Bilim şaşkınlıkla başlar. -Aristoteles |
|
||||||||||
|
Özenti, saplantı, ukala, ırkçı, doyumsuz ve çeşitli kutsallıklıklarla eğitilen her insan, gerçek adaleti kaldıracak karaktere sahip değildir. Çünkü gerçek adalet; bilgi, sınır, ölçü, ciddiyet, samimiyet, eşitlik ve yüksek ahlak ister. Bu da sorgulayan düşünce, kültür, doğruluk ve dürüstlük demektir. Sıralanan insani ölçüler, hükmetmek isteyen ve yetersiz kişilere ağır geldiğinden, karakterlerindeki hazır negatif egoist fahişeliği tercih ederek yaşarlar. Ve dinle devletin yol göstericiliğine sığınılıp, kullanılmak vatan severlik olarak görülmekte. Devletlerin esas varoluş temeli hükmetmek ve kullanmaktır. Bunu gerçekleştirmek için halkın doğru, gerçek şekilde eğitilmesi gerekmiyor. Çoğu devletler, yalancı bu karakterini üzerini kapatmak amacıyla, hukuk adıyla fahişeliği resmi siyaset olarak yürütürler. Adalet kavramı; şayet mevcut devlet sistemlerinin anayasa ve sarıldıkları değerlere göre uyguladıklarıysa, o zaman dünyada adalet yerine resmi fahişelik temel ilke kabul edilmiş demektir. Bu tanımlamanın doğruluğunu, tarihsel olarak yaşanan şu olaylar kanıtlıyor. Birinci Dünya Savaşı sonunda, güçlü devletlerin toprak ve bölge paylaşımlarında, nüfusu 50 milyonu bulmayan 22 Arap Aşiretine devlet hediye etmeleri. Aynı şekilde en az 50 devletçiğin nüfusu 1,5 milyonu bulmazken, bunlara her türlü devlet olma imkanının tanınması. Diğer taraftan 40 milyon nüfusa sahip Kürtlere, Asuri, Keldani ve Süryani gibi milyonlarca insanın her haktan yoksun bırakılması, fahişelik değilse nedir? Uluslararası sözde adaletin temsilcisi durumunda olan Birleşmiş Milletler, (BM) Kürtlerin özerklik taleplerini dahi kabul etmemesi, resmi fahişeliğin açık şekilde dışa vurumudur. Uluslararası ahlaksızlığın diğer örneği ise, asılsız bahanelerle çevresine sürekli saldıran insanlık düşmanı faşist Türkiye gibi ülkelerin meşru görülmesi, gerçek adalet doğmadan öldürülmüştür. Aslında edebiyat diline uygun olmayan bu tür kavramların fazlaca kullanılması, resmiyeti olan devletlerin uyguladıkları ahlaksızlıkların bir sonucudur. Dünyanın çoğunluğunda egemen kılınan ahlaksızlıkları, başka türlü ifade etmek bazen mümkün olmuyor. Bu bakımdan insanlar fahişeliği yalnızca cinsellik olarak görmemeli. Ve dünyada esas fahişeliğin, erkek egemenlikçi ataerkil toplumla başlayıp yaygınlaştığını, mevcut devlet ve aile yapılarında daha net anlaşılmakta. Devletlerin yaşattığı resmi fahişeliği, Alman Filozof Friedrich Nietzsche'nin, şu tespiti çok güzel ifade ediyor. Neitzsche derki; “Adalet devletin fahişesi basında metresi olduğu sürece, devleti pezevenkler yönetir”. Adalet ve fahişelik gibi kavramlar insanların kendi eserleridir. Gerçek adalet de, fahişelik de yine insanın icadı olduğuna göre, insan gerçek adalet yerine fahişeliği neden egemen kılıyor? Bu sorunun ilk cevabı, insanın iç dünyasında nelerle nasıl çatışarak yaşadığını bilmemesi. Diğeriyse insandaki iç çatışma ile günlük dış çatışmaların birleşerek, sürekli yükselişe geçmesinin bilincinde olunulmamasıdır. Her iki temel nokta felsefi ve psikolojik açıdan doğru, tüm ayrıntılarıyla incelenip bireylere kavratılmadığı sürece, insan gerçek doğasına zıt yaşayan tek canlı türdür. Memeliler içerisinde insanın anatomik yapı ve beyin özelliğine göre zıt yaşamasında şu yapılar etkili olmaktadır. İçgüdüsel açıdan çoğu zaman negatif özellik taşıyan sınırsız sahip olma egosunun, ana karnındayken hazır şekilde var olması. Diğer taraftan insanın bilinç yapısı yaşadığı koşullarla aşamalı gelişim gösterirken, doğru bir eğitimle ancak insani düşünme yeteneğine sahip olabilmesidir. Tam da insanla ilgili tüm olumsuzluklar bu noktada başlıyor. Bilindiği gibi insan doğru, gerçek anlamda yüksek ahlaki ilkelerle eğitildiği zaman insani konuma gelebilmekte. Yarım veya sırf belirli amaçlara ulaşmak adına eğitilmesi, kolayca canavarlaşmasına yol açan en büyük etkendir. İnsanla ilgili durum bu kadar ciddi ve hassas olduğu halde, gerek geçmişte gerekse günümüzdeki çoğu devletler, bilinçli olarak bireyleri cahil veya yarı eğitilmiş şekilde bırakırlar. Bunu tetikleyense, egemen olan kişilerin çoğu da, yarım veya çıkara dayanan eğitime sahip olmalarıdır. Toplumun cahilliği, efendiler için hiçbir sorun teşkil etmediği gibi, esas amaca bu yöntemle daha kolay ulaşmaktadırlar. İnsan çift kişiliğe dayanan sürekli içsel çatışmacı bir karakterle var olup, bunu hiçbir zaman sorun olarak görmemiştir. Bunlar negatif özellik taşıyan egoist içsel güdüler ile, eğitim ve tecrübelerle edinilen yüksek ahlak bilincidir. İnsan içsel öz çatışmasını bitirip dış çelişkileri hafiflettiğinde, insanlığa adım atmış sayılır. İçsel öz barışını sağlamamış her insan, dış dünyasıyla asla barışçıl olamayacağı için, doğrudan fahişelik karakterini etkinleştirir. İç ve dış çatışmacı fahişe karakterin etkinleşmesini istemeyen birey ve toplumlar, hangi şart ve koşullarda olursa olsun doğru, gerçekçi, bilimsel eğitimin sürekliliğine inanırlar. Bunu zorunlu kılansa, insanın beyin hücrelerinin doğru sürekli eğitimle ancak olgunlaşıp, yüksek ahlaki bilince kavuşabilmesidir. İnsan yapısındaki bu gerçeklik bilindiği halde, sürekli fahişelik karakterini yükselten çoğu devlet yönetimleri, gerçek eğitimin zahmetli ve külfetli oluşunu bahane edip, insanları cahil bırakarak kolayca kullanmaktadırlar. İnsandaki mevcut her zaafı profesyonelce yozlaştırıp kullanan yapıların başında devlet yönetimleri gelir. Devletler insan üzerine çeşitli bilimsel incelemeler yapan güç ve imkana sahip olduğu halde, bilim insanlarının araştırmalarının hepsini insanlara öğretmezler. Çünkü devlet doğasındaki egemen yapıya uygun hareket edip, her şeye ve herkese hükmedebilmek için, çoğunluğun cahilliğine ihtiyaç duyar. Bu yüzden dünyanın her toplumunda devletlerin görevleri ile uygulamaları hakkında tartışmalar hiçbir zaman bitmek bilmez. Üstelik çoğu toplumlarda devletler Tanrı kadar kutsallaştırılırken, insanların içsel ve dışsal çatışmacı yapısı sürekli kanatılarak yönetilirler. Halkın buna itiraz etmemesi, devlet toplum fahişeliğini göstermeye yetiyor. İfade edilen niteliksiz insan ve yaşam anlayışı, dünya toplumlarının çoğunluğunda hakim kılınmış olup, bunun yanlışlığını yalnızca yüksek ahlak felsefecileri ortaya koymuştur. Yüksek ahlak felsefecileri, her toplum içerisinde nicel olarak az bir sayıyı oluşturmalarına rağmen, ilkeli duruş, düşünce ve karalılıklarıyla dünyayı yerinden sarsabiliyor. Bizlerde bu sayeden gerçek adaletin ne olduğunu öğrenebiliyoruz. Yüksek ahlak bilincine sahip felsefeciler olmasaydı, dünya ülkelerinin uyguladıkları fahişelikler daha güçlü şekilde kutsallaşacaktı. Özetlenen gerçeklerden dersler çıkarılarak, yüksek ahlak felsefesini geliştirip yaymak, insanlıktan yana olanlar için bir zorunluluktur. Bu yapılmadığı sürece, mevcut devlet ve insanlık anlayışı, fahişe yaşamı daha da yüceltecektir. Cemal Zöngür
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Cemal Zöngür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |