Bir ülke bağımsız olmadan, bağımsızlık da erdem olmadan ayakta duramaz. -Rousseau |
|
||||||||||
|
Bilindiği gibi Türkiye’den, Avrupa’ya insanlar 1950’li yıllardan itibaren gitmeye başlamışlardır. Avrupa’ya bu gidişlerin büyük bir çoğunluğu para kazanmak içindi. Ve tümünün düşüncesi ise, biraz para kazandıktan sonra en kısa sürede ülkeye geri dönmekmiş. Ancak ömrünün son yıllarını yaşayan Türklere neden hâlâ buradasınız diye sorduğumuzda? Çok ilginç cevaplar alındığı gibi karmaşık düşüncelerle yaşadıklarını görmekteyiz. Dünyanın neresinde olursa olsun, bir insan gerek ekonomik gerekse siyasi ya da başka nedenlerden ülkesini terk etmişse, o kişi daha önceden kimliğini oluşturduğu öz dil, din ve düşünce kültüründen bir şeyleri kaybetmeyi göze almak durumundadır. Çünkü her yeni göçle birlikte, eski kültürel değerlerin bir kısmını atmadan, kırmadan veya unutmadan, yeni yerleşilecek toplumsal yapıya uyum ve adaptasyon (Entegrasyon) sağlamak mümkün olmamaktadır. Bu yüzden göçmenlerin çok büyük bir kesimi, iki kültür arasında bocaladıklarından, sürekli ikilem içerisinde bilgi, duygu ve düşünce karmaşasını yaşamaktadırlar. İçerisinde bulunulan bu duygu ve düşünce karmaşası doğal olarak insanları birtakım aşırı uğraş ya da fikirlere sevk etmektedir. Bunları daha net anlayabilmek için Avruapaya gelen Türkiyeli göçmenleri, iki kategoride ele alarak değerlendirmek en doğrusudur. Birinci kategoridekiler direkt para kazanmak amacıyla gelen Türk işçilerdir. İkinciler ise siyasi olarak gelenlerdir. Gerek Para kazanamak için gelenler gerekse siyasi Türkiyeliler hemen hemen Avrupanın tüm ülkelerine yayılmış durumdadırlar. Ve her ülkede en az 50 000 kişi olmak üzere milyonlara varan sayıya ulaşmaktadırlar. Para kazanmak için Avrupaya gelen Türklerin büyük bir çoğunluğu, devletler arası yapılan iş anlaşmaları neticesinde gerçekleşmiştir. Ve resmi kanalla doğrudan işçi olan bu insanlar, daha sonra çocuklarını Türkiye’den evlendirmeleri neticesinde büyük bir göçmen nüfüsü oluşturmuşlardır. Belirtilen Türk göçmenlerin çoğunluğu ilkokul mezunu durumundadırlar. Eğitim seviyelerinin düşüklüğü, Türk işçiler için büyük bir dezavantaj oluşturmaktadır. Çünkü ülkesinde almış olduğu eğitim, kendi dilini ve kültürünü öğrenmesine dahi yeterli gelmediği için, bu seviye ile yabancı bir kültürün içerisinde var olmak ve sorunlarla baş etmek öyle her insanın yapabileceği bir şey değildir. Diğer bir olumsuz nokta ise, işçi olarak gelen insanlar dil ve kültür sorununu çözemeyeceklerini anlayınca, bu defa daha çok maddi tasarruf yoluna giderek, sosyal ve kültürel hayattan kendilerini tamamen soyutlamaktadırlar. Örneğin Türk Göçmenlerin %99’u en az 20-30 yıl Avruapa’da yaşadıkları halde, akraba ziyaretinin dışında en yakınındaki diğer bir Avrupa ülkesini daha yakından tanımak ve bilgilenmek için ziyaret etmiş değillerdir. Bu olumsuzluklara bir de Avrupalıların kendini beğenmişlikleri ve de ırkçılıkları eklenince, Türkiyeli işçiler ne yana savrulacaklarını bilemeden daha çok içlerine kapanmaktadırlar. İfade edilen durumu bilen Türk devleti, kendi vatandaşı olarak gördüğü insanlara sözde yardımcı olma amacıyla, Konsolosluk veya Büyükelçileri aracılığıyla çeşitli derneklerde sürekli İslam din ve ırk milliyetçiliği aşılayarak, bu insanları daha da büyük bir çıkmazın içerisine sürüklemektedir. Çünkü gerek din gerekse ırk milliyetçiliği her yerde tüm belaların başlatıcısıdır. Hele de yabancı bir ülkeye gönüllü olarak para kazanmak için geleceksin, yok senin kültürün dinin iyi değil, benimkisi daha iyi ve üstündür, bunlar “Gâvur ve Kaâfir’ şeklinde aşğılamak ahlaksızlığın daniskasıdır. Hem adamların işinde çalışıp paralarıyla çocuklarını ve aileni besleyeceksin, hem de din ve ırk milliyetçiliği yaparak bu insanları yerden yere vurmak hiçbir ahlaka sığmamaktadır. Ve Avrupalılar buna karşılık şu ifadeyi kullanmaktadırlar. Beğenmiyorsan çek git ve bir daha da gelme. Ama Türkler ne yapıyorlar? İnadına Avrupada kalmaya devam etmektedirler. Emekli olanların çoğunluğu ülkelerine dönüş yapmadıkları gibi, çocuklarııysa Türkiye’ye gitmeyi hiçbir zaman düşünmemektedirler. Bu noktada Avrupalılara hak vermemezlik yapılamaz. Hangi şartlarda göçmen olunursa olunsun, her göçmenin hakları bulunduğu ülkede sınırlıdır. Buna rağmen haddini ve sınırını bilmeden çok iğrenç bir milliyetçi duygu içerisinde adamları yerden alıp yere vurmak ilkesizliktir. O zaman neden burayı terk etmiyorsunuz diye sorulduğunda? Asla gerçek cevap vermiyorlar. Çünkü çalıştıkları ülkelerde sahip oldukları huzur, güven, sağlık, hak, hukuk, adalet ve temizlik, kendi ülkesinde hayaldir. İşte bu anlayış yüzünden Türk devleti başta olmak üzere Türklere, Avrupalılar hiçbir zaman güvenip itibar göstermemektedirler. Ve Milliyetçi bu Türklerin daha enterasan bir anlayışları, kendi düşüncelerine ihanet ederek, seçimlerde sürekli Avrupalı Sosyal Demokratlara oy vermektedirler. Ondan sonra da yok efendim Avrupalılar bizi istemiyor, bizi kıskanıyorlar gibi saçma sapan yalanlarla hatalarının üstünü örtmeye çalışmaktadırlar. Ozman demezler mi? Tüm ilişkilerini kes olsun bitsin, neden kesmiyorsun? İlişkilerini kesemezler çünkü Türk devlet yetkilileri, Avrupalılar olmadan ayakta kalamayacaklarını kendileri de biliyorlar. Ancak bunu halka açıklayamazlar. Açıklamaları durumda toplumun çoğunluğunu sürü gibi arkalarından sürleyemeyeceklerdir. Onun için Türkiye devlet sisteminde halkın her şeyi bilmesi demek, devleti yönetenlerin işine asla gelmemektedir. Diğer taraftan siyasi olarak gelen Türkiyelilerin durumuna baktığımızda, şöyle bir gerçekle karşılaşmaktayız. Gerçekten siyasi kültürü dolu ve eğitimli şekilde gelen insanlar, karşılaşmış oldukları yabancı kültürle biraz daha kolay entegre olmaktadırlar. Çünkü Avrupa’ya siyasi olarak gelen Türkiyelilerin büyük çoğunluğu Alevi ve Kürtlerden oluşmaktadır. Aleviler zaten anadan doğar doğmaz her türlü milliyetçiliğe karşı bir kültürle var oldukları için, Avrupalılarla entegrasyonda ciddi bir sıkıntı yaşamamaktadırlar. Gerek Avrupalıların kültürel ve sosyal faaliyetleri, gerekse Alevilerin siyasi ve kültürel faaliyetleri her iki toplumu hiçbir noktada rahatsız etmemektedir. Türkiyeli siyasi Kürt göçmenlerin durumu ise diğerlerinden biraz daha farklılık göstermektedir. Örneğin siyasi bilinci yeterli olan Kürt göçmenler entegrasyon sorunlarını daha kolay aşarlarken, siyasi bilinci ve eğitim seviyesi düşük olanlarsa ciddi bir kültürel karmaşa yaşamaktadırlar. Çünkü Kürt siyasi kişilerin ailelerinin hemen hemen hepsi İslami kurallara göre ve Kürt Aşiret mantığı çerçevesinde kültürüel gelişmini tamalamışlardır. Bu da doğal olarak Kürt göçmenlerin üç kültür arasında bocalamasına neden olmaktadır. Bir yandan Avrupa dil ve kültürü, diğer yandan Türk dil ve kültürüyle birlikte kendi anadili ve Aşiretçi yapı arasında sıkışmaları yüzünden, yaşamlarına doğru bir yön verememektedirler. Avrupa’nın göbeğinde Mardin ve Hakkari’deki gibi yaşamaya çalışmaktadırlar. Kültürler arasında kendilerine uygun bir köprü kuramayan göçmenlerin bu yaşamlarından özet olarak şu sonucu çıkarmak mümkündür. Avrupa’daki tüm göçmenler içerisinde eğitim ve genel kültürü yeterli olanların haricinde, diğer büyükbir çoğunluğun çocukları % 80 oranında genellikle yarım zekalı olarak şekillenmektedirler. Buna sebep olansa, başta da ifade ettiğimiz gibi göçmen aileler çocuklarına kendi milliyetçi ve dar dünya görüşüne sahip oldukları kültürü dayatmaklarıdır. Diğer taraftansa çocuklar okulda ve dışarıda Avrupa kültürüyle yaşaması neticesinde, göçmen çocukları iki kültür arasında bocalayıp, psikolojik yorgunluk içerisine düşmektedirler. Ve böylece çocuklar psikolojik olarak ya aileye veya Avrupa kültürüne karşı agresifleşip, insani ve toplu ilişkilerde büyük bir soğukluk ve düzensizliğin içerisinde yetişmektedirler. İşte göçmeye karar veren her aile, göçmeden önce bu olayların hepsini hesap edip ona göre karar vermelidirler. Bunları hesap edemeyen büyük çoğunluk her zaman hayal kırıklığı yaşamışlardır. Bu da insan ve külürlü niteliğini ciddi anlamda zedelemektedir. İşte Türkiyeli göçmenlerin yaşamları ve dünyaya bakışları kısaca bunlardan ibarettir. Cemal Zöngür
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Cemal Zöngür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |