermişti. Ziraatla uğraşan bir kişiye de, senin soyadın “eşek olsun,”der. Onun ve çevresindekilerin kendisine garip bir şekilde baktıklarını görünce bu adın “eşmek” ve “ekmek” sözcüklerinin emir fiilinden geldiğini söyler. Bu anektod bize anlatılınca çocukluk bu ya kahkahalarla gülerdik. Gene bir tanesi, Atatürk’ün Ankara da yabancı diplomatlara verdiği yemekte, garsonlardan birisi servis yaparken, misafirlerden birisinin elbisesine kaza ile yemek döker.Yemekte bulunan Türklerin yabancılar yanında tedirgin olacaklarını ve mahçup duruma düşeceklerini hisseden Atatürk, yabancı diplomata dönerek şöyle der: “ Bu millete her şeyi öğrettim uşaklığı öğretemedim” Bir diğer anıda, İtalya’nın diktatörü Benito Mussolini o tarihlerde 12 adalardan bahsederken, Antalya ve çevresine dil uzatır. Bu haber Atatürk’e ulaştırılınca cevabı : “Çizmeleri ayağıma giydirmesin” olur. Bu anektod anıları çoğumuz biliriz ama, ben bunları kitaplardan almadım bire bir anlatılandır. Çoğumuzun babası mahallemize yakın hükümet dairelerinde çalışan bürokrattı. Kaynağımız sıcağı sıcağına arkadaşlarımız tarafından anlatılanlardı. Hem öyle olmuş, böyle olmuş önemli değil. Önemli olan bu duyguları yaşayarak bir birimize anlatmamız, beraber kıvanç duymamızdı… Ankara’da 1920’li yıllarda çocukluğunu yaşayan Mehmet Kemal Kurşunluoğlu, ‘Türkocağı’ inşaatında mermer parçaları alırken, Atatürk’le arkadaş olmadı mı? Kısaca konusunu ettiğim gençlik, Atatürk’ü yanlarında bulmuştu. Çünkü ; okulumuzda o sınıflarımızda o kitaplarımız da, caddelere asılan afişlerde kağıt bayraklarda oyunlarımızda bile o vardı. Ölüm, genç dimağların çok sık düşünmediği bir duygudur. Atatürk’ün ölümü onun için Türk Gençliğini derinden sarsmıştı. Atatürk, son 15 yılını kalplerimizde yaşayan özel yeri; genciyle, yaşlısı ile beraber geçirmişti. Türk milleti onunla onurlu, onunla mutluydu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Haydar Köprülüoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |