İnsan özgür doğar, ama her yanı zincire vurulmuştur. -Rouesseau |
|
||||||||||
|
Eşyalarını düzgün bir şekilde katladı. İlk başta bir valize sığmayacağını düşünmüştü. Oysa katladıktan sonra fark etti; o kadarda eşyasının olmadığını. Bu yolculuk onun sinirlerine iyi gelecekti. Ne zaman daralsa yolculuğa çıkma fikri beynini kemirirdi ama bir türlü denk getirip de çıkamıyordu. Bu sefer kararlıydı ve biletini alıp tüm işlerini ayarlamıştı. En azından bir hafta tüm dertleri unutup, kafayı dinlemeye ihtiyacı vardı. Özellikle “Onu” düşünmeden bir hafta geçirmek istiyordu. Onu düşünmemek… Bakalım becerebilecek miydi? Hızlı bir şekilde valizini yerleştirip, apar topar dışarı attı kendini. Bu evde durduğu her saniye onu rahatsız etmeye başlamıştı. Dışarıda yürüyordu elinde valiziyle, tatlı tatlı esen rüzgar gömleğinin üstünden arkasına doğru akıp gidiyordu. Hava baharın geldiğini müjdeliyordu; akşam olmasına rağmen sıcak sayılacak bir hava vardı. Tam tatil havası… Otobüse bineceği otogara doğru gidiyordu; minibüsle. Yanında valiziyle… Minibüs deki iş çıkışı insanları; yorgun, bıkkın yüzler. Bir an önce eve gidip televizyon karşısında uyuklamayı düşünen yorgun insanlar. Onları süzüyordu göz ucuyla, dışardan bakınca ne kadar da saçma bir hayatı olduğunun farkına varmıştı, oysa dün aynı şekilde O oturuyordu şoförün arkasındaki koltukta. Ne kadarda standart bir hayattı bu. Sabah sekiz, akşam beş… İnsana doya doya yaşama fırsatı bile vermiyorlar. Oysa hayat bu mu? İnsanlar kendi işlerini yapmıyorlar, karınlarını doyurmak için yaşıyorlar. Bir Pazar günü onlara yeter mi? Yıllardır bu şekilde çalışmış ve hala çalışmakta olan birinin sitemleriydi bu. -Şu an size bu sistemin çürümüş olduğunu; insanları makineleştirdiğini, sayfalarca yazabilirim. Ama gerek var mı? Değişmeyecek bir sistemde yaşayan sizleri üzmemin ne anlamı var. Bir de bunun yeri burası değil. Belki başka zaman…- Ve O bunun farkına şu an varmıştı, yıllarca çalış ve eğer onun gibi şansın varsa yıllar sonra rahata kavuş. Hayat mı bu…? Tabi ki bir de aşk olmasa… Gene “O” gelmişti aklına, nerden mi? Bunca yıldır bunun farkına varmamasında Onun etkisi illaki vardı (Okuyucuya; niyetim devamlı “O” diyerek seni meraklandırmak değil. Seni burada tutmak için öyle ucuz numaralara gerek mi var? Beğenirsen okursun, beğenmezsen bırakırsın yakamı. Sadece şu an içimden öyle geliyor. Haberin olsun…). Yaşanmış güzel şeyler bu lanet hayatı adam eden duygular olmasa… Peki o neden kaçıyordu. İşte bazen buda olur, hayat güzeldir; fakat sarpa sardığını anlarsın, bakarsın ki benliğin yavaş yavaş yok olmaya başlamıştır. Artık sen yoksundur sadece O vardır ve bir süre sonrada Oda olmayacaktır. İşte bunun farkına varabiliyorsan şanslısındır. Aksi takdirde bunun sonucunu yazmaya benim bile cesaretim yetmez. O bunun fakına varanlardandı ve iyice yok olmadan kaçmaya girişti. Kaçışın eziyeti; bir insanın en sevdiği insandan kaçışının azabıydı bu... Çoğu zaman içi daralacak gibi oluyordu, ve yangınını söndürmek için yanında taşıdığı cep konyağı arkadaşı oluyordu. Koskoca bir işletmenin genel müdürünü bir kadın ne hale getirmişti. Ama ne kadındı… Sırf bu standartlar yüzünden adam gibi serserilik bile yaşayamıyordu, konyağı etrafı süzdükten sonra gizlice içiyor ve belki beş yıldır her sabah tıraş oluyordu. O gerçekten güzel, hırslı ve tutkulu bir kadını sevmişti. Tabi ki Oda, Onu sevmişti. Ne günlerdi ama… Çok sevdiği bir arkadaşının öğüt niteliğindeki lafı hala kulaklarındaydı. “Allah’ım bu dünyada başıma parasızlık ver, açlık ver, ölüm ver ama tutkulu bir kadının sevgisini verme!”. O şuan kazanan taraftaydı, iyice maymun olmadan yakasından atabilmişti. Kazanmak hah ha! Kazanmak. Zerre kadar mutluluk ifade etmiyordu bu kelime onun için. Yudum konyak daha… Boğazından midesine akarken duyulan iç yanması. Diğer duyguları bir anda siliveriyordu, tabi ki beynini de uyuşturuveriyordu. Anlık tatlı huzurlara ihtiyacı vardı; tatile giderken. Elini cebine soktu ve bir sigara çıkardı; yaktı, muavinin valizini yerleştirmesini bekliyordu. Alkol etkisini göstermeye başlamıştı yavaş yavaş. Uyumak yol boyunca uyumak ve bambaşka bir yerde uyanmak. Telefon yok, iş yok, stres yok, huzur var. Hostesin telefon kapatma anonsu hatırlattı cep telefonunu evde bıraktığını. Ama yinede eli cebine gidivermişti. Refleks… Ne kadarda hayatımıza girmiş bu yeni icat; insana rahat vermeyen, yalnız bırakmayan icat… Koltuğa mayışmış bir şekilde oturdu. Yanında biri vardı ama onun için sadece gölgeydi ve öyle kalmasını istiyordu. Kafasını çevirip bakmadı bile, oluşacak bir göz temasından muhabbetin açılmasından korkuyordu. Kimseyle konuşmamak… Yol boyunca uyumak… Hafif bir baş dönmesi; her şeyi bulandıran , hayal dünyasını açan sarhoşluğun habercisiydi. Belki de hayaldi ama bir anda yandakinin de cebinden kanyak çıkarıp bir yudum çektiğini gördü. Bu bir gölgenin yavaş hareketi gibiydi, yavaş yavaş alınan bir yudum kanyak… Bir an düş gördüğünü düşündü; içine de kurt düşüvermişti. Yanındaki adamını göz ucuyla süzmeye başladı. Kendisininkinden biraz fazla bir yaşı ve oldukça uzun hafif beyazlıklar içeren saçı vardı. Otobüste kanyak içen yan yana iki kişi… Bir anda uykusu kaçıvermişti, kendiside bir yudum çekti. Fakat bu yaparken sadece dudağını değdirmişti şişeye. Amacı sadece kendisinin de içtiğini göstermekti. Muhabbet etmek istiyordu. Bunun bir nedeni yoktu, dertli iki insanın dert paylaşma isteğiydi bu. Karşı tarafta hiçbir tepki yoktu sadece sessiz sessiz nefes alıp veriyordu; gözleri akan yola bakılı bir biçimde. Yaş akan iki göz… Oldukça eski bir kıyafet, saç sakala karışmış; yorgun bir yüz, adamın dertli halini tamamlarcasına alınan zor nefesler. Kendi derdini unutuvermişti. Bu hep böyle olmaz mı zaten? Kendimizden daha dertli birini gördüğümüz zaman bir anda onun derdine ortak oluruz; onu çok sevdiğimiz için yapmayız bunu. Onun tesellisinden kendimize pay çıkarırız. Evet bunun çok kötü bir durum olduğunun farkındayım ama bu böyledir işte. İnsanoğlu bencildir ve her zaman öyle kalacaktır. Bir yudum daha kanyak… Bu sefer gerçekten içmek istediği için almıştı. Yol boyunca bir göz teması beklemişti; konuşmak için ama olmamıştı işte. “pardon” deyip sorma cesaretini de gösterememişti. Sessiz bekleyişle geçen bir yol. Muavinin mola verileceğini belirten anonsu onu gerçek dünyaya çekmişti. Dışarı çıktı ve bir sigara yaktı. Ciğerlerden içeri akan temiz hava… Bir anda kendi iç dünyası beynini istila edivermişti. Dış dünyayı görüyordu fakat kendi ruh aleminde yaşıyordu. Gözüne takılanlar arasında benzinci çocuğun adamın elini öpüp, muhabbet ettikleri de vardı. Hiçbir ses duymuyordu; kafasında bıraktığı sevgilisinin son sözleri vardı. “Şaka yapıyorsun, beni burada bırakıp, tatile mi gideceksin?”. O esnada kendisi de gideceğine inanmıyordu ama işte yoldaydı. Benzinci çocuğun yanında buldu kendini. - “Buyur abi?” - “Az önce konuştuğun adam kimdi?” - “Kim abi?” - “Ya az önce konuştuğun yok mu? Uzun saçlı orta yaşlı.” - “O mu! Devamlı gelir gider. En az hafta da bir görürüm O amcayı, halimi hatırımı sorar ve bana bahşiş verir. Kimdir, nedir hiç bilmem. Ne oldu abi bir şey mi oldu?” Bu son cümleyi onu seven ve yanlış bir şey yaptığından korkan birinin ses tonuyla söylemişti. - “Yok bir şey önemli değil. Sadece merak ettim.” - “ Çok iyi bir amcadır O!” Gülümsedi ve yavaşça elini çocuğunun omzuna vurup, oradan uzaklaştı. Bir sigara daha yaktı, derin bir nefes… Yavaşça otobüse doğru yürüyor ve bu garip adamın kim olduğunu düşünüyordu. Hafta da bir gezen, kötü giyimli, içki içen adam kimdi? Koltuğuna oturdu, uykusu gelmişti, temiz hava iyi gelmişti, ne baş ağrısı, nede lanet sıkıntı kalmıştı. Koltuğunu yatırdı ve yolculuk içinde başka bir yolculuğa doğru yelken açtı. Koltukta oturuyordu ve yanında İstanbul’da bıraktığı sevgilisi vardı; elleri ellerinde. Mutlu bir gülümsemeyle başı omuzlarında uyuyordu. “Ben senden nasıl ayrılabilirim ki” fısıldamıştı; o küçücük kulağına. “Sen benim içimdesin, ah bir de uslansan.” Sevmek birini delicesine sevmek, sen nasıl bir zehirsin. İnsanın iliklerini kurutan. Yanağına masum bir öpücük konduruvermişti; uyanmasından korkarak. Birlikte bu dünyadan uzaklara gidiyorlardı. Sonsuz bir huzur içine yollar akıyordu. Otobüsün girdiği bir çukur onun sıçramasına sebep oldu. Yanında yola bakan dertli bir yüz… acayip sıkılmıştı, rüyanın bu kadar erken kesilmesi; ağzında pis bir tat bırakmıştı. Bir yudum kanyak çekti. Şişenin son yudumuydu bu ve biraz dolu bir yudum olmuştu. Midesi kalktı, yutkundu, içi cayır cayır yanıyordu. Ağzını buruşturdu. Akan yollar ve çekilen bambaşka bir şehrin havası. Yavaşça valizini eline aldı. Yürüyordu; hiç tanımadığı bir tatil kasabasının sokaklarında. Bir pansiyona yerleşmeli diye mırıldandı. Boş gözlerle bir pansiyon arıyordu. İsimler, yazılar akıyordu; gözlerinin önünden. Hiçbirinin önemi yoktu onun için; sadece sigarasının bitmesini bekliyordu; içeri girmek için. Sigarasının tam olarak bittiği yapının önünde durdu. Fena bir bina değil diye iç geçirdi. Burası oldukça eski bir pansiyondu. Yaşlı bir karı koca işletiyordu burayı. Çocuklarından yardım istemeden buranın parasıyla geçiniyorlardı. Çocukları da bayramlarda uğrayarak bu yaşlı kalpleri mutlu ediyorlardı. İçeri girip bir oda aradığını söyledi. Çevresindeki hiçbir detay onun için önemli değildi. Sadece bir yatağa atmak istiyordu bu yorgun bedeni; kaç gün kalacağını ve sonrasını hiç bilmiyordu. Ve sonunda istediğine ulaşmıştı. Yatağa uzandı ve uzun bir yolculuktan sonra uyku alemine daldı. Ne kadar mı uyudu? Hiçbir fikrim yok. Ama uyandığında ortalık kararmaya başlamıştı. Karnını doyurup sahilde içki içebileceği yer aramaya başladı. Ve karanlık bir deniz kıyısına oturdu; elinde siyah bir içki poşeti. Deniz. O güzelim deniz; aşıkların mekanı. Onun nasılda içini acıtıyordu. Deniz kıyısında hüzünlü bir anısı olmayan var mıdır ki içimizde. Hepimiz bir dönem bu kutsal mekanda gizli yeminler etmişizdir. Yavaşça birasını yudumlamaya başladı; gözleri ıslak; kulaklarında dalgaların tatlı melodisi. Yavaşça yanına bir gölge yaklaştı; elinde siyah bir poşetle. Evet bu sizin kadar onunda beklediği otobüsteki orta yaşlı adamdı. Hemen yanı başına oturdu.şaşkın bir şekilde birasından bir yudum aldı ve bir şeyler sormak için ona doğru yöneldi. Karşısındaki ise sakin bir ses tonuyla konuşmaya başladı. - “Şimdi değil biraz içelim; elbet konuşcağız bütün bunlar tesadüf olacak değil ya!” ve denize bakıp; birasını içmeye başladı. Deniz kıyısında yan yana bira içen iki yabancı. Artık bir daha sessizliği bozmaya cesareti kalmamıştı. Bekliyordu; karşı tarafın konuşmaya başlamasını. Deniz kıyısında içilen o güzelim biralar. Hani içenler bilir; bir noktadan sonra kafa öyle bir hale gelir ki yanında başbakan bile olsa rahat bir şekilde konuşmaya başlarsınız. Kafalar işte buna yakın bir durumdaydı. Ve sonunda kaçınılmaz olan oldu. Yaşlı adam ayağa kalktı ve ona dönerek - “Şimdi ben işemeye gidiyorum; döndüğümde tüm meraklarının cevabını bulacaksın!” şaşkına dönmüştü böyle bir giriş hiç beklemiyordu. O olayın daha doğal akış içinde gerçekleşeceğini umuyordu. Yaşlı adam ay ışığında işiyordu ve o sorması gerekenleri düşünüyordu. Yanına tekrar oturdu, birasından bir yudum aldı; meraklı gözlerle bakarak; - “Evet! Sen mi başlayacaksın yoksa ben mi?” - “Ne fark eder ki?” - “Doğru aslında hiçbir fark yok; o zaman başla bakalım.” - “Nereden başlamalı? Uzun zaman oldu biriyle dertleşmeyeli; özellikle de hiç tanımadığım biriyle.” Birasından bir yudum aldı ve devam etti. - “Önce sana beni bu hale getiren kadını anlatayım. –bir kadın yüzünden olduğun farkına varmışsındır- Güzel olduğunu söylememe gerek var mı! Kesinlikle dünyadaki en güzel kadındı. Ama yalnız güzel değildi. Hani bazı kadınlar vardır; güzeldir ama birlikte olana kadar. Ondan sonra aslında hepsinin bu olduğunu anlarsın. Bunlar tablo gibidir. Evine koyarsın; her akşam geldiğinde onu seyredersin; başka bir işe yaramazlar. Fazla düşünmezsin ve sana taparlar. Tüm yorgunluğunu alırlar ama işteyken onu düşünmezsin bile. Ya sonra! Sıkılırsın tabloyu değiştirirsin. Yokluğunu iki gün; göz alışana kadar ararsın. Kesinlikle bunlardan değildi. Bunlardan olsa iyi olur muydu? Kesinlikle daha az acı çekerdim. O ise tam bir Rus kadınıydı. Evet kesinlikle bir Rus kadınıydı. Bir yerde okumuştum; bir Rus kadınına hiçbir zaman tam anlamıyla sahip olamazsın. Her an, her saniye onu kazanmak için mücadele edersin. Taa ki onu öldürünceye yada kendini. İşte böyle bir durumdayım.” Başını önüne eğdi; bira şişesine bakıyordu ve devam etmek istiyordu. Karşısındaki de bunun farkındaydı ve söze hiç karışmadı. Bir yudum bira daha ve devam etti. - “Neler yapmadım ki onu kazanmak için, her an içimde. Şu halime baksana beni ne hale soktu. Kimlerden kıskanmadım ki onu. Ben kendine güveni her zaman olan ve güçlü olan ben. Karşında bir böcek gibi aciz oldum. Ve şu an buraya gelsin her şeye rağmen kollarına atlayıp bir çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağlarım. Peki ne mi oldu da buradayım yalnız? İşte bunun da cevabı yok! Hani bir anda farkına varırsın. Aslında onun elinde bir oyuncak olduğunu, onun bir kölesi olduğunu; kendin olmadığını. Evet ben onun kölesiydim ve kendimi azat ettim. Ve ben yokum artık. Ama emin ol şuan elinden oyuncağı alınmış çocuk gibi ne yapağını şaşırmış bir halde sağa sola sarıp duruyordur. Ve biliyorum yanına gidince benden bunun intikamını alacak. Anamdan emdiğim sütü burnumdan getirecek. Ah ne yapmalı onu yola getirmenin bir yolu olmalı. Emin ol denemediğim hiçbir şey kalmadı, tamamen çaresizlik içindeyim.” Bunu söyledikten sonra; ellerini başının iki yanına koydu; hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Yaşlı adam elini bacağına koydu ve titreyen bir sesle; - “Sana önereceğim hiçbir şey yok. İnan bana. Bir tek şunu söyleyebilirim; bir an önce efendinin yanına dön; Onu fazla kızdırmadan.” - “Peki ya sen; sen neden bu haldesin?” - “Ben mi? Benim durumumum senle hiçbir benzer yanı yok. Benim meselem tanrıyla; onunda şuan burada yeri yok. Belki başka bir azat gününde, başka bir yerde bunu konuşuruz.” Ve birasının son yudumu çekti, geldiği gibi sessizce uzaklaştı. Gün yavaş yavaş ağarmaya başlamıştı. Usulca ayağa kaktı, yalpalıyordu. Sendeleye sendeleye pansiyonun yolunu tuttu. Artık ne yapmasını gerektiğini biliyordu; yarın İstanbul’a dönecekti.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © onur güner, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |