Gençliğinde müzik öğrenen, felsefeyi daha iyi anlar. -Platon |
|
||||||||||
|
12 Tem 2007 Yazan: yusa ırmak Gecenin bir yarısı, zııırr (telefon) Karşımdaki bir dostum. – Abi evimize hırsız girdi. – Aaa nasıl olur ya? – Vallahi abi bilmiyorum sanıyorum içeri girdikten sonra bizi bayıltacak bir koku sıkmışlar… – Allah Allah nasıl cesaret ederler yahu… Sizde bir şey yok değil mi? – Yok hamd olsun bizde bir şey yok ama şuan çok farklı bir ruh haletindeyim..Durumumu sana anlatamıyorum. Bilmiyorum nasıl yapıldığını… Ev dağınık ta değil sadece giysilerimizi binanın merdiven dairesinde görünce öyle anladım soyulduğumuzu… – Polisi aradın mı? – Aradım abi.. – Eee gelmediler mi? – Geldiler ama pek bir şey çıkmaz dediler. Polis memuru çelik kasa kapıları açıp içeri giren profosyonel biridir diyor... Hem bu adamlar hangi olayı aydınlatmışlar ki bizimkisi aydınlatılsın… – Haklısın… ne diyeyim… …………. Kaçınızın başına geldi böyle bir şey? Benimde başıma geldi. Adına hırsızlık denilmeyip başka ifâdelerle belirtilen değişik hırsızlıklar var. Bu bahsettiğim mevzu mala gelen. Allah ın sevgili kuluymuş ki öldürmemişler. Günümüzün modern dünyasında o kadar çok hırsızlık olayları var ki bunların sayısı ve çeşidi her gün arttığından tümünü saymak mümkün gözükmüyor. Hepinizin bildiği belki çoğunuzun da başına geldiği bir hırsızlık olayını yukarıda genel hatlarıyla sayıp açıklamaya çalıştım. Ama "kim demiş memleket ilerlemiyor" diye? Bu konuda büyük gelişmeler kat ettiği rahatlıkla iddia edilebilir. O yüzden, diğer hırsızlık çeşitlerini özetle ve kısa yorumlarıyla burada ele alıp, yukarıdaki genel listeye ilave yapmak gerekiyor kanat–i aczanemce. Teknolojinin yaygınlaşmasıyla hırsızlık çeşitlerinin artışı arasında doğru orantı vardır. Teknolojik aletler hem kolay çalınıyor, taklit ediliyor, sahteleri üretiliyor ve hem de çaldırıyor. Başka çalmalara aracılık ediyor. Ey teknoloji, sen nelere kaadirmişsin? Eskiden babam ve arkadaşları çoğunuzun bildiği köy odalarında mırra eşliğinde sohbet ederlerken, köy yaşlılarının meclisi küçük oda bakla sofa bir mekanda bu mevzular da anlatılır bende bu konuşmaları can kulağıyla dinler sonra bunları hafızama kayıt etmeye çalışırdım. Hiç unutmam. Allah rahmet eylesin missey emmi (müslüm amca) nın hırsızlıkla ilgili şu sözleri halen kulaklarımı çınlatır "bizim zamanlarımızda adi hırsızlıklar vardı ali aga hırabe denilen yol kesicilik (eşkıyâlık), bir de nebbaşlık denilen mezar/ölü soygunculuğu. Şimdi toplumun Avrupalılaşmaya başlamasından sonra bunlara ihtilas veya tarrarlık denilen yankesicilik de ilave oldu. Allah bizden sonraki nesillerin yardımcısı olsun …" Amin demekten başka ne denilebilir ki? Şimdi ise, küçük hırsızlık içinde kapkaççılık, büyük hırsızlık içinde de hortumculuk ve banka boşaltma moda. Bilindiği gibi modalar da sık sık değişir. Akla hayale gelmedik yolsuzluklar, zimmet ve suistimaller, görevi kötüye kullanmalar, kendisine emanet olarak bırakılan emanetten çalmalar, metreden, teraziden, gramajdan çalmalar, malzemeden çalmalar, müteahhitlikte demirden ve çimentodan çalmalar... İşten görevden kaytarma, yani zaman çalma gibi mal dışına da taşar bu hırsızlıklar… İşçisinin hak ettiği maaşı zamanında (teri kurumadan) ve tam olarak vermeyen, ya da sigorta primini ödemeyen, çok daha fazlasını hak ettiği halde, piyasayı veya asgarî ücreti örnek göstererek ihtiyacını karşılamayacak kadar az bir maaş veren kimse işçisinin, emekçisinin hakkını, parasını çalmış olmuyor mu? İşçi de verimli iş üretmeyerek, kontrol olmayınca işi rolantiye alarak patronunun kârını çalıyor. Çalınacak şey ve fırsat varsa, işyerinden başka şeyler çalıyor. Böyle patrona böyle işçi. O da aynı düzen(sizliğ)in çocuğu, yani patronunun kardeşi. Kardeş kardeşi kazıklar mı diyeceksiniz. Zaman 21. asırın sonları, yer Türkiye ise, evet. Zaten artık halk öyle demiyor mu? "Bu devirde kardeşine bile güvenmeyeceksin arkadaş!" Hırsızlık çeşitlerini saymak, hele günümüz Türkiye'si açısından, başarılması zor en zor bir iş olsa gerek. Bunun tümüyle başarılamayacağı fikriyle, kardeşimi teskin etmeğe çalıştığım bazı şeyleri de kaleme almış bulundum. Bunlardan bazılarını saymaya çabalarken, kim bilir kaç çeşit hırsızlık çeşidi daha icat edileceğini tahmin etmenin mümkün olmadığını değerlendirerek aklımıza gelenleri ilave de etmeden geçemeyeceğim: Ülke soygun yerine dönmüş, arazi ve arsa soygunları artarken, hazine arazilerine el konulup bina kondurulurken ormanlar ha bire talan edilir, halkın ekmeği çalınır, ekmeğin gramajı çalınır, süte su katan sütçü hileyle çalar, kalitesiz mal üreten kaliteden çalar. Vakit, nakitten kıymetlidir. Trafikte, kahvede, maçta, televizyon karşısında... insanların zamanları çalınır. Belediye otobüsü saatinde gelmediği, bilmem kaç dakika geciktiği için duraklardaki o kadar insanın vakitlerini çaldığını şoför düşünmez bile. Tabii, helâllık da dile(ye)mez. Sürücü, karşıdan gelen diğer sürücünün hakkını çalar, on saniye kazanmıştır, ama çalarak. Otobüste, dolmuşta iki kişilik yerin birbuçuk kişilik yerini kaplayan yolcu, yanına oturan vatandaşın hakkını gasbetmiş, yerini çalmış olmaktadır. Askerde şu kadar uzun süre askerlerin ömürlerinden çalınır, okulda zihin ve gönüllerinden. Sınavlarda bazı öğrencilerin çalışmalarının çalındığı, haklarının gasbedildiği olur, çalınan aslında gelecekleridir. İmam-Hatiplilerin hakları çalınır, kızların başörtüleri... Aslında bunlar sadece hırsızlığın görünen tarafıdır da birde görünmeyen tarafları vardır neler mi? Tüm müminlerin, tüm halkın, tüm değerlerinin çalındığı... Cumhuriyetin ilk dönemlerinde birçok câmi, medrese ve tekke binası ve vakıf yeri, daha çok da gayri müslimlere satılmış, paralarının hesabı sorul(a)mamıştır. "Onlar eskidendi, şimdi bu tür şeyler olmaz" diyenler etrafına atgözlüğüyle bakanlardır. Halkın yaptırdığı birçok İmam-Hatip Lisesi binası gasbedilerek farklı amaçlar için kullanılıyor. Câmi bahçelerinde halkın yaptırdığı Kur'an Kursu vb. yerler, hiç hakkı olmadığı halde Vakıflar Genel Müdürlüğünün malı olabiliyor. Şahıs arazisi olmadığı için hazine arazisi olduğu gerekçeyle kullanım hakkını, kiraya verme hakkını devlet kendinde görüp halkın yaptırdığı binaları resmen çalıyor. Zaten Vakıflar Genel Müdürlüğü, Osmanlı'dan, 500 seneden beri müslümanların hizmetine vakfedilmiş binlerce, on binlerce medrese, han, hamam, dükkân, işyeri, değişik bina ve arâziye el konulmuş, (ç)alınıp gasbedilerek oluşmuş. Bu paraların bir kısmıyla Vakıflar Bankası kurulmuş, diğer gelirler de devletin hazinesine havâle edilmiştir. Cemaatleri tarafından yapılacak yeni binalara el koymak için de Vakıflar Genel Müdürlüğü oluşturulmuştur. Yani, vakıflarla ilgili resmî kurum, sadece günümüzdeki câmi çevresindeki İslâm'a ve müslümanlara hizmet için vakıf olarak yapılmış binâlara değil; yüzlerce seneden bu yana çok değişik alanlarda Allah için vakfedilmiş binâ ve arâzileri vakfeden insanların ve onlardan yararlanan milyonların hakkını da çalmıştır. Bu tür gerçeklerden yola çıkarak düzene "hırsız düzen" diyenler mi suçludur, düzen mi? "Hırsız düzen" diyen, devlet sırrını ifşâ ettiği için mi suçlu kabul edilecektir? Artık, bunların sırları dökülmüş, gizler ortadan kalkmış, her şey alenî yapılmaya başlanmıştır. O yüzden yavuz hırsızın ev sahibini bastırmasına evin gerçek sahipleri artık müsaade etmemelidir. Boş arâziler yağmalanıyor, hazine arazisi denilen, aslında tüm halka âit olan ve içinde garibin ve yetimin de hakkı bulunan arsalara gecekondular, apartmanlar, villalar, hatta fabrika ve üniversiteler kuruluyor. Ormanlar kesilip yakılarak, açılan yerlere fındık, çay fidesi dikilebiliyor, ya da bina oturtulabiliyor. Artık komşu komşudan emin değil; "bana nasıl zarar verir?" diye düşünüyor. Tarla veya bahçesinin toprağından çalabileceğini, tarla sınırını değiştirebileceğini düşünüyor, şüpheye düşüyor, ya da bu tür şeyler başına geliyor. "Allah nezdinde hıyânetin en büyüğü, iki arâzi veya ev komşusundan birinin, diğerine âit bir arşın toprağı kendi zimmetine geçirmesidir. Allah kıyâmet gününde, bu toprağın yedi katını, onun boynuna geçirir." (Ahmed bin Hanbel, IV/140, 202, V/341, 344). Eski insanımız karşısındaki komşunun güneşini çalmış olmamak için, evini karşı evden daha yüksek tutmaz, tek katlı komşu evinin karşısına iki kat çıkmayı "kendi arsamın üzerine, kendi paramla değil mi, yasak da olmadığına göre" demez, bu hakkı kendinde görmezdi. Şimdi bırakın böyle davranmayı, bunu duysalar komedi filmine alay edilsin diye "enâyinin biri" adıyla monte ederler. Güneşimizi çalanlar, oksijenimizi de, havamızı da çalıyor. Organize suç örgütü denilmese de çok sayıda meslek grubu, her biri ayrı bir yönüne hücum ederek insan sağlığını, beden ve ruh sağlığını çalıyor. Sağlığı düzelsin diye doktora gitmeye kalkıyor hasta, hastahane hiç gereği yokken üç-beş tahlil, bir de röntgen istiyor, bir de o çalıyor, yetmiyor bir de doktor, olmadı bir de ilaç firmaları. Her kurum, hırsızlık şebekesi olmuş. Hırsızı hırsıza şikâyet eden suçlu çıkacaktır. Hakkını ararken de soyulmayayım diye sineye çekiyor, o zaman da stres denilen çağdaş canavarın kucağına düşü veriyor... Cumaları imamın elindeki ve dilindeki hutbeler çalınır. Vâizlerin dilleri çalınır. Hakkı ketmeden/gizleyen, kendisine emânet edilen din ilimlerini kendinde saklayıp ihânet etmiş, kutsal emâneti gasbetmiş bir çeşit hırsızdır. "... Âyetlerimi az bir para/ücret karşılığında satmayın. Sadece Ben'den korkun" (2/Bakara, 41) diyor Cenâb-ı Hak. Karşılığında dünyadaki tüm paraları, tüm dünyayı almış olsa da, Allah'ın âyetlerini ucuza satmıştır hakkı ketmeden, hakkı bâtıla âlet edip hakka bâtılı karıştıran bel'am. Rüşvet cinsinden aldığı bu para veya maaş, kendi cennetinin satış bedeli olmuştur. Hacca gidenlerin parasını üç-beş ay önce alıp bankaya yatırarak fâizini alan devlet ve Diyânet, aday hacıların parasından daha önemli olan sevaplarını çalarken, Suudi Arabistan, hacılardan toprak bastı vb. adıyla bu soyguna ortak olur. Moda adlı bir maske takarak çok sayıda farklı iş alanı, sektör olmuş, yolunacak kaz veya kız arıyor. Genç erkeklerin hayâlarını, müslümanca yürüme hakkını çalmaya çıkan genç kız ve kadınlar da ava giderken avlanıyorlar. Yazık, eteklerinin yarısını kesip çalmışlar sokaktaki kızcağızların. Hiç mi acıma yok bu hırsızlarda nice kadının bluz ve tişörtlerinin altını bile kesip çalmışlar, göbekleri apâşikâr açıkta kalmış zavallıların. Ama durun, ben bu hırsızı tanıyorum; daha önce de bu kadınların başörtüsünü, iffet ve hayâsını çalan hırsız değil mi o? Gönül hırsızı gençlerin karşı cinsin gönlünü çalması güzel hırsızlık olur mu bilmem ama, hırsızlık hırsızlıktır. Organ mafyası, çocukların ya da ölülerin organlarını çalmaktan çalıp pazarlamaktan çekinmez. Bundan daha fecîsi, çocukların fıtratları, hayâ ve iffetleri, iman ve âhiretleri çalınır. İnsanların onurları, hakları, özgürlükleri çalınır. Müslümanca yaşama hakları, sadece Allah'a kulluk yapma özgürlükleri çalınır. Hırsız demek eli uzun demek. Şimdiki hırsızlık kurumlaştığı için elleri o kadar uzun ki, ta Ankara'dan Hakkâri'nin köyüne uzanabiliyor, ta uzaydan filanın evine girebiliyor. Halkın cebine uzanan el, ondan daha fecîsi gönlüne ve kafasına uzanıp oraları boşaltmış, boş gönül ve kafayla hırsızlığı da, hırsızları da tanımak mümkün olmuyor. Halkın sevgisi, tepkisi, buğzu, sevdâsı, dâvâsı, umudu, ideali, hedefi, aklı, mantığı çalınmış, çalınıyor. İnsanımızın şarkısını ve türküsünü, sanatını ve edebiyatını, zevkini ve eğlencesini, örfünü ve edebini, okulunu ve câmisini, insanlığı ve müslümanlığı, kalemini ve dilini, dinini ve imanını, insanı insan yapan tüm değerlerini de çalmışlar, çalmaya devam ediyorlar. Bize "hırsız var!..." deme hakkını bile vermiyorlar. Bu hakkımızı da çalmışlar. "Hırsız var!" diye caddede bağırsak, herkes kaçar, cadde boşalır mı dersiniz? Niçin ve kimden kaçacak hırsızlar ki!? Âdî hırsız bile hırsızlığını kabul etmiyor, bin bir gerekçe ile yaptığını normal gösterip kendini temize çıkarmaya çalışıyor; dolaylı olarak hırsızlığa katılan ve yaptıklarının hırsızlık olduğunu aklından bile geçirmeyenler, bunların hırsızlık olduğunu nasıl anlayıp kabul edecek, hangi cezâ ile gözü korkutulacak ki, bundan vazgeçsin? Meşhur bir hikâye vardır siz dostlarımız ile paylaşmak isterim o da şudur: Vaktiyle sokakta gezmeye yeni başlayan küçük çocuk bir gün anasına bir yumurta getirir. Şefkat ve sevgisi mantığına gâlip gelen ana da çocuğunu hemen bağrına basar ve: "Açıkgöz oğlum, şimdiden bana bakmaya başladı" diyerek çocuğunu alnından öper. Çocuk belirli bir zaman sonra bir tavuk getirir. Anası yine sevinir. Sonra bir keçi getiren çocuk, daha sonra inek, deve getirmeye başlar. Derken çocuk çevrenin kabadayısı olur. Ve bir gün cinâyet işler. Yakalanan katil idama mahkûm edilir. Mahkeme salonunda bunu duyan ana feryat eder, ağlar, sızlar, fakat nâfile! Hâkim delikanlıya sorar: "Artık bu son gidiştir, bir söyleyeceğin var mı?" Delikanlı: "Bir dileğim var. O da, son günümde anamın dilini öpmektir. Müsâade ederseniz anamın dilinden öpeyim" diye ısrar eder. Dileği kabul olunur. Anasını kucaklayan eşkiyâ, iki dişleri arasına aldığı anasının dilini öyle ısırır ki, nihâyet dilin, ucu "pat!" diye yere düşer. Anasının feryâdı üzerine yetişenler: "Utanmaz! İşlediğin bunca cinâyet ve ihânet yetişmiyormuş gibi şimdi de ananın dilini mi kopardın?" diye bağırırlar. Mahkûm şöyle cevap verir: "Susun. Haksız yere konuşmayın. Ben fenâ bir şey yapmadım!" Etraftakiler daha çok kızar ve mahkûmu parçalamak isterler. Mahkûm ise isyan edercesine bağırır: "Bu yaptığım suç değildir! Belki hayatımda en isâbetli bir iş varsa, o da budur." "Neler saçmalıyorsun? İyice delirdin artık!" diyenlere o da şunu anlatır: "Ben çocukken ilk defa komşunun kümesinden yumurta çalıp getirdiğimde anam nereden çaldığımı sormadan 'açıkgöz oğlum, bana şimdiden bakmaya başladı' diyerek beni teşvik etti. Aldığım cesâretle ben işi büyüttüm. Tavuk, keçi, inek çalmaya başladım. Anam beni teşvik ettiğinden artık çevrenin kabadayısı oldum. Şu anda idamlık suçların fâili oluşumun sebebi bu anamdır. O, vaktiyle dilini kullansaydı, beni teşvik edeceğine; azarlayıp korkutsaydı, ben bu hale düşmezdim. Onun için anam cezâsını diliyle çekti. Ben de en hayırlı işi yapmış oldum." Böyle analar var mı, bilinmez ama; bu analığı hayrına yapan devlet ana başta olmak üzere çok analar var. Sahipsiz çocukların çalınması ve çalması haktır / Müslüman! Sen analık-babalık yaparsan bu soygun duracaktır. Buraya kadar gelmişken Atalarımız ne söylemiş merak ettim. Birazda ata sözleri ile teselli olalım... "Hırsızlık bir yumurtadan başlar." (Atasözü) "Dünyada en meş'um hırsız başkalarının refah ve saâdetini, ebedî ödül ve cennetini çalan adamdır." "Milyonla çalan mesned-i izzette serefrâz, / Birkaç kuruşu mürtekibin câyı kürektir!" (Ziya Paşa) "Küçük hırsızları asıp yok ederler. Büyükleri çok ilerlemiştir, ülkeyi yönetiyorlar." "Merd-i kıptî şecâatin arzederken sirkatin söyler imiş." (Çingene, cesâret ve yiğitliğini anlatırken hırsızlığından bahseder.) "Miyân-ı güft ü gûda bed-meniş ilhâm eder kubhun / Şecâat arzederken merd-i kıptî sirkatin söyler." (Râgıp Paşa) "Hırsızlığın çirkinliği, çalınan şeye göre değişmez ki; ha altın çalmışsın, ha bir iğne." "İnsan kesesini kafasının içine boşalttığı takdirde onu ondan kimse çalamaz." "İnsanlarda zenginlik hırs ve tamahı olduğu müddetçe dolandırıcılar aç kalmaz." "Zaman, o hırsızların en belâlısı, çalmış güzelin nesi var, nesi yoksa." "Hırsız evden olunca öküzü bacadan çalar." (Atasözü) "Hırsız evden olursa bulunması müşkül olur." (Atasözü) "Hırsız anahtar istemez." (Atasözü) "Hırsıza kapı, kilit olmaz." (Atasözü) "Hırsız hırsıza yoldaştır." (Atasözü) "Hırsıza beylerin borcu var." (Atasözü) "Hırsıza ip, mücrime zindan gerek." (Atasözü) "Hırsıza iş ısmarlamak, köpeğe peynir tulumu ısmarlamaktır." (Atasözü) "Hırsızı evine kadar kovalamalı." (Atasözü) "Hırsızın azgınlığı, subaşının (polisin) ihmâlindendir." (Atasözü) "Hırsızın çoğalması, subaşının (polisin) başı altındandır." (Atasözü) "Yavuz hırsız, ev sahibini bastırır." (Atasözü) "Dolandırıcıya mal kaptırmış gibi telâş eder." (Atasözü) "Uğrudan (hırsızdan) kalanı falcı aparır." (Atasözü) "Kurdun kurdu tanıdığı gibi, hırsız da hırsızı tanır." "Hırsızın da malını çalan bulunur." "Cebi delik yolcu, hırsızın yüzüne şarkı söyler."
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |