Bir sanatçı başarısız olamaz; sanatçı olabilmek bir başarıdır. -Charles Horton Cooley |
|
||||||||||
|
Dil ve düşünce insan olmanın en temel varlığıdır. Bu da her insanın doğup yaşadığı bölge, coğrafya ve topluluğun doğal özelliklerine göre gelişir. Örneğin kişinin boğazdan çıkarmış olduğu sesin (Fonetik) tonu, bölgenin iklimsel yapısına uygun düzenli ve düzensiz seslenişle harflendirilir. Dil eğitiminin gelişmediği çağlarda bu düzensiz ses tonları, insanların bilinçlerine tamamen oturduktan sonra, çevredeki tanınan varlıklara benzetilerek resim ve şema (Hiyeroglif) yazılarla somutlaştırılmıştır. Çeşitli hayvan ve doğa figürleriyle somutlaştırılan resim harfler üzerinde daha uzun düşünülerek, ünlü ve ünsüz ayrımıyla birlikte, çizgisel modern harflere geçilmiş oldu. Bununla her şey tamamlanmadığı için, belirli anlamlara gelen hece ve kök kelimelerin yapımına geçilerek, yazılı edebiyata doğru yol ancak alınabildi. Gerek sözlü gerekse yazılı edebiyat, doğal olarak ilk başlangıçlarda her toplumun dilinde fakirdi. Diline değer veren toplumlar yaşadıkları bölgenin coğrafi, iklimsel, ekonomik, siyaset, din, düşünce, bilgi, bilinç ve birikimlerine göre dillerini zenginleştirdiler. Dil zenginliği başka halkların dillerindeki kelimeleri devşirerek asla mümkün değildir. Dil üzerine kafa yorup düşünen kişi veya uzmanlar, önce dillerindeki sesli ve sessiz harflerin uyumluluğunu tespit eder. Daha sonra halkın yaşadığı en ücra köşeler ziyaret edilerek, kullanılan kelimeler ve nelere nasıl anlam verildiği kayıt altına alınır. Bu işlemin ardından dil uzmanları halkın dilindeki ana kelimelerden yaralanarak yardımcı veya farklı yeni kelimeler üretirler. Söz konusu kelime üretimi o halkın duygu düşünce, maddi ve manevi sosyal aktivitelerine uygun olacak şeklide gerçekleşir. Diller zenginleşip geliştikçe birey, halk ve toplumlar buna göre kişilik, karakter ve değer kazanırlar. Diğer taraftan çeşitli ilişkilerin yürüttüğü toplumların dilinden bazı kelimeler alınsa da bu genellikle sınırlı tutulur. Çünkü yabancı kelimelerin dillere fazla nüfuz etmesi, o dil ve toplumun yozlaşması demektir. Böyle bir zorunluluk durumunda her halk ya tüm olumsuzluklara rağmen kendi dilinin kelime hazinesi geliştirir, veya direkt asimile olmayı kabullenerek yabancı bir dili özümsemiş olur. Bu iki yöntemin dışında farklı dillerden kelime devşiren toplumlar yozlaşmışlardır. İşte bu yozlaşmanın daha derin ve en çirkin örneğini Müslümanlaşan Türklerde ve günümüzdeki Türkçede görüyoruz. Dil ve tarihten biraz nasiplenmiş Türkçe sevdalıları şu gerçeğe göre hareket etmelidir. Türkler M.Ö.250 M.S.700 yıllarına kadar Orta Asya'nın Ural Altay dağ etekleri ile, aynı bölgenin Seyhun, Ceyhun ırmak boylarını kuşatan boz kırlarında, dil ve kimlik sahibi olmuşlardır. Bu dilin mimarları Türk Hakan'ı Teoman ve ölümünden sonra oğlu Metehan'ın yönettiği devletle başlayıp, Atilla'nın Avrupa Hun, Bumin ve İstemihan kardeşlerin kurduğu Göktürk devletlerinde gerçekleşmiştir. Her üç Türk hakanlığı 30 - 34 Türkçe alfabeyle yaklaşık 1000 yıl boyunca öz Türkçe dilleriyle yaşamayı başarmışlar. M.S.850 yıllarından itibaren Türk kökenli Çağrı, Selçuk ve Ertuğrul Gazi'nin egemenliğindeki Türk Boyları tamamen Müslümanlaşmaya başlarlar. Bu Müslüman Türkler M.S.1037 yıllarında kendi devletlerini kurdukları halde, Türkçeyi resmi devlet dili yapmadılar. Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu devletleri, Farsçayı resmi anadil olarak benimsemişlerdir. Yabancısı olduğu bu dile bir de İslam din anormalliğini eklemeleriyle, Türkçenin ruhuna fatiha okudular. Birinci en büyük dil ve kültür yozlaşması bu şekilde başlamıştır. İkinci büyük yozlaşma ve kişiliksizlik, Osmanlı'nın Arapçayı resmi dil ve İslam Dinine göre imparatorluğu yönetmesi, Türkçenin sonu olmuştur. Osmanlı deyip geçememek gerekir. Çünkü Osmanlı Türkçe konuşan herkesin canına ve malına saldırıp en büyük Türkçe düşmanlığı yapan soysuz devşirmedir. Tamamen yozlaşmış Selçuklular ve Osmanlı, Fars ve Arap devşirmeciliği ile ne kendi, ne Fars ne de Arap olabildiler. Dilsiz, kimliksiz, kişiliksiz ve karaktersiz bir şekilde, İslam Arap kültürünün bekçileri oldular. Arap İslam'la yozlaşmış devşirmeler, öz anadilin ne demek olduğunu ve anadilin insana neler kazandırdığının değerini hiçbir zaman anlayamadılar, anlamayacaklar da. Kokuşmuş bu kafa yapısı bir taraftan Türküm derken, diğer taraftan her şeyine yabancısı olduğu Arap İslam diline, alfabesine ve edebiyatına sahip çıkması, tam bir kanserojen vakadır. Benim tanımımla bu Türkik anlayışın yapacağı tek şey var... Ya tamamen Türkçeyi ve Türklük söylemini bırakır, Arap İslam yanaşması olmalılar veya zorda olsa kendi öz ata dil ve kültürüne sahip çıkmalıdırlar. Hem Türküm demek hem de Arap İslam'ı en büyük değer görmek kişiliksizliğin en çukurudur. 1924'de Mustafa Kemal Atatürk'ün öz veri ve çabalarıyla, Türkçenin resmi devlet dili yapılması, Türkler adına büyük umut olmuştur. Buna rağmen Türk Dil Kurumu'nun (TDK) uyuşukları, sadece Türkçe Dil Bilgisini (Gramatik) netleştirmeyi başarmışlardır. Türkçe kelime üretmemişler. Böylece Türkçe adına yapılan en büyük kötülük, Arapça kelimeler başta olmak üzere diğer yabancı kelimelere Türkçe ekler uydurulmasıdır. Bununla Türkçeyi geliştirdiklerini söylemeleri bir halka veya ulusa en büyük ihanettir. Ve bunun sonucunda Türkçe olarak bilinen yabancı kelimelerin toplamı en az %85'i bulması, devşirme Arap İslam mantığının hâlâ etkili olduğunu gösteriyor. Ve aynı anlayış bugün bile bir an evvel İslam Arap alfabe ve diline geçmek için can atmalarıdırlar. Arap İslam dil ve kültürünü çok isteyen yobazlar, neden Arabistan veya başka bir Arap ülkesine gidip orada mutlu mesut yaşamıyorlar? Gitmezler çünkü Arapların kendilerini nasıl belleyeceğini çok iyi biliyorlar. Buna rağmen Arapça ve İslam'dan vazgeçmemeleri, çok derin bir yozlaşma ve kişiliksizliğin en açık kanıtıdır. Cumhuriyet dönemiyle Türkçe Dil üzerine birçok şeyin yapılamamasındaki en büyük engel, Selçuklular ve Osmanlı'nın yozlaşmış bir dil ve toplum bırakmasıdır. O yozluk içerisinden buraya kadar gelinmesi de bir kazanım olarak görülebilir. Ancak asıl kazanım bundan sonra Türkçe başta olmak üzere, Anadolu'daki tüm halkların dillerini yaşatacağı gerçek Demokratik Cumhuriyetin var olmasıyla gerçekleşecektir. Ve böylece Arap İslam yozlaşması tamamen tarihin çöplüğüne atılmış olacak. Cemal Zöngür
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Cemal Zöngür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |