Bir insan bir kaplanı öldürmek istediğinde buna spor diyor, kaplan onu öldürmek istediğinde buna vahşet diyor. -Bernard Shaw |
|
||||||||||
|
Neydi suçu onun? Tanrı onu cezalandırmış mıydı?...Kışın soğuğuyla donar,yazın sıcağıyla kavrulurdu. Onu soğuktan koruyacak, sıcakta serinletecek bir dikili ağacı yoktu üzerinde. Utanıyordu kendinden. Karşıdaki yeşil ormanı gördükçe iç geçiriyordu. Laf aramızda kıskanıyordu onu. Zümrüt yeşiliyle kendisine caka satıyordu. Sıkılıyordu yalnızlıktan. Üzerinde bir örümcek bir böcek bile solumuyordu. Yalnız,arada bir uçak geçiyordu üzerinden. Bazen onda bile teselli arıyor, ”Şu uçak üzerimde biraz oyalansa da gölgesinde serinlesem.” diyordu....İşte böyleydi Keltepe’ nin hali. “Kader dedikleri bu olsa gerek, kötü kader!” diyordu. Kader buysa, ona katlanmak şart mıydı? Onu değiştiremez miydi? ”Sen bir garip Keltepe’sin. İşe yaramayan Keltepe” diyordu. Aylar, yıllar geçiyor, değişen bir şey olmuyordu. ”Olmuyordu” derken, iyi şeyler olmuyordu. Yağmur suları, rüzgarlar toprağını aşındırıyor, yavaş yavaş alçalıyordu. Üzerinde derin yarıklar oluşmuştu. Toprağı yavaş yavaş çakıla dönüşüyordu. O beğenmediği sıska otlar bile yok olmuştu. Gecenin karanlığı basınca, yalnızlık daha da bir koyuyordu ona. Fırtınalı havalarda ya da yağmur yağdığında; üzerindeki toprağın sürüklenip gitmesine engel olamıyordu. Oysa o bir ağaç istiyordu üzerinde. Bir taneye bile razıydı. Onun köklerini sıkıca tutacak, içinde ne taşıyorsa, hepsini ona verecekti. Böylece yalnızlığını unutacak, üzerinde bir canı taşıyor olmanın zevkini tadacaktı. Aylar , yıllar böyle birbirini izledi. Derken bir gün,araba sesiyle irkildi Keltepe. Araba geldi, Keltepe’nin eteğinde durdu. İçinden birileri indi. Ellerinde,daha önce hiç görmediği aletler vardı. Ancak insanlar güler yüzlülerdi , umutlulardı sanki. Ya da Keltepe’ye öyle geliyordu...Gelenler Keltepe’yi iyice dolaştılar. Ölçtüler, biçtiler. İşaretler koydular. Heyecanlandı Keltepe. N’oluyordu acaba?...Bir müddet sonra çekip gittiler gelenler. İşte yine yalnızlığıyla başbaşa kalmıştı. Boşuna heyecanlanmıştı. Acı acı güldü haline. “Sen bir garip Keltepe’sin. Heyecanlanmak ,umutlanmak neyine senin?” diye kendine söylendi. Oyuncağı elinden alınmış çocuklar gibi oldu. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyordu. Ben diyeyim günler, siz deyin haftalar. Yine bir gürültüyle silkindi. Bir araba konvoyuydu gelen. Sıra sıra dizilmişler ,kıvrıla kıvrıla kendisine doğru yaklaşıyorlardı. Heyecanlanır ,umutlanır gibi oldu. Sonra vazgeçti....”Neme gerek? Dedi. “Benim varlığımdan kimin haberi var ki?” Böyle söyleniyor ama, yine de açığa vurmak istemediği bir umutla gelenleri izliyordu...Konvoy geldi, Keltepe’nin eteğinde durdu. Aman Tanrım, bu ne kalabalıktı! Arabalardan onlarca kişi iniyordu. Arabaların arkası çeşit çeşit aletlerle, minik fidanlarla doluydu. Herkes coşkuyla arabalardan atlıyor, kendisine doğru tırmanıyorlardı...İşte ne olduysa o andan sonra oldu. Keltepe’yi işlediler oya gibi. Günlerce çalıştılar. Keltepe’yi çizdiler, kazdılar. Üzerine taze toprak örttüler. Yeni bir elbise giymiş gibi oldu. Çukurlar açtılar. Yüzlerce, binlerce fidan diktiler. Gıdıklanır gibi oldu Keltepe. Şimdiye kadar kimse ona dokunmamıştı. Olanları merakla izledi. İnsan eli değmedik bir yeri kalmamıştı. Sonunda çalışmalar bitti. O güzelim,körpe fidanlar özenle dikildi. Öyle narinlerdi ki,onları incitmemek için solumaya bile korkuyordu. Fidanlar sulandıkça, Keltepe de hayat buluyor, serinliyordu. Fidanlar dikilip, korumaya alındıktan sonra işleri bitti gelenlerin. Hepsinin yüzü gülüyordu. Yorgun ama umut dolu bakışlarla, günler sonra ayrıldılar oradan. Binlerce fidanı Keltepe’ye emanet ettiler. Yeni doğan her günle Keltepe yeniden doğuyor, fidanlar yavaş yavaş büyüyordu. Kıraçlığı günden güne kayboluyordu...Bir gün baktı ki,çehresi tamamen değişmişti. Karşıda gururla dikilen ormana benzemişti .Yalnız değildi artık. Üzerinde küçük canlılar dolaşıyor, ağaçların dallarında kuşlar ötüşüyordu. Hele bir gün, derinliklerinden çıkıp gelen bir suyun şıkırtısıyla kendine geldiğinde, heyecandan kalbi duracak gibi oldu. Bir pınardı bu. ”Aman Tanrım” diyordu. ”Bu bir rüya olmasın!” Yine bir sabah uyandığında,eteğine dikilmiş bir levha gördü. Levhanın üzerinde yeşil ve büyük harflerle “Umut Ormanı” yazıyordu. Kaderiyle birlikte adı da değişmişti. Artık sıcaklar onu kavurmuyor, rüzgarlar ve yağmur suları toprağını aşındırmıyordu. Üzerinde bir hayat taşıyordu. Artık, o bir Keltepe değildi . Bir ormandı. Umut Ormanı’ydı. Kendinden, adından utanmıyordu. Üzerindekilerle gurur duyuyordu. ”Ne mutlu bana” diyordu.”İstediğim her şeye kavuştum. Ağaçlarım var, çiçeklerim var, hayvanlarım var, suyum var. Darısı, yurdumuzdaki diğer keltepelerin başına.”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kâmuran Esen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |