"Anka kuşu gibi yalnızlığı adet edin! Öyle hareket et ki, adın daima dillerde dolaşsın ama seni görmek olanaksız olsun." -Fuzuli, Leyla ile Mecnun |
|
||||||||||
|
Not: Parantez içindeki bölümler tarifle ilgili değil. Sütlâcın yalnızca tarifini almak isteyenler, parantez içindeki bölümleri okumasınlar. Benim amacım hem sütlâcın tarifini yapmak hem sohbet etmek. Malzemeler şöyle: - 2 kg süt. - 1 kahve fincanı pirinç. ( Hemen herkese, pirincin miktarı az gelir nedense. O kadar süte bir fincan pirinç az olur diye düşünürler. Siz de öyle düşünürseniz, yanılırsınız. Çünkü süt o kadar kaynayacak ki, kaynaya kaynaya azalacak. Hele sütünüz hileli yani suluysa, süt yarıya inecek. Bakın aklıma ne geldi: Yoğurt satan biri yoğurda zam yapmış. Alıcı kızmış; ” Ne zammı bu böyle? Süte zam gelmedi ki yoğurda zam gelsin.” demiş. Yoğurtçu şöyle cevap vermiş: ” Süte zam gelmedi ama suya zam geldi.”....Sizin sütünüz de suluysa, kaynaya kaynaya; bürütken neredeyse millet vekili maaşı kadar olan, ama kesintiler çıkınca kuşa dönen memur maaşı kadar kalır. Civciv yemi gibi...O nedenle sakın pirinci fazla koymayın. Soğuyunca beton gibi olur sonra sütlâcınız. Daldırırsınız kaşığı kâseye, çakılır kalır. Çıkarabilirsen çıkar.) - Arzuya göre toz şeker. ( Şekeri önce az koyun. Pişirirken arada bir tadına bakarsınız. Azsa, “ Uğra getir Keloğlan.” misali azar azar şeker koyarsınız... Çaresi yok değil ya; yeter ki Allah başka keder vermesin. “ Keder ” dedim de aklıma geldi; bizim komşunun oğlu üçtür üniversite sınavına giriyor, kazanamıyor. Annesi kahroluyor üzüntüden. ”Allah herkese akıl dağıtırken bu çocuk neredeydi bilmem.” diye söylenip duruyor. Haklı kadın. İnsan üç senede profesör olur be... Çocuk da haklı, demek ki kapasitesi o kadar. “ Vermeyince Mabut, neylesin Mahmut ! ” demişler. Hem, her çocuk illâ ki üniversiteye mi gitmeli! Yeteneği olan bir dalda eğitim alsın zavallı. Örneğin beni gönderin bakalım konservatuara, verin müzik eğitimi. En basit “ Postacı ” şarkısını, - bırakın kemanı - mandolinle çalabilirsem, ne isterseniz alayım size. Yeteneğim yok bu alanda, ne yapabilirim ki ! Sesim de çok kötü. Evde iş yaparken, sesim kötü demem, karga gibi sesimle şarkılar, türküler söyler dururum. Bir sabah kalkar kalkmaz başladım şarkı söylemeye. Eşim uyuyordu. Başını kaldırıp bana ne dese beğenirsiniz: “ Kâmuran ! Susar mısın lütfen ! Uyuyorum ben. Hem yanlış söylüyorsun, o nedenle rahatsız oluyorum.”... Kendisi müzikte çok iyidir. Birkaç tane müzik aletini çalabilir. Sesi de çok güzel. İşte o nedenle karga gibi sesime dayanamıyor.....Ama şimdi tv’deki bazı şarkıcıları dinleyince, eşimin bana nasıl haksızlık ettiğini daha iyi anlıyorum. Sesi ancak benimki kadar güzel olanlar bile assolist oldu çıktı. Ama fizik var onlarda canım. Dal gibi vücut, incecik bel, aynı kum saati gibi. Bende o da yok.Vardı da birazcık, bu yaşta kalmadı. Ben de şu an sahip olduklarımı; diyetlerle, yürüyüşlerle biraz daha misafir etmeye çalışıyorum. Zaten sağlık olsun, güzellik olsun, varlık olsun, insana misafir. Bir bakarsın var, bir bakarsın yok. Atalarımız “ Güzellik bir sivilceye; varlık bir kıvılcıma bakar.” diye boşuna dememişler.) - 1 yumurta. - İki silme tatlı kaşığı mısır nişastası. - Azıcık damla sakızı.( Ben koymam. Bizimkiler sevmiyorlar. ” Sütlâç süt kokmuyor o zaman.” Diyorlar. Bir seferinde damla sakızı koymuştum, sevmediler. “ Dilenciye hıyar vermişler, eğri diye beğenmemiş.” derler ya, işte aynen öyle. Bulmuşlar da bunuyorlar. Ben de o nedenle koymuyorum. Madem yapacağım bir hayır, makbule geçsin. ) Yapılışı: Sütten bir su bardağı kenara ayırın, gerisini pirinçle beraber ocağa koyun.( Sakın ola ki pirinci öyle azıcık suyla da olsa asla pişirmeyin. Pirinç illâ ki sütle pişecek. Sütlâcın püf noktası işte burası. Bana da Neşe Hanım öğretti, sağolsun, siz tanımazsınız. Kadir Bey’in eşi. Kadir Bey de kim mi? Seksenli yıllarda Mudurnu’da bölük komutanı olarak çalışmış bir bey. Şimdi emekli. Şu anda bir iş yapıyor mu bilmiyorum...Yıllar önce bir gün Neşe Hanım’a gittim. Bana sütlâç ikram etti. Aman tanrım! O ne güzel tat ! Sütlâç değil de sanki pirinçli dondurma. O kadar güzel. Kabak tatlısını da çok güzel yapar. Hele sütlâcın profesörü. Nasıl yaptığını sorunca bana şöyle dedi: “ Önce sen bir anlat bakalım, sen nasıl yapıyorsun? ” Bilmiş bilmiş başladım anlatmaya. ”Az suyla pirinci haşlıyorum.” der demez; “ Olmaz ! Sen yanlışı en başta yapıyorsun. Pirinci sütle haşlayacaksın.” Dedi. İşte o günden beri sütle haşlarım pirinci. Ah Neşe Hanımcığım ah! Kulakların çınlasın. Nasıl da özledim. İki yıldan fazla oldu görüşmeyeli. Bir kedisi vardı, yaşıyor mu acaba? Kedileri çok sever de. Eğer kedisi öldüyse, Neşe Hanım üzüntüsünden hasta olmuştur. O kadar düşkün kedisine.......İyi ki aklıma geldi. Şu yazıyı bitirince kendisini telefonla arayayım. Bakalım kedisi yaşıyor mu.) Pirinçler iyice yumuşayıncaya kadar sütü kaynatın. Arada bir karıştırın ki dibine tutmasın.( Varsa, süt taşırmaz koyun tencereye. Eğer yoksa, cam bir çay tabağı da koyabilirsiniz. Benim süt taşırmazım var. O nedenle, taşmasın diye sütlâcın başında hasat kargası gibi beklemem gerekmiyor. Süt ocakta kaynarken ben başka işler yapıyorum. Süt taşırmaz tıkırdadıkça, sütün kaymağı bölünüyor ve süt taşmıyor. İffet Hanım Teyze hediye etmişti yıllar önce; ablamım kayınvalidesi yani. Allah razı olsun, onun sayesinde süt taşırmaktan , ikide bir ocak silmekten kurtuldum. Ne güzel bir hediye di’mi? Kimin aklına gelir ki birine süt taşırmaz hediye etmek! Eşim , doğum günlerimi unuttuğunda “Alacak hediye bulamıyorum.” mazeretine sığınır. Ayol yer gök hediyelik eşya satan mağaza dolu. İnsan nasıl olur da alacak hediye bulamaz. “ Namaza meyli olmayanın, kulağı ezanda olmaz.” Derler. Hediye almaya niyeti olan, alacak bir şey bulur. İşte süt taşırmaz......Küçük bir hediye ama çok gerekli. Sağolasın İffet Hanım Teyzeciğim... Görseniz o da nasıl yaşlanmış nasıl yaşlanmış. Daha da mı yaşlanmasın! Sekseninden fazla maşallah. Acaba ben o yaşa gelebilecek miyim. Hiç umudum yok. Zaten öyle çok uzun ömür istemiyorum. Elim ayağım tutarken, kimselere muhtaç olmadan çekip gideyim. Bugün ziyaret ettim İffet Hanım Teyze’yi. Hasta da. Allah şifasını versin. Hem tansiyonu çıkmış hem şekeri. Yani şu tansiyon ve şeker, milletin başına belâ. Bana da musallat olacak diye ödüm patlıyor. ) Pirinçler iyice yumuşayınca, arzunuza göre şeker ilâve edin.( Kimi çok tatlı sever sütlâcı, kimi az tatlı. O nedenle şeker koymada tamamen özgürsünüz. Pirinci sütle pişirme mecburiyeti var ama, şeker konusunda özgürsünüz. Ben çok şeker koyarım. Çünkü bizimkiler çok tatlı severler sütlâcı. Benim de yiyebildiğim tek tatlı sütlaçtır ama yemem. Yalnızca tadına bakarım. Kilo almaktan korkarım da onun için yemem. Zaten insana ne olursa çok yemekten olur. ”Aç mezarı yok.” demiş atalarımız. Kilo deyip geçmeyin, bu kilo konusu çok önemli. Azıcık şundan azıcık bundan yiyeyim derseniz bir bakarsınız, kilolu biri olup çıkmışsınız. Düşünün ki yolda yürümüyorsunuz da top gibi yuvarlanıyorsunuz. Ayrıca gereksiz bir ağırlık yüklenmiş olursunuz fala kilo alınca. Boşuboşuna ne diye onlarca kilo ağırlık taşıyasınız ki! Altmış kiloluk bir bedeni taşımak başka, doksan kiloyu taşımak başka. O nedenle boğazımızı tutmak gerekiyor. Malum sütlâç çok kalorili. İşte o nedenle tadına bakarım yalnızca.” Can boğazdan gelir.” ama, boğazdan da çıkar. Biliyor musunuz kilo almamak veya diyet yapmak hem sağlıklı hem çok ekonomik. Bir kere mutfak masrafınız üçte bir falan azalıyor. Ayrıca onbeş sene önce aldığınız giysileri bile giyebiliyorsunuz. Daraldı, kısaldı derdiniz olmuyor. İkide bir yeni giysi almak zorunda kalmıyorsunuz. “ O zaman da modası geçer giysilerin.” mi dediniz? Geçsin canım, podyuma çıkacak değilsiniz ya! Ama eğer mankenseniz, sanatçıysanız o zaman başka tabi. ) Şekeri kattıktan sonra birkaç dakika kaynatın. O kaynarken, bir kenara ayırdığınız süte mısır nişastası koyun, bir tane de yumurta kırın ve iyice çırpın. ( Benim çırpıcı da dağıldı gitti. Bir arkadaşım almıştı bana. Yirmibeş senedir kullanıyorum. Ne sağlammış. Daha yeni yeni pek iş görmez oldu. Unutmayayım da , en kısa zamanda bir çırpıcı alayım kendime...Alacak şey de hiç bitmiyor ki ! Al al al! Yani para bassan, ya da tohumunu bulup eksen gene yetişecek gibi değil. Bardakla kazan, sürahiyle harca. Öbür dünyaya, borçlu gideceğiz bu durumda.) Bu karışımı kaynayan süte azar azar akıtarak dökün. Birkaç dakika kaynattıktan sonra sütlâcı ocaktan indirin. Fırınlanacağı için cam veya metal kâselere koyun sütlâcı. ( Bakın ben nasıl koyuyorum kâselere: Ocağı iyice kısıyorum, sütlaç ocaktayken. Sütlâç bir taraftan kaynarken ben de bir taraftan kâselere koyuyorum. Sütlâç kaynadığı için, pirinçler tencerenin dibine çökmüyor . Böylece her kâseye koyduğunuz sütlâç aynı koyulukta oluyor. “ Herkes kaşık yapar ama, sapını ortaya denk getiremez.” Demişler. Madem kaşık yapacağız, ne yapıp edip sapını ortaya denk getireceğiz. Yaptığımız işin hakkını vermek lâzım. Kaçak güreşmenin alemi yok. O nedenle, iyi bir sütlâç yapmak için, gereksiz gibi görünen ayrıntılara dikkat etmek gerek.) Sıra geldi sütlâçları fırınlamaya. Kâseleri fırın tepsisine koyun, fırına sürün. Fırının yalnızca ızgara kısmını çalıştırın. Sütlâçların üzeri kızarınca fırından çıkarın. ( Bizimkiler biraz yanıkça severler sütlâcı. O nedenle ben, sütlâçların üzeri neredeyse yanıncaya kadar fırında tutarım. Eğer cam kâse kullanırsanız, sakın ıslak veya soğuk zemine koymayın kâseleri. Fırından çıkarırken, nemli veya ıslak bezle falan tutmayın.Yoksa çatlar cam kâseler...Yazık değil mi! “ Deveye kalk oyna demişler; bir çam, bir de çardak devirmiş.” hesabı olmasın yani......Hani şu kuplu, camdan çay fincanları var ya, sütlâç için ideal; işte ben onlara koyarım sütlâcı. Kulpundan tutup yemesi rahat oluyormuş. Bu, eşimin görüşü.) İşte hepsi bu kadar. Bakmayın tarifin uzun sürdüğüne. Ben araya birkaç cümle sokuşturdum da o nedenle böyle uzun sürdü. Bürüt yüz satırsa, net on- onbeş satır. Neden mi öyle yaptım? Muhabbet olsun diye. Hem ne demiş atalarımız: “ Yalan katmayınca lâf artmaz, haram katmayınca mal artmaz.” Krem kramelimi de çok beğenirler. İsterseniz bir dahaki sefere onu da tarif edeyim. Nasıl olsa üç – beş satırlık bir tarif. Ne dersiniz?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kâmuran Esen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |