Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. -Atatürk |
|
||||||||||
|
Bir insan veya halkın kimlik, kişilik ve ulus olmasının bilimsel tek ve ilk geçerli temeli, kendi dil ve bu dille yaratığı kültürü sahiplenip yaşatmasıyla mümkündür. Onun dışında yabancı dil ve dinle doğmatik hayalci mantıkla birlikte, sırf maddi çıkara dayanan yaşam, milli değerlerini yitirmiş kimliksizlik demektir. Bu tarz insan toplulukları devlet bile olsalar, güçlü yapıların kulanacağı basit insan sürüsünden başka anlama gelmez. Özetlenen yapıdan hareket eden kişi ve toplumlar, maddi çıkarları tehlikeye düştükçe hiçbir ahlaki kültürel yapı tanımadan, çevresini yakıp yıkan vandallardır. Çünkü kendi dil ve kültür değerini tatmayıp bunun bilincine varmadığı için, başkalarının kültürüne değer vermeyi bilmez. Öz kültürden uzak içgüdüsel ego doğrultusunda hareket eden bir anlayış, insani evrimleşmesini tamamlamamıştır. Halbuki kendisine insanım diyen her birey ve toplum düşüncesini geliştirerek, halkların değerlerine saygılı davranmayı bilmesi gerekir. Birey veya toplulukların birbirlerinin dil, din, ekonomik kültürel maddi değerlerine saldırıp, sömürge altında yaşatmanın tek nedeni, hayvani aşamadan çıkmadığı içindir. İnsan eğitimli olsa dahi, doğuştan etkin egoist güdüyü zayıflatmadığı sürece, sürekli insanlık dışı davranır. Böylece güce dayanan canavarlıkla asimilasyonlar devam ettirilmektedir. Sömürge (Koloni) ve asimilasyonlara karşı mücadelelerin yetersiz olduğu durumlarda, sömürü altında olan halkların başvuracakları iki seçenekleri bulunmakta. Birinci Seçenek: Çok uzun zamana yayılacak olsa bile, her türlü risk ve zorluklar göze alınarak, örgütlenip mücadele ederek özgürlüğe kavuşmaktır. İkinci Seçenek: Hiçbir alternatifin bulunmadığı durumlarda, zorunlu olarak asimilasyoncu hakim dil ve kültür kabul edilse bile, o kültürün demokratikleştirilmesine çalışılmalıdır. Dil, din, kültür üzerinde asimilasyonlar toplumsal yaşamın başladığı tarihlerden itibaren hep varolmuştur. İnsani doğal yapıya yakışmayan bu yaşam, ilkel komünal çağlarda düşünce yapısı fazla gelişmediğinden, bir noktaya kadar evrimleşme süreci görülebilir. Ancak sözde kutsal düşüncelerden Tek Tanrılı Dnler, toplumsallığa önem verip ulus devletleri destekleyerek, asimilasyoların ağır şekilde devam ettirilmesi, ulusalcılık adıyla canavar egonun tatmin edildiği gerçeği ortaya çıkyor. Güçlü toplumlar kendi dil ve kültürlerine sahip çıkıp, diğer halkları sömürge altına alıp asimilsayonla kimliksiz ve kişiliksizleştirirken, üstelik egemen güç olup Müslümanlaşarak kendisi olmaktan çıkan Büyük Selçuklu'yu, nereye koymak gerekir? Arap İslam din ve Acem dilini yaceltip, kendi dilini yoksayan Büyük Selçuklu sömürgeci mi, sömürge mi ya da başka bir şey mi olduğunu bilen varsa lütfen açıklasın. Bizim aklımızın yettiği ve dünyadaki mevcut yaşanan gerçekler şunu gösteriyor. Bir halk ve toplum ya sömürgeci olup diğer kültürleri asimile ederek kendi kültürünü geliştirir. Veya sömürü altındaysa özgürlük için mücadeler eder. Büyük Selçuklu iki gerçekliğin dışında, barışçıl bağımsız bir politikadan da uzak, iç ve dış çatışmalarla kim olduğu belli olmayan ırkçı faşist İslam'ı kullanarak edilgen sürü şeklinde kimliksiz, kültürsüz ve kişiliksizliği taç yapmıştır. Kendi dil ve kültürünü yok ederken, farklı halkların dil ve kültürlerine de aynı düşmalıkla saldırıp, yabancısı olduğu kültürü yüceltmenin bilimsel tarifi aşağılşık kompleksi, sadistlik ve mazoşistliktir. Bu anlayış Arap dini gelenekler, Acem dili ve içi boşaltılmış Türklüğe dayanan soysuz ucubelikten ibarettir. Çünkü İslam din gericiliği tüm kültürel değerlerin üstünde görülüp, kendi dili de dahil sömürge dillerin tamamen yozlaşmış halidir bu. Halk, ulus, kimlik, kültürler üzerinde her türlü asimilsayonların faşistlik olduğunu düşünen birey ve toplumlar, kendi kültürleri ne kadar gelişkin olsa da herkesin öz kültürüyle yaşamasına imkan sağlamayı, demokratik yüce davranış olarak bilirler. Doğada her şey değişim halinde olduğuna göre, dil ve kültürler kendi doğallığına bıraklılıp dönüşümünü gerçekleştirmesinin hiçbir kültüre zararı yoktur. Esas nitelikli uluslaşmanın temeli, kendi dil ve diğer kültürel değerlere sahip çıkmakla mümkün olduğu halde, Müslümanlaşarak Türkleşenlerin sosylojilerine baktığımızda, kimlik sahibi ve ulus olmaktan uzak ifadesi bulunmayan anormallik görülüyor. Tarihlerden anlaşılacağı gibi, Büyük Selçulu'nun ciddi hiçbir zorlama olmadan, gönüllü İslam dini ve Acem Diliyle kendi özünden kaçışın tek tarifi, kimliksizlik ve kişiliksizliktir. Kayıtlı tarihlerde Türkler M.Ö.220 ile M.S.700 yıllarına kadar Orta Asya'da yarısı göçebe çaban kültürüyle hayvancılık yaparken, yarısıda toprak tarımına dayanan kendi dil ve dinleriyle yaşayan gerçek Türklerdir. Bunların dışında M.S.700'lerden itibaren çeşitli nedenlerle Orta Asya'dan göç eden Türkmen, Yörük, Çepni, Peçenek, Kıpçak ve Tahtacılar tüm zorluklara karşı öz dilleri Türkçe ve dinleri Şaman inanlaçrını yaşatmak için, büyük mücadele vermişlerdir. Ancak başarızılıkları ayrı bir tartışma konusudur. Türklerin; öz kültür değerleriyle yaşamları, Göktürklerin M.S.700 yıllarında dağılmasına kadar devam ettti. Göktürkler İslam'ın tüm saldırılarına karşı, Göktürk Alfabesiyle Türkçe dil ve Şaman inancıyla yaklaşık 170 yıl yaşadılar. Göktürklerin dağılmasıyla Türk dili ve kültürü adeta buzun üzerine yazıldı. Bu kültür yitiminin ilk suçlusu, Türk kökenli olup Müslünamlaşarak yabancı dil ve kültür hayranı Büyük Selçuklu'nun eseridir. Bin yıldan daha fazla devşirme mantık üzerine hareket eden her iki Selçıklu, Osmanlı ve Türkiye'nin, gerçek Türk kültürüyle çok fazla bir bağı olmadığını, devşirmeciliğe dayanan İslami ucube topluluk haline gelmesinden anlıyoruz. Bu düşüncemizi kanıtlayan tarihsel yaşanmışlıklar şunlardır. Büyük Selçuklu Devleti'ne kadar Türkler, yaklaşık 300 yıl Ön Asya denilen İran, Irak ve Kürdistan sınır boylarında dağınık göçebe olarak belirsizlik içeirisinde yaşadılar. Sadece bazı Aşiret Boylarının bireysel dil ve kültürlerini koruma çabaları söz konusu. Yüzyıllara yayılan bu belirsizlik içerisinde Selçuk Bey Aşireti, İslamiyeti kabul etmiş olup, torunu Tuğrul Bey 1037 yılında ilk İslami ümmetçi devşirme devletini kurar. Tuğrul Bey, kendisini yetiştiren Büyük Babası Selçuk Beyin adını, devletin adı yaptığı halde, Türkllükle hiçbir bağı görülmemekte. Devletin gerçek resmi dili, kimlik ve kültürü, Farsçanın etkin lehçesi Acem dili, İslam Arap din gelenekleri ve dökük saçık bazı Türk izleriyle, ne olduğu belli olmayan İslami çete devleti oluşturmuştur. Bu gerçeklikten hareketle, Büyük Selçuklu Türk müdür, Acem midir, Arap mıdır, yoksa daha başka bir şey midir? Sorusu büyük önem taşıyor. Verilecek en doğru cevapsa, Büyük Selçuklu'nun Türklük derdi olmadığı için kimliksiz, kişiliksiz İslami devşirmeci çete topluluğudur. Büyük Selçuklu; egemenliği altına aldığı Asuri, Süryani, Keladani, Nusayri, Fars, Arap, Türk, Kürt, Ermeni, Rum vb. halklarıda kensi gibi İslam ümmetçiliğiyle adsız, tatsız, dilsiz, kimliksiz ve kişiliksiz tüm değerlerden yoksun bir boşluğa sürüklemiştir. Büyük Selçuklu'nun Türk Diline ve kültürüne şu katkıyı sağladı diyecek bir Allah'ın kulu çıksın, ben her türlü bedeli ödemeye hazırım. İslami Büyük Selçulu devşirme çete topluluğu yine en büyük saldırılarını Türk dili ve kültürünü yaşatmaya çalışan Türk Boylarından Türkmen, Yörük, Çepni, Kıpçak, Peçenek ve Tahatacılara yapmıştır. Şu nokta önemli bir ayrıntı olarak bilinmesi gerekir. Büyük Selçuklu Hanedanlığı Sünni İslamcıyken, bazı Türk Boyları Şii İslam taraftarıydılar. Bu yüzden kendi içlerinde sürekli çatıştılar. Ve tarih okuması bilmeyen veya bildiği halde devşirme atalarının yolunu takip eden Müslümanlaşarak Türkleşmiş yazarlar, Şii İslamcı Türk boylarını Alevilik olarak topluma anlatıyorlar ki, Sünniliği kabul etmeyen Kızılbaş Türkler, en azından Şiileşmiş olsunlar. Büyük Selçuklu'nun Arap İslam gericiliğini yaşatıp yüceltmesini Türklük olarak anlayan devşirmeler, aynı mantıkla İslam gericiliğini yücelterek hakimiyet sağladıklarından, Türk dili ve kültürü sürekli can çekişmekte. Büyük Selçuklu'nun tarihindeki bu gerçekler sorgulanabilse, Müslüman Türkçülüğün nasıl bir ucube topluluk olduğu çok rahat bir şekilde anlaşılacaktır. Cemal Zöngür
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Cemal Zöngür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |