Herkesin derdi başka. -Orhan Veli |
|
||||||||||
|
Sabahın dördü; ve ayaktayız. Tekirdağ'da yapılacak NKL'liler buluşmasına katılmak için yoldayız. Uçağa binene kadar bir sorun yok. Uçakta ise yüksek hava basıncından olsa gerek başımda müthiş bir ağrı başladı. Adeta milyonlarca iğne alnıma batırılıyordu. Önce önemsemedim. Ama iki dakika sonra dayanılmaz bir acıya yakalandım. Gözlerim yerinden fırlayacak gibi oldu. Hostesi çağırmak zorunda kaldım. Uçakta bir doktor var mıydı acaba? Ne gezer? Hostes hanım sağ olsun o görevi de üstlendi. Ellerimden tutarak, derin nefes almamı , varsa sakız çiğnememi istedi. "Bol bol esne" diyordu. Oradaki yolculardan biri bana çantasından sakız çıkarıp verdi. Çiğnemeye başladım. Hostes hanım "Normaldir. Basınçtan oluyor. Alçalmaya başlayınca geçer" diyordu. Gerçekten de biraz sonra alçalmaya başlayınca, o ağrılar gitmişti. Ama bende de büyük bir korku yaratmıştı. İstanbul'a indik. Kiralanan bir otobüsle otogara gittik. İstanbul'un trafiği malum. Binlerce aracın arasında adeta yüzüyorduk. Derken kendimizi Tekirdağ yolunda bulduk. Neşeli bir yolculuktan sonra, etrafı izleyerek, iki saat sonra Tekirdağ terminaline ulaştık. Tekirdağ İstanbul'un batısına, Edirne yakınlarına düşen, 108 bin nüfusa sahip güzel bir şehir. Burada ilk dikkatimi çeken şey, Namık Kemal'in bütün şehre sinmiş olduğu idi. Adeta tüm şehir Namık Kemal kokuyordu. Her yerde O'nun izi vardı. Her şeyde O'nun adı geçiyordu. Namık Kemal Üniversitesi, Namık Kemal Anadolu Lisesi, Namık Kemal İlköğretim Okulu, Namık Kemal Müzesi, Namık Kemal Evi, vs vs... Bir de Tekirdağ köftecileri dikkatleri çekiyordu. Çünkü adım başı bir köfteciye rastlıyorsunuz. Köfte kokuları burnunuza kadar doluyor. Tabii bunun yanında Tekirdağ Rakısını unutmamak gerekiyor. Adeta bu ürün de, bu şehirle özdeşleşmiş, bütünleşmiş. Şehre girerken caddelerin çok kalabalık olduğunu gördüm. Her taraf insanla doluydu. Bunun her zaman böyle olup olmadığını sordum oradaki görevlilere. Gülerek cevap verdiler. Meğer, o gün Tekirdağ'ın pazarı kurulmuş. İlçelerden ve köylerden herkes bu pazara akın edermiş. Çünkü Kadıköy'deki, meşhur Salı Pazarının pazarcıları, burada da pazarlarını kuruyorlarmış. Bu nedenle İstanbul'da bulunan bütün malları burada görmek mümkünmüş. Bize de bu pazarı gezmemizi önerdiler. Ama çok yorulduk. Bu nedenle kalacağımız yere çekilip, dinlenmeyi tercih ettik. Orduevinde kalacaktık. Bunun için daha önceden yerlerimiz ayrılmıştı. Orduevi de sahilin hemen yanındaydı. Deniz ile iç içeydik. Vefalı dostumuz bizi burada da yalnız bırakmadı. Yarın çok yoğun bir program uygulanacak. İlk gün Namık Kemal Üniversitesi gezilecek ve Belediye Başkanına bir ziyaret gerçekleştirilecek. Fırsat buldukça bunları sizlere aktarmaya çalışacağım. Tekirdağ'da akşam oluyor. Hava kapalı. Bize göre buz gibi. Üşüyoruz. Ama burada yaşayanlar hiç öyle demiyor. Onlara göre bahardan kalma bir havaymış. Şanslıymışız. Oysa bu zamanlarda karın düşmesi gerekiyormuş. Ben titriyorum. Üşüyorum. Ama keşke kar da yağsa diyorum. Çünkü senelerdir karın yağmasına hasretim. Tekirdağ'da güneş batıyor, akşam oluyor. Biz Kıbrıslılar, bizim için özgürlüğün abidesi olan vatan şairi Namık Kemal'in memleketinde, O'nu anmak için bekliyoruz. Sabah ola hayrola... Ertesi gün... Bu gün yoğun bir program olacağı için sabah erken kalktık. Sabah kahvaltımızı yapar yapmaz hemen yola çıktık. Buluşma noktamız Tekirdağ Namık Kemal Anadolu Lisesi idi. Tüm katılımcılar oraya gelmişti. Öğretmen ve öğrenciler arasında gerçekten sıcak ilişkiler kurulmuştu daha şimdiden. Birbirleriyle şakalaşanlar bile vardı. Gruplar arasında en çok ilgiyi çeken KKTC grubu oluyordu. Müdür Muavini Bünyamin Merhametsiz'in tüm öğretmenlerin yakasına KKTC bayrağı rozeti takması şakalaşmalara yol açmıştı. Rozeti takanlar, "Oooo biz de Kıbrıslı olduk" diye espri yapıyorlardı. Arada konuştuğum öğrenciler kaldıkları yerlerden çok memnun olduklarını dile getiriyor, hatta şaka olarak hiç gitmesek de olur diyorlardı. Namık Kemal Üniversitesi Rektörlüğüne ve Belediye Başkanlığına ziyaretler yapıldı. Önce bütün Namık Kemalliler olarak Namık Kemal Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Halim Orta’yı ziyaret ettik. Rektörlük Binası şehrin içinde olduğu için öğrencilerle birlikte, Rektörlüğe yürüyerek gittik. Bina önünde bulunan Namık Kemal Anıtı hepimizin dikkatini çekti. Daha sonra salona geçerek Rektör Yardımcısının bizlere yaptığı konuşmayı dinledik. Prof Dr Halim Orta bizlere bir teşekkür konuşması yaparak, Atatürk’ün Nutuk adlı eserini hediye etti. Konuşmasında “ hoş geldiniz” diyerek “sizleri burada ağırlamaktan onur duyuyoruz” dedi. “Bu gün konuğu bulunduğunuz bu okula, inşallah yarın da öğrenci olarak gelirsiniz” dedi. Şu anda rektörlüğüne vekalet ettiği okullarının yeni açıldığını bu nedenle bazı eksiklerin olabileceğini söyledi. Bulundukları mekanın oldukça tarihi bir mekan olduğunu söyleyen Prof. Dr. Orta, “bu bina Namık Kemal ile sıkı bir ilişki içindedir. 106 yıl evvel Tekirdağ Belediye Başkanı tarafından bir Ermeni vatandaşımıza yaptırılmıştır.” diyerek bina hakkında geniş bilgiler verdi. Namık Kemal’in Türkiye’de önemli bir yeri olduğunu vurgulayarak “Tekirdağ olarak ona sahip çıkmaya çalışıyoruz. Girişte gördüyseniz bir Namık Kemal Anıtı bulunuyor. Anıtta Hürriyet, Adalet, Uhuvet (yani din kardeşliği), ve Musavat (Yani eşitlik) ibareleri yer almaktadır. Bunlar da Namık Kemal’in düşüncelerini özetleyen ibarelerdir. Bir de onun şiirlerine yer verilmiştir. Ölürsem görmeden millette ümit ettiğim feyzi Yazılsın Seng-i kabrinde vatan mahzun ben mahzun Beyiti ile şu şiiri yer almaktadır. Kemal’in şu feryadı vatanperhanesinin tesiri beliği sayesinde vatan bir gün kamurandır Senin ruhunda ey vatanın büyük evladı ebediyyen şadandır Daha sonra Okul hakkında tanıtıcı bilgiler vererek Namık Kemal Üniversitesini öğrencilere tanıttı. “ 2006 yılında kurulan okulumuz, Ağustos 2006’da hayata geçmiştir. Şu anda 2 fakültesi bulunmaktadır. 9 meslek yüksek okulu, 1 adet Sağlık Meslek Yüksek Okulu var. Yasalaşmış, çok yakında hizmete girecek olan Tıp Fakültesi ile Fen Edebiyat Fakültesi de bünyemizde olacaktır” dedi. Prof. Dr Halim Orta konuşmasına şöyle devam etti. “ Eğitimin orta yerinde olan insanlar olarak, rahat yaşamak istiyorsanız, iyi bir eğitim almanız gerekiyor. Bunu başarabilirseniz. Hayatınız rahata kavuşur. Bunu yapabilmeniz için de tarihinizi çok iyi bilmeniz gerekiyor. Her masada şu anda size hediye edilmek üzere birer adet Atatürk’ün Nutuk adlı eseri bulunmaktadır. Sizden ricam mutlaka bu eseri okumanızdır. Çünkü bana göre her Türk’ün mutlaka okuması gereken iki kitap vardır. Bunlardan biri elinizdeki Nutuk’tur. Bir diğeri de hangi dine inanıyorsanız, o dinin kutsal kitabıdır. Bunların mutlaka okunması gerekir. Atatürk’ü en çok etkileyen insanlardan biri de Namık Kemal olmuştur. Atatürk onun için, ‘beni en fazla etkileyen insandır’ demiştir. Tekirdağ Kemaller Diyarı olarak bilinir. Bunlar Mustafa Kemal, Namık Kemal ve Yahya Kemal’dir. Bu üç değer de bizler için vaz geçilmezdir” dedi. Konuşma sonunda, ben, söz alarak, Namık Kemal’in Kıbrıs’ta da çok sevildiğini, Kıbrıslıların Onun vatan ve Özgürlük düşüncelerini sonuna kadar benimsediğini ve bu nedenle bu gün Akdeniz’in ortasında KKTC diye bir ülkeye sahip olduklarını belirterek, bu kardeş okulları projesinin iki adım öteye götürülmesini ve bu okullar arasında kültürel- sportif faaliyetleri içeren etkinliklerin yapılmasını önerdim. İngilizce öğretmeni Mustafa Özhamit ise bu üniversitenin Namık Kemal’li öğrencilere kontenjan hakkı tanıyarak, başarılı öğrencilerin direk olarak alınmasını önerdi. Her iki öneriye de sıcak bakılarak ilerde gerçekleşmesi dilekleri ortaya konuldu. Daha sonra Kafile Başkanımız Bünyamin Merhametsiz de bir teşekkür konuşması yaparak, memnuniyetimizi dile getirdi. Yanımızda getirdiğimiz KKTC Bayrakları ile çeşitli hediyeleri sundu. Ziyaretten sonra hemen yakında olan Namık Kemal Evi’ni ziyaret ettik. Namık Kemal Derneği tarafından açılan bu evin tanıtımını da Dernek Başkanı Mehmet Serez yaptı. Namık Kemal Evi, Tekirdağ’da Vatan Şairinin fikirlerinin, eserlerinin tanıtılması ve yayılması için kurulmuş bir ev.1993 yılında Vatan Şairimiz Namık Kemal’in doğduğu evin yakın çevresinde, Namık Kemal Derneği tarafından yaptırılmış. Adeta bir müze durumuna getirilmiş. Şimdi Türkiye’nin bir çok yerinden insanlar akın akın buraya ziyarete geliyorlarmış. Zaten Tekirdağ’a gelip de burayı görmeden gitmek olmaz. Bu nedenle, burası en önemli ziyaret yerlerinden birisi olmuş. Namık Kemal Evi, ahşap görünümlü; ama betonarme iki kattan oluşan bir yapı. Dış cephesi ahşaplarla kaplanmış. Evin içi çeşitli odalara ayrılmış. Her odanın kendine has bir özelliği var. Namık Kemal ile ilgili birçok belgeler, fotoğraflar, yazılar sergilenmiş. Her oda ayrı bir güzellikte ve farklı zevklerde döşenmiş. Namık Kemal’in kullandığı, çok sevdiği eşyaları çeşitli yerlere konmuş. Oturma odası, çalışma odası, mutfak, anne ve babasının yatak odası aslına uygun şekillerde döşenmiş. Ayrıca bir Atatürk Odası ve bir de Tekirdağ’da yetişen sanatçılar, devlet adamları, yazar ve şairleri anlatan bir oda düzenlenmiş. Namık Kemal Derneği Başkanı Sayın Mehmet Serez Bey, burayı bizlere tanıtıyor. Kendileri adeta canlı bir tarih. Namık Kemal konusunda uzmanlaşmış. Onun hayatının her bir parçasını en ince ayrıntısına kadar biliyor. Bizleri de bu bilgileriyle aydınlatıyor. “Sizleri aramızda görmek bizleri gururlandırıyor” diye söze başlıyor. Türk Ocağı’nın yönetiminde görev yaparken, hocası Hamdullah Suphi Bey Tekirdağ Şubesini kurma görevini kendisine vermiş. O gündür bu gündür, Tekirdağ’da kendini bu tür sosyal faaliyetlere adamış. Namık Kemal adının her tarafa duyulması için çok çeşitli çalışmalar yapmış. Anlatıyor: “ Namık Kemal, bir vali çocuğu idi. Doğum sırasında burada daha iyi bir doğum yapabilir, düşüncesi ile annesi ve babası Tekirdağ’a gelmiştir. Ve doğum burada gerçekleşir. Namık Kemal dünyaya gelir. Kulağına islamın Muhammed’i olsun diye, Muhammed Kemal adı söylenerek verildi. Sonra aile Sofya’ya gidince Namık adı verildi. Böylece adı Mehmet Namık Kemal oldu. Bu ev, doğduğu evin aynı ölçüler içinde bir kopyası olarak yapıldı. Ben onunla ilgili belgeleri toplayıp bir araya getirerek, arşiv oluşturdum. Buraya hediye ettim. Bunu gören vatandaşlarımız ellerinde Namık Kemal ile ilgili ne varsa getirdiler. Hediye ettiler. Şimdi burası Etnografya Müzesi gibi oldu. 15 yıldır burası çok gelişti. Büyüdü. Her yıl binlerce kişi burayı ziyaret ediyor. Biz de halkımızdan aldığımız destekle ayakta duruyoruz. Doğduğu ev çok eski olduğu için, evi buraya yapmaya karar verdik.” Mehmet Serez, bu kısımda bazı eşyaları gösteriyor ve onların Namık Kemal ile olan ilgisini anlatıyordu. Ona ait bir kumbarayı gösterdi. Gençliğinde bu kumbarada para biriktirdiğini söyledi. Yine ona ait bir hokkayı tanıttı. Onun Osmanlıca eserlerini gösterdi. Bu evde Namık Kemal’in hayatının en geniş bir biçimde sergilendiğini söyledi. Tek tek odaları gezerek tanıttı. Annesinin babasının yattığı odanın dekorunun aynı şekilde kurulduğunu ve her odanın Namık Kemal’e ait özellikler taşıdığını söyledi. Mutfak odasına geçip buradaki eşyaları tanıttı. Onların nasıl yemek yediklerini gösterdi. Yerde küçük bir sehpa üzerine konulmuş bir sini üzerinde yemeklerini yediklerini, tek bir tabakta tahta kaşıklarını daldırarak, hep beraber yediklerini söyledi. Salamura teknelerini, kahve çekme makinelerini gösterdi. Namık Kemal’in bir eğitimci, bir hukukçu, bir bankacı, bir iktisatçı olduğunu söyleyerek, onun çok yönlü bir insan olduğunu ifade etti. Bir eserinde “Borcu, borçla kapatamazsınız. Borcunuzu ödemeden borç yaparsanız, içine düşeceğiniz durum kötü olur” dediğini belirtti. Yine Midilli’de balıkçılarla yaptığı bir kavgayı anlattı. Onun, hep memleketi için çalıştığını, ve bu nedenle takati kalmadığı için genç yaşta hayata yenik düştüğünü söyledi. Burasını gezerken, yanımda gazeteci arkadaşım İsmet Ezel de bulunuyordu. Ezel, bu güzellik karşısında duygularını gizleyememiş ve bir eleştiride bulunmaktan kendini alamamıştı: “Kıbrıs’ta böyle bir şey yok. Namık Kemal sürgündeyken, dedemin evine gelirdi. Bu evin koruma altında olduğu belirtiliyor. Ama bu sadece kağıtta kaldı. İlgilenen yok. Orada da böyle bir şey yapılamaz mı?” diyerek üzüntüsünü dile getiriyordu Kafile olarak, daha sonra Tekirdağ Belediye Başkanını ziyaret ettik. Belediye Başkanı Ahmet Aygün yapılan bu ziyaretten dolayı herkese teşekkür etti. Herkesin elini tek tek sıktı. Ev sahipliği yapan Tekirdağ Anadolu Lisesi Müdürü Sayın Ahmet Coşan da katılan okullar hakkında bilgi verdi. Gazimağusa Namık Kemal Lisesi tanıtılırken tüm salonda bir coşku belirdi. Belediye Başkanı “ Namık Kemal adının Kıbrıs’a kadar taşınmasından ve bu insanların bu gün aramızda olmalarından mutluluk duydum” dedi. “Tekirdağ olarak, Namık Kemal’in adını elimizden geldiği kadar yaşatmaya çabalıyoruz. Bunun tüm yurda da sirayet etmesini temenni ediyorum” dedi. Kıbrıslı öğrencilere dönerek “Kıbrıs’ta neler var? Kıbrıs bu gün dünyanın gündeminde Gelişmelerin Kıbrıslı Türklerin lehine sonuçlanacak bir şekilde ilerlemesini istiyoruz” dedi. “Kıbrıs bizim için çok önemlidir.” diyerek Kıbrıs’a olan sevgisini dile getirdi. Bu arada Müdür Muavinimiz Bünyamin Merhametsiz, bizleri kabul ettikleri için başkana teşekkür ederek, KKTC Bayrağı ile çeşitli hediyeler sundu. Belediye Başkanı da kendi yörelerine has yöresel bir dokuma kilim ile Tekirdağ’a ait eski bir fotoğraf hediye etti. Öğle yemeğine kadar, öğrencilerle birlikte şehirde bulunan Arkeoloji ve Etnoğrafya müzesi ile Rakoçzi Müzelerini gezdik. Benim daha ziyade Rakoçzi Müzesi dikkatimi çekti. Bu nedenle ara girişi yapıp burayı sizlere anlatmak istiyorum. Siz, hiç Rakoçzi adını duydunuz mu, bilmiyorum. Ben duymamıştım. Duymak için tarih bilginizin çok güçlü olması gerekiyor. Peki Tekirdağ’da bir kralın 15 yıl gibi uzun bir süre yaşadığını biliyor muydunuz? Ben onu da bilmiyordum. Barbaros Caddesi üzerinde, sahile bakan kısımda Macar Sokağı’na girerseniz, sakin sakin denizin güzelliğini seyreden bir ev göreceksiniz. Burası eski bir Türk evidir. Bu bina, bir krala konaklık yapmış. 1676-1735yılları arasında yaşayan, son yıllarını Tekirdağ’da geçiren Erdel Prensi ve Macar Halk Kurtuluş kahramanı II. Rakoczi French’in anılarına izafeten müze olarak düzenlenmiş. Ev, Macar Hükümeti’ne hediye edilmiş ve Macar Hükümeti de burasını müze olarak düzenlemiş. Mülkiyeti ve içindeki eşyalarıyla Macarlara ait olan bu bina 25 Eylül 1982 tarihinde müze olarak ziyarete açılmış. Sergilenen eserler arasında Türk-Macar ilişkilerini ve iki ulusun halk sanatlarındaki beraberliklerini simgeleyen eserler ile Rakoczi’nin şahsı ve ailesine ait eşyalar yer alıyor. Bu ev çok eski bir bina. 17. ve 18. yüzyıl özelliklerini taşıyor. Osmanlının en eski özelliklerini görebilirsiniz. Osmanlının Viyana bozgununda Rakoczi Macaristan’ı terk etmiş. Özgürlük mücadelesi veriyor. Başarılı olamıyor ve ülkeden kaçmak zorunda kalıyor. 1717’de Osmanlı Padişahı III. Ahmet bir gemi gönderiyor. Gelibolu’ya geliyorlar. 1720 yılında da Tekirdağ’a yerleştiriliyorlar. Bu evle birlikte 24 ev satın alınıyor. Bu evlerin bulunduğu sokağa Macar Sokağı adı veriliyor. Rakoczi son 15 yılını burada geçiriyor. Rakoczi’nin vasiyeti üzerine öldükten sonra, kalbi çıkarılmış, üç gün bu evde bekletildikten sonra Fransa’ya gönderilmiş ve orada toprağa verilmiş. Bunun nedeni de Fransız kralları ile Rakoczi’nin akrabalığı imiş. Bu nedenle Fransa’yı çok seviyormuş ve kendisi de Fransız kültürü ile yetişmiş. Türk Macar Dostluk Derneği kurulmuş. Bu dernek tarafından, Macar günleri düzenleniyormuş. Yıl içerisinde burasını bin, bin beş yüz kişi ziyaret ediyormuş. Bunların yüzde doksanı da Macarlardan oluşuyormuş. Rakoczi’yi anlatırken Mikes Kelemen’i de zikretmek lazım. Kelemen bir Macar edibi. 17 yaşında iken Kral II. Rakoczi’nin yanına verilmiş. Ona çok büyük sevgi ve sadakatla bağlanmış. Avusturya ile yapılan savaştan sonra Rakoczi ile Tekirdağ’a gelerek yerleşmiş. 36 yıl burada yaşamış. Tekirdağ’da ömrünü okuyup yazmakla geçirmiş. Macar edebiyatının ünlü simalarından biri olarak tanınıyor. Onun “Türkiye Mektupları” adlı bir eseri de Tekirdağ Valiliği tarafından 2006 yılında basılmış. Bu mektuplar, Türkiye’den meçhul bir teyzeye yazılan mektuplar. Eser, 18. yüzyıldaki Türk toplumsal yaşayışını, törenleri, adetleri, folkloru çok güzel canlandırmaktadır. Bu eserin milli tarihimiz ve Tekirdağ tarihi bakımından çok önemli olduğu belirtiliyor: “Biz artık burada ev bark sahibi olduk, rahata kavuştuk. Tekirdağ’ı çok sevdim ama Zagon’u unutamıyorum. Doğrusu ablacığım, biz burada pek güzel, ferahlık bir yerde bulunuyoruz. Şehir epeyce büyük ve oldukça güzel, deniz kıyısında hoş ve gönül açan bir yamacın üstünde. Avrupa’nın tam kıyısında sayılırız. Buradan İstanbul’a atla iki günde gidilir, denizden de bir günlük yol. Herhalde Bey için hiçbir tarafta bundan iyi yer bulamazlardı. İnsan ne tarafa giderse her yanı güzel kırlar, fakat boş arazi değil, çünkü burada toprağı mükemmel işliyorlar. Köylere yakın olan kırlar boş olmadığı gibi, şehrin etrafındaki topraklar da bakımlı...” Eğer yolunuz Tekirdağ’a düşerse burasını görmeden sakın ayrılmayın. Değişik bir kültür ve değişik bir anlayış size merhaba diyecektir. Müze gezileri sona eriyor. Artık öğle vakti. Yemek saati. Belediye başkanı, tüm kafile onuruna Erciyes Restaurant’ta bir yemek verdi.Burada meşhur Tekirdağ köftesi yedik. Öğrenciler mutlu olduklarını her hareketlerinden ortaya koyarak belli ediyorlardı. Ben, asıl, burada sizlerle Belediye başkanı ile yemekte aramda geçen konuşmayı paylaşmak istiyorum. Erciyes lokantası, temiz ve sade bir yer. Yemekleri çok lezzetli. Bize, halis Tekirdağ Köftesi ikram edildi. Tadına diyecek yok doğrusu. Yemek sonunda tatlılar geldi. Benim dikkatimi peynir tatlısı çekti. Çünkü böyle bir şeyi ilk defa görüyordum. Sadece bir kaşık tadabildim. Çünkü şekere karşı yasağım var. Ama tadı çok hoş geldi. Belediye başkanı kısa bir konuşma yaparak afiyet olsun dedi. Ardından Bünyamin Merhametsiz, teşekkür konuşması yaparak, “sizleri de Kıbrıs'ta aramızda görmekten memnun olacağız” dedi. Bu arada Belediye başkanı Sayın Ahmet Aygün'e yakın olduğum için kendileriyle sohbet etme imkanım oldu. Başkana Kıbrıs'ı ve Kıbrıs davasını sordum. Başkan "Aslında siyaset üzerine demeçler vermiyorum; ama siz Kıbrıslı olduğunuz için, sizin yanımda ayrı bir yeriniz var" dedi. Biz sayın başkanla Kıbrıs üzerine konuşmaya başladık. Başkan "Kıbrıs, bizim kardeşimizdir. Türkiye’deki vatandaşımız ne ise, KKTC'deki soydaşlarımız da bizim için odur" dedi. TC'nin bir Kıbrıs politikası vardır. Başa kim gelirse gelsin, bu politika pek fazla değişmez. Bu gün TC Kıbrıs konusunda kararlıdır. Bize, AB'ye Kıbrıs'ı feda edeceksiniz, büyük tavizler vereceksiniz, bu ön koşuldur, dense, Türkiye bunu kesinlikle kabul etmez, etmeyecektir. Yalnız benim Türkiye’deki vatandaşlarım Kıbrıs'ı pek tanımıyor. Bilmiyor. Kıbrıs'ı ve Kıbrıs Türkünü, buraya, buradaki insanlara daha iyi tanıtmanız gerekiyor. Sizleri tanımaları lazım. Kıbrıs’taki çeşitli kuruluşlar bunu yapabilir. Nasıl yaparlar bilmiyorum. Ama bir şekilde yapmaları gerekiyor. Bu tam olarak yapılmıyor veya biraz eksik kalıyor. Kıbrıs’ı tanıtıcı faaliyetlerin artması gerekiyor. Köydeki vatandaş tanımıyor. Davayı bilmiyor. Bazıları olayı gözünde çok büyütürken bazıları da yanlış algılıyor. Kıbrıs davası hakkında hiç bir şey bilmiyor. Bu nedenle farklı düşünenler de olabiliyor. Şu anda Kıbrıs’ta milli gelirin on bin doların üzerine çıktığını öğrendim. Bu da beni çok sevindirdi." diyor. Kıbrıs Türkünün refahının yükselmesi bizi mutlu ediyor. Biz de bunun için elimizi taşın altına koymaya hazırız" diyerek bize destek beyan ediyor. "Sizler için her türlü katkıyı yapmaya hazırım" diyerek en kısa zamanda KKTC'ye gelmek istediğini belirtiyor. Biz de kendilerini aramızda görmekten mutlu olacağımızı, Kıbrıs Türkünün misafirperver insanlar olduğunu belirtiyoruz. Yemekten sonra kendileri İstanbul'a gitmek için ayrılıyor, biz de gezi programına uymak için yemekten kalkıyoruz. Yarın valilik tarafından Namık Kemal'i anma Töreni düzenlenecek. Bu törene NKL'li öğrenci grupları da katılacak. Bu töreni de burada sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Tekirdağ'da bu gün her şeyi ile Namık Kemal'i teneffüs ettik. Namık Kemal bu şehre o kadar sinmiş ki, adeta her taraftan Namık Kemal fışkırıyor, her taraf Namık Kemal kokuyor. Her caddede, her köşede, her dükkanda onu görmek mümkün. Caddelerin adları, dükkanların adları, okulların, derneklerin, stat, hastane, mahalle ve hatta insanların adları hep onun adını taşıyor. Öğrendiğimize göre burada tam yirmi tane onun adını taşıyan kurum ve kuruluş varmış. Gerçekten burada büyük bir Namık Kemal sevgisi var. Tekirdağlılar, büyük vatan şairimize çok büyük hayranlık duyuyorlar. Ona olan sevgilerini böyle ortaya koyuyorlar. Adeta ona büyük bir aşkla bağlanmışlar. Burada Tekirdağ Belediye Kültür Merkezinde Valiliğin düzenlediği Namık Kemal'in 118. ölüm yıldönümü Anma Törenine katıldık. Salon tamamıyla doluydu. Protokol eksiksiz yerini almıştı. Önce Namık Kemal Parkındaki Namık Kemal Heykeli önünde çelenk koyma töreni yapıldı. Burada KKTC'yi temsilen NKL Md Mv Bünyamin Merhametsiz de çelenk koydu. Bizler için gurur verici bir görüntü idi. Çünkü Namık Kemal Kıbrıs Türkü için de çok önemliydi. Bu vesile ile burada bulunmak bizleri de mutlu etmişti. Böylece burada bulunan öğretmen ve öğrencilerimiz KKTC'yi en iyi şekilde temsil ediyorlardı. Kıbrıs Türk Kültürünü, gelenek ve göreneklerini, yaşam biçimlerini anlatıyorlardı. Daha sonra Belediye Kültür Merkezine gelinerek burada hazırlanan tören izlendi. Çeşitli konuşmalar yapıldı. Programın en sonunda Tekirdağ Namık Kemal Anadolu Lisesi öğrencilerinin hazırladıkları sunum görülmeye değerdi. Namık Kemal'in düşünceleri, eserleri ve hayatından kesitler sunuldu. Vatan Yahut Silistre piyesinden kısa bir bölüm başarıyla sunulurken, onun vatan düşüncesi beyinlerimize nakış nakış işlendi. Tekirdağ Kemaller diyarı olarak biliniyor. Bunlar Namık Kemal, Yahya Kemal ve Mustafa Kemal. Bu önemli şahsiyet tüm şehre mühür gibi damgasını vurmuş ve tüm şehirliler tarafından kendi adları gibi özümsenmiş. Bir konuşmacı konuşmasında "Atatürk'ün 'Benim fikirlerimin babası Namık Kemal'dir. Vatanın kurtulmasını ve vatan için ölmesini bu nesle Namık Kemal öğretmiştir." diyerek onun önemini en güzel şekilde dile getiriyordu. Dört gündür buradayız. Artık damarlarımıza kadar Namık Kemal olduk. Onun düşüncelerini, fikirlerini, eserlerini daha bir başka gözle görüyoruz artık. Şimdi onu daha iyi anlıyoruz. Öğle yemeğinden sonra Çorlu ilçesine bir gezi düzenleniyor. Burasının Türkiye'nin en meşhur alış veriş merkezi olduğunu öğreniyoruz. Bakmayın siz Çorlu'nun bir ilçe olduğuna. Sadece Tekirdağ'dan değil, Türkiye'deki bir çok vilayetten daha büyük, daha modern ve daha planlı bir yapıya sahip. Gerçekten çok büyük mağazalar var. Bizi fabrikaların satış mağazalarına götürüyorlar. Yan yana yüzlerce mağaza. Hangi birine gireceğinizi ve neler alacağınızı şaşırıp kalıyorsunuz. O kadar çok çeşit var ki, ve bunlar bize göre o kadar ucuz ki alış veriş yapmadan edemiyorsunuz. Kucaklarımız poşetlerle doluyor. Biraz sonra kucaklarımız dolu vaziyette kaldığımız yere dönüyoruz. Yarın Çanakkale'ye bir gezi düzenlenecek. Orayı gezeceğiz. Dilimiz döndüğünde, kalemimiz el verdiğince oraların güzelliklerini de sizlerle paylaşacağız. Sabahın erken saatlerinde otobüs ile topluca Çanakkale’ye hareket ettik. Amaç Kurtuluş Savaşı’nın yapıldığı toprakları yakından görmek ve bu nedenle bilgi edinmekti. Bir konu hakkında en iyi bilgi, yerinde yapılan incelemelerle elde ediliyormuş. Bizler bu gezide bunu öğrendik. Çünkü Kurtuluş Savaşı hakkında, bilgi olarak bir çok eksiğimizin olduğunu gördük. Savaşın bilinmeyen ilginç yönlerini öğrendik. Türk Milletinin onurlu bir mücadele yaparak, bir devleti yoktan nasıl var ettiğini gördük. Bana göre her Türk insanının mutlaka gidip görmesi, hakkında bilgi edinilmesi gereken bir yer Çanakkale. Her taraf tarih kokuyor. Her taraf ulvi bir hava ile bezenmiş. Şehitlerimizin anıları her toprağın altından adeta fışkırıyor. Önce Bolayır’a gelerek, Namık Kemal’in mezarını ziyaret ettik. Çünkü aynı yol güzergahında bulunuyor. Öğrendiğimize göre Namık Kemal vasiyet ederek, kendini Rumeli Fatihi Süleyman Paşa’nın atının ayakları dibine defnedilmesini istemiş. Atının diyorum. Çünkü Süleyman Paşa mezarında atıyla birlikte gömülmüş. Mezarının hemen yanına atını da gömmüşler. Ve mezarları bir bina içine almışlar. İşte Namık Kemal’in mezarı da bu binanın hemen yanıbaşında. Kıdemli başçavuş Abdullah Öztürk bizlere rehberlik yapıyor. Bu alanda engin bir bilgiye sahip. Gerçekten bilgileriyle bizleri son derece aydınlatıyor. Önce Namık Kemal’in mezarı hakkında geniş bilgiler vermek istiyorum sizlere. Namık Kemal’in mezarı Bolayır’da, Süleyman Paşa’nın mezarı başında yer alıyor. Süleyman Paşa hakkında rehberimiz şu bilgileri veriyor bize: 1354 yılında Anadolu’dan Avrupa’ya ilk geçiş yapan Türk adamıdır. Gönüllülerle birlikte iki sal ile Avrupa’ya ilk adımı atan Osmanlı Türküdür. Yanındaki heyetle birlikte fethe gelmişler. Amaçları Osmanlı topraklarını genişletmek ve uzatmakmış. Buraları fethetmişler. 1359 yılında rivayete göre atının ayağını yılan sokması sonucu devrilerek ölmüş. Mezarının yanında lalasının ve atının mezarı da bulunuyor. Bunlar yan yana. Bundan sonra da geleneksel olarak bir çok ünlü kişilerin atları da yanına gömülmüş. Namık Kemal’in vasiyeti üzerine Devrin padişahı Sultan 2. Abdulhamit emir vererek, Namık Kemal’i buraya defnettirmiş. Bolayır’dan çıkınca yaklaşık yarım saat sonra Gelibolu’ya varıyorsunuz. Gelibolu, Çanakkale Savaşlarının en önemli noktalarından biri. İşte atalarımız Çanakkale Geçilmez destanını buralarda yazmışlar ve ölümsüzleştirmişler. Gelibolu’nun muhteşem bir manzarası var. Koy ve Çanakkale Denizi çok nefis görünüyor. Bakmaktan kendinizi alamıyorsunuz. Deniz durgun. Çarşaf gibi. Anzak askerlerinin bu koya kadar geldiklerini ve buradan çıkarma yaparak Anadolu’yu işgal etmeye çabaladıklarını hatırlıyoruz. Şimdi adeta geçmişi yaşıyoruz. Rehberimiz durmadan anlatıyor. Öğretmen ve öğrenciler, etrafında bir yumak olmuş, büyük bir dikkatle anlatılanları dinliyor. Ben de sürekli notlar alıyorum. Koya hakim tepenin hemen uç kısmında bir açık hava namazgahı bulunuyor. Burası sefere çıkan askerlerin toplu olarak dua edip namaz kıldıkları yer imiş. Burada dua edilip namaz kılındıktan sonra asker sefere gönderilirmiş. Hemen aşağıda, girişin alt kısmında Bayraklı Baba türbesini görüyoruz. Her taraf bayrakla donatılmış. Bayraklı baba denilen şahıs, 1410 yılında bir savaşta şehit olmuş. Savaşta sürekli bayrak taşıyormuş. Bayrağını düşmana teslim etmemek için bayrağı yutmuş. Ölümü sırasında mezarı başında bayrağın hiç eksilmemesini, daima asılı kalmasını vasiyet etmiş. Rehberimiz bize burada şu ilginç açıklamayı yapıyor: Avustralya Hükümeti Gelibolu Yarımadasına gitmeyen öğrencilerine lise diploması vermiyormuş. Her liseyi bitirmeye gelmiş gençlerin, buralara gelip belgelemesi gerekiyormuş. Bunu belgelemeyenler diploma alamıyorlarmış. Kendisi, burada yaşayan Türk gençlerinin fazla rağbet göstermediklerini söyleyerek onların bu tutumlarını eleştiriyor ve “her Türk gencinin mutlaka buraya gelip görmesi gerekir” diyor. Öğle yemeğini astsubay orduevinde yiyoruz. Ardından bir çay-kahve içiminden sonra yola çıkıyoruz. Şimdi Eceabat denilen yerdeyiz. Otobüs hareket halindeyken rehberimiz anlatmaya devam ediyor. “Burası Eceabat. Sol tarafınızdaki denize doğru inen tepenin önü, koy. Burası Kilye Koyu. Türk ordusunda yetişen askerler, buralara gemiler ve römorkörlerle İstanbul’dan getirilip savaşa katıldılar.” Eceabat’tan çıkıp Çanakkale Şehitliği’ne doğru ilerliyoruz. Sağ tarafınıza tepelere bakacak olursanız bembeyaz yazılarla şu yazıyı okursunuz “Dur yolcu! Bilmeden gelip geçtiğin bu toprak bir devrin battığı yerdir.” Gerçekten bu yazıyı okuyunca duygulanıyoruz. Gözlerimiz doluyor. Bunları anlayabilmek için mutlaka gelip görmek ve yaşamak gerekiyor. Aksi halde kulaktan duyma ile o heyecanı pek fazla duyamıyorsunuz. Kilitbahir Köyü’nü geçince, deniz kenarında Seyit Onbaşı heykeliyle karşılaşırsınız. Savaşın devam ettiği sırada vinci bozulan topun, 275 kg’lık mermisini, tek başına sırtlayıp kaldırarak topa yerleştirmiş Seyit Onbaşı. Ve sağ kalan arkadaşlarıyla birlikte ateş ederek OCEAN zırhlısının dümen tertibatına isabet aldırmış. Hey Koca Seyit, iman gücü ile o koskoca mermiyi nasıl kaldırabildin? Tek başına nasıl sırtladın, o ağır mermiyi? O, olağanüstü gücü nereden aldın? Bu gün, bu yüce millet senin, bu imanlı gücün sayesinde özgür yaşıyor. Seyit Onbaşı bu gün Çanakkale’yi arkasına almış, tarihin derinliklerinde ilerliyor. Çanakkale Şehitliğindeyiz artık. Birkaç yüz metre yürüdükten sonra Çanakkale Abidesinin bulunduğu tepeye geliyoruz. Abide, bütün görkemiyle sizleri kucaklıyor. Nereden bakarsanız bakın, onunla mutlaka göz göze geliyorsunuz. Rehberimiz burada ilginç bir olayı daha anlatıyor: Anzak askerlerinden biri savaş sırasında bir Türk şehidinin başını kesip, Avustralya’ya götürmüş. Bunu kilitli bir sandıkta saklamış. Ve kimseye bir şey söylememiş. Çocuklarına: “bu benim size mirasımdır. Ben ölmeden açılmayacak” demiş. Ölünce sandığı torunları açmış. Bir kafatası ile karşılaşmışlar. Dedeleri öldüğü için bunun ne anlama geldiğini çözememişler. Avustralya hükümetine baş vurmuşlar. Yapılan araştırmalar sonucu, bu adamın Çanakkale savaşına katıldığı ve bu kafanın bir Türk şehidine ait olduğu ortaya çıkmış. Görüşmeler sonucu şehit kafası Türk Hükümetine teslim ediliyor. Onlar da onun anısına “Meçhul Asker” anıtı yaptırıp, askeri buraya defnediyorlar. Yine rehberimizin anlattığına göre, bu savaşta ilk kez taktik amaçlı keşif uçakları kullanılmış. Almanlardan taraf değiştiren iki Alman İngiliz ordusuna geçerek, hizmet etmeye başlamış. Boğazdaki mayınları tespit ediyorlarmış. Mayın dökme işi, Alman pilotlarının uçuşundan sonra yapıldığı için, mayınlar tespit edilememiş. “Mayın yok” raporu verilmiş. Mayına çarpan gemiler olunca pilotlar, kurşuna dizilerek öldürülmüş. Burada her yerde anıtlara, mezarlara rastlamanız mümkün. Sadece Türklerin değil, İngilizlerin, Avustralyalıların, Fransızların, Yunanlıların anıtlarına ve mezarlarına da rastlayabilirsiniz. Başınızı nereye çevirirseniz çevirin göğe doğru yükselen anıtları veya bayrakları göreceksiniz. İngilizlerin yaptığı Helles Anıtı ile Yahya Çavuş Anıtı aynı mekan üzerinde yan yana duruyorlar. Yahya Çavuş, emrindeki birkaç erle birlikte koskoca düşman ordusunu on saat gibi uzun bir süre oyalama başarısını göstermiş bir kahramanımız.. Bu da askerimize, güç vermiş ve onlara moral kaynağı olmuş. 57. Alay Şehitliği belki de görülmesi en önemli bir anıt. Bir ihtiyat alayı olan 57. Alay, savaşta bir tek kişi kalmamacasına bütün askerlerini şehit vermiş. “Dünya Askerlik Tarihinin En Kahraman Birliği” olarak nitelendiriliyor. Onların anısına görkemli bir anıt yaptırılmış. Bu şehitlik yapılırken, birbirine sarılmış iki subay iskeleti bulunmuş. Topraklar içinde bulunan künye ve muskadan, bunların Türk ve İngiliz askeri olduğu anlaşılmış. Bu iki kahraman askerin siperlerde boğuşurken öldüğü anlaşılmış. Cesetler, ait oldukları yerlere teslim edilmiş. Son olarak Atatürk’ün saatinin parçalandığı noktaya gittik. Conkabayırı ayaklarımızın altında yemyeşil görünüyordu. Tepelerdeki mazgallar, siperler hala o anki canlılığını koruyordu. Buraya Atatürk’ün bir heykeli dikilmiş. Yanında da Yeni Zelanda Anıtı var. Aşağısı Anzak Koyu. Bütün boğaz buradan olduğu gibi görülüyor. Atatürk’ün gözetleme yaptığı nokta da tam burası. Ayrıca buranın bir diğer önemi de Atatürk’ün saatinin parçalandığı yer olması. Kalbinin üzerinde bulunan saat isabet almış ve Atatürk’ün hayatını kurtarmıştı. Artık akşam olmak üzere. Conkbayırı’na, Anzak Koyuna, Atatürk Anıtı’na son bir kez daha bakıyoruz. Dönüş saatimiz yaklaşıyor. Etrafa baktıkça onurlanıyoruz. Gururlanıyoruz. Büyük bir milletin evladı olmakla sevinç duyuyoruz. Atatürk Heykelinin tam altında yazılan ibare dikkatimi çekiyor: “Eşsiz kahraman Atatürk, Vatan sana minnettardır.” Gerçekten ona olan minnettarlığımızı ne kadar anlatmaya çalışsak ifade edemeyiz. Sanki o, hala orada. Elinde dürbünü ile Conkbayırı’nı gözlüyor. Yazdığı destan dilden dile her Türkün gönlüne nakış nakış işleniyor. İşte o destan burada yazıldı. Burası Çanakkale: ÇANAKKALE GEÇİLMEZ! Çanakkale’de hava kararmaya başlarken, otobüslere biniyor ve iki saatten fazla sürecek Tekirdağ’a dönüş için yola çıkıyoruz. O akşam yattığımız yerleri çok beğeniyoruz. Çünkü yorgunluktan artık adım atacak gücümüz kalmamıştı. Yatağa girer girmez uyuya kalmıştım. Artık gezimizin son günüydü. Bu gün programda sabah, öğrencilerimiz Kıbrıs türkülerinden oluşacak bir konser vereceklerdi. Konser öncesi okul temsilcileri öğrencilere kısa birer konuşma yapacak ve okullarını tanıtacaklardı. Öğrencilerin en çok sevdiği de konser olmuştu. Çünkü Kıbrıs türküleri onlara değişik ve ilginç gelmişti. Hele de Dillirga Türküsünde tüm öğrenciler türkü söyleyen öğrenciye tempo tutarak katılıyorlardı. Öğleye doğru Tekirdağ Valisine bir nezaket ziyareti yapıldı. Daha huzura çıkmadan benim dikkatimi çeken sekreterin tavırları idi. Hiç de hoş bir tutum sergilemiyordu. Önüne gelene kızıyor, kimi gördüyse fırçalıyordu. Bizleri bekleme salonuna almış ve “ben ne dersem onu yapacaksınız. Ben, demeden sakın kendinize göre hareket etmeyin. Ben söylemeden hediyelerinizi vermeyin,” diye adeta bizlere de fırça atıyordu. Yanımızda dahi durmamış ve çekip gitmişti. Ben dayanamıyorum ve orada bulunan başka bir görevli bayana “Siz misafirlerinizi hep böyle tersleyerek mi karşılarsınız?” diye soruyorum. Özür dileyerek “aslında böyle değil. Ama çok önemli bir proje var. Onun için toplanacağız. Bu yüzden biraz telaş var. Yoksa sizlerle bir ilgisi yok. Tekrar özür dileriz” diyor. Ben de “asıl özür dilemesi gereken siz değil sekreter hanım. Sanki vali kendisi” diyorum. Bayan seslenmiyor. Susuyor. Ve nihayet huzura çıkıyoruz. Vali Bey gerçekten hoş ve tatlı bir üslupla karşılıyor bizleri. Tam bir saatini ayırıyor bizlere. Söylenenlere göre en fazla on beş yirmi dakika ayırabilirmiş. Bunun da Kıbrıs’a karşı olan sevgisinden ileri geldiği söyleniyor. Vali Aydın Nezih Doğan Bey “Hoş geldiniz” diyerek karşılıyor bizleri. “Tekirdağ huzurlu bir şehrimiz. Şu anda güzel bir platform oluşturdunuz. Namık Kemal Okulları olarak ona verdiğiniz değer ortaya çıkıyor. Türk Milleti olarak, yurdumuzda ön plana çıkmış şahsiyetlerimizi en güzel şekilde yad ediyoruz. Namık Kemal’in düşüncelerini, fikirlerini hepimiz benimsiyoruz. Vatan kavramı bizler için önemlidir. Kutsaldır. Namık Kemal de vatan sevgisini şiirlerinde yansıtmış ve tüm insanımıza bu sevgiyi aşılamış bir şairdir. Şu anda içinde bulunduğunu bina tarihi bir binadır. 1928 tarihinde alınan Harf Devrimi kararı bu odada alınmıştır. Bu da bizlere çalışma azmi veriyor. Mümkün olduğu ölçüde bu tip tarihi yerlerin özelliklerini bozmamak gerekir. Çünkü bu gibi yerler bizlere de ders verir. Keşke şu üzerinde oturduğumuz sandalye, koltuk veya masa da iki yüz yıllık olsaydı da tarihe bir ışık tutsaydı. Bunun Kıbrıs’tan gelen arkadaşlarımız için daha önemli olduğuna inanıyorum. Tarih bilincinin o insanlarda daha fazla gelişmiş olduğunu biliyorum. Namık Kemal Kıbrıs’ta da bulunmuş. Ve düşüncelerini oradan da yaymıştır. Sizler de onun fikirlerini taşıyorsunuz.” diyor. Vali Bey, “Çocuk Dostu Şehirler Dostu Tekirdağ” adlı bir projelerinin olduğunu bu nedenle tişörtler bastırıldığını söylüyor. Bu tişörtlerden ve Mikes Kelemen’in “Türkiye Mektupları” adlı eserini herkese hediye ediyor. Sıra bizlerin kendilerine götürdüğümüz hediyelerin takdimine geliyor. Bünyamin Merhametsiz bir teşekkür konuşması yaparak, Milli Eğitim Bakanımızın mesajını ve hediyelerini sunuyor. Yakasına KKTC Bayrağı rozeti takıyor. Vali Bey gerçekten gönüllerimizi fethediyor ve oradan ona duyduğumuz saygıyla ayrılmamızı sağlıyor. Öğle yemeği okulda yeniyor. Yemekten sonra okulda Namık Kemal ile ilgili bir konferans olacak. Bu konferansa konuşmacı olarak iki kişi katılacak. Bunlardan biri benim. Diğeri de Namık Kemal Derneği Başkanı Sayın Mehmet Serez. Aslında az ve yumuşak bir konuşma yapmak istiyorum. Ama öğrenciler buna fırsat vermiyor. Daha “sizlere tüm KKTC’den, yavruvatandan selam getirdim” dememle birlikte tüm salon yıkılıyor. Eee, artık bu alkışları görür de ben durur muyum? Adeta damarlarım fırlıyor. Tüylerim diken diken oluyor. Öyle cümleler dökülüyor ki dudaklarımdan, her kelimesinde sanki salon alkışlarla yıkılacak gibi oluyor. İster istemez kendimi büyük bir coşkuya kaptırıyorum. Namık Kemal’in düşüncelerinin bu günkü KKTC temelini oluşturduğunu ve Kıbrıslı Türkler için iki Kemal’in vaz geçilmez olduğunu belirtiyorum. Namık Kemal’in Tekirdağ’da doğduğu için, Tekirdağ’ın böyle birini yetiştirdiği için, dolayısı ile KKTC’nin özgürlük temelinde onların da katkıları olduğu için, Kıbrıslı Türkler tarafından çok sevildiklerini söylüyorum. Alkışlar alkışlar... Ve o gece... Öğretmenevinde bir veda gecesi düzenleniyor. Herkes eğlencenin doruğuna ulaşıyor. Telefonlar, mailler alınıyor. Sıcacık kurulan dostlukların burada kalmaması dileklerinde bulunuyor. Ertesi gün hareket saati. Hep birlikte son bir kez okula gidiyoruz. Tüm öğretmenlere, bizlerle ilgilenen öğrencilere, hademelere, şoförlere... herkese teşekkürler ediyoruz. Herkes birbirine hediyeler veriyor. Ve nihayet otobüs gelip bizleri alıyor. Hüzünlü dakikalara şahit oluyoruz. Öğrencilerimiz kaldıkları arkadaşlarına sarılmış göz yaşlarını tutamıyorlar. Herkes buruk. Herkes üzgün. Kimse konuşmuyor. Sözler, sadece gözlerden süzülen yaşlar olarak kendini gösteriyor. Artık bu göz yaşı seline bizler de katılıyoruz. Hatta hep sevip saydığım, ciddi bir imajla gördüğüm Celal Bey bile gözyaşlarına hakim olamıyor. O sert, o ciddi görüntünün altında pırlanta gibi, yakut, elmas, altın gibi parlayan, ışıldayan bir kalp. Gezi boyunca öğretmenliği bırakacağını söyleyen, bu mesleği sevemediğini söyleyen, önce anlaşamadığız fakat daha sonra hiç ayrılamadığımız güzel dost, İstanbullu Felsefeci Hakan bile bu üzgünler kervanına katılmış, bizlere sarılıyor, “sizle ne iyi insanlarsınız” diyordu. Kafasını duvara vuran Murat Hoca, ağrılarını unutmuş, gönlünü saran ayrılık sızılarının esiri olmuştu. “En çok Mustafa Hoca’yı tanıdığıma memnun oldum” diyordu. Serkan, Mehmet Bey, Müdür Ahmet Bey, Attila Bey, Hakan Bey hep yanımızda idiler. Seneye toplantıyı İstanbul’a aldırabilmek için Nazım Bey’e az mı diller döküldü. Onun ellerini havaya kaldırarak “yapmayın bunu bana. Ben seneye emekliyim” demelerine karşılık atılan kahkahalar şimdi yerini buruk bir üzüntüye bırakmıştı. Hüzünle biten, acı ayrılıkla biten bir filmin son saniyeleri oynuyordu sanki. Otobüs yavaş yavaş hareket ediyor, aşağıdakiler el sallıyor, otobüstekiler de koltuklarından uzanabildikleri kadar uzanarak buna karşılık veriyorlardı. Şehir artık geride kalıyor, dostlarla da yollar bir bir ayrılıyordu. Gözyaşları yanaklardan aşağılara doğru süzülerek iniyordu. -SON-
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |