..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Yalnızca hava, ışık ve arkadaşın varsa hiç üzülme. -Goethe
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > İronik > ihsan alaittin bilgen




26 Mart 2005
Harbi Polisiye  
Sultanahmet meydanı güneşe serilmiş sıralarında sezonun ilk turistlerini ağırlıyordu.

ihsan alaittin bilgen


Şimdilerde prostatı dizini dövenlerin yellendi mi yüz binleri yerinden yurdundan ettiği yıllardı. Devletin başındakiler, şehir şehir dolaşıp köylüye ayran, hakime hukuk, kadınlara doğum , ressamlara resim yapmayı öğretiyorlardı.


:BCIA:

     Sultanahmet Meydanı, güneşe serilmiş sıralarında sezonun ilk turistlerini ağırlıyordu.
Adliye binasıyla at meydanı arasındaki boşluğa derme çatma çadırlar kondurulmuş... Çadırların önünde, saçta gözleme pişiren kadınlar, başı fesli, ayağı çarıklı garson taklidi yapan bir kaç genç ellerinde çay terazileriyle ortalarda dolaşıyor.
Arabamızın üstündeki logoyla anıldığımızdan, işletmenin sorumlusuyla görüşmek istediğimizde kimse bize ne istediğimizi, niye görüşmek istediğimiz sormadı. Ne içeceğimiz sorulmadan çaylarımız, birazdan da görüşmek istediğimiz kişi geldi. Gelen, kırk yıllık dostlarıymışız gibi konuşuyordu bizimle; biz de öğle. ''Diğer işletmelerin müdürleri'' diye tanıştırdığı arkadaşları da geldiler. ''Patronları adına imza atma yetkileri varmış. İyi bir şeyler verirsek, yıllarca her yaz kamyon kamyon mallımızı satarlar; gelen giden turistlere karşı acayip reklâm olurmuşuz. Anlaşabilirsek bu işi bugün bitirirmişiz. Yoksa rakiplerimiz bizim vereceğimizin kat be kat fazlasını verirmiş.’’
Altın dişlerini göstere, göstere ağzını yayarak konuşan başı çekiyor. Lafı ortalayan,
burnu, kumral bıyıklarının arasında kitap ayracı gibi duran bir Karadeniz uşağı. Pazarlığa son noktayı koyacakmış gibi görünen de onların hukuk müşaviri ya da mali danışmanı kılığında bir kalem efendisi. Söz dönüp dolaşıp: ‘‘Ne vereceksiniz?’’ muhabbetine takılıyordu. Yıllardır dinlemekten bıktığım sözler. Sadece lakırdıları değil sesleri de bir yerlerden kulağıma çalınmış gibi.
Gözlerim, arabamın tavanına uzanmış, başını ön ayağının üstüne dayayıp güneşlenen tekir kediye takıldı. Keyifli bir ritimle kuyruğu arabanın tavanını dövüyordu.
Bir tek karesini dahi görmediğim, komşumuz yazlık sinemadan gelen sesleri, kulağıma asılmış kalmış bir filmi yıllar sonra izliyordum. Filmin esasoğlanı bendim.
Yanılmam imkânsızdı. Anlamsız da olsa üçü bir aradaydı. Onlardı.

Şimdilerde prostatı dizini dövenlerin yellendi mi yüz binleri yerinden yurdundan ettiği yıllardı. Koğuş tuvaletinin ayak yıkama yalaklarına akan suların serinliğinde sigaralarımızı tüttürüyorduk. Tartışmaya alışmışız ya, akan suyun kaynağını tartışıyorduk. Kana, kana içtiğimiz su kimine göre gerçek çene, kimine göre kuyu suyuydu. Yoğun sigara dumanı, sidik kokuları ciğerlerimize dağ esintisi ferahlığında doluyordu. Zaman zaman aramızdan yeniden sorgulanmak için, alıp götürülenler oluyor… Sorgudan dönenlerin dava dosyalarına yeni dava dosyaları ekleni-yordu. Her davanın uzman sorgulayıcısı farklı olduğundan ortaya ilginç bir durum çıkıyordu. Kimi dosyanın ''elektrikçileri'', kiminin ''burgucuları'', kiminin de ''askıcıları’’ meşhurdu. Şansıma son derece yaratıcı ve işgüzar bir ekip düşmüştü. Dinlenmeye çekildiklerinde bile kimin dilini nasıl çözdüklerini anlatıyorlar, günlük yaşantılarından örnekler vererek referanslarını sıralıyorlardı. Biri bahçesindeki civcivi kapan kedi için:
'' Çektüm beyliğü koduğumun cedüsünü, vurdim kafasindan'' derken;
Diğeri –devletçi biri olacak- bu iş için kurşun harcadığı için arkadaşını kınıyor:
'' Boş versen sen o işi. Önce iki ceviz alacaksın, cevizleri yanak yanağa getirip kenarlarından çıtlatacak… İçini boşalttığın ceviz kabuklarını iyice yoğurup kulak memesi kıvamına getirdiğin ekmekiçiyle dolduracaksın.’’
      Ceviz, ekmekiçi, bol şerbetli kalbura bastı tarifi yapar gibi. On gündür zeytin, ekmek şekersiz çay, ara sıra elime tutuşturdukları kâselerdeki yağlı suları çorba niyetine içiyorum. Bu yeni bir işkence yöntemi olsa gerek. Tarif devam ediyor:
'' Hazırladığın ceviz kabuklarının içine kedinin ayaklarını sokacaksın.’’
Yine aynı karabasan:
'' Buz tutmuş avludan baş aşağı salacaksın kediyi. Seyret bakalım kafasını hangi ağaca çarpıp parçalayacak.''
Söze güven verici duru bir ses tonuyla başkası dalıyor:
'' Olmadı. Nerede kaldı gizlilik? Bahçeymiş, avluymuş, buzmuş boş iş, bunlar boş. ''
Tam bir profesyonel. Sadece başarmayı değil nasıl başardığını da önemsiyor:
'' Fikir iyi. Ceviz kabuğunun içine sok kedinin ayaklarını. Ahşap zeminli bir odaya kapa. Al yanına zamanı. Nasıl öleceğine kendisi karar versin.''

Mola sonrası anlattıklarının doğruluğuna beni inandırmak için her üçü de Allahları var ellerinden geleni yapıyorlar. Günlerdir gözlerim bağlı. Burnumla görüyor gibiyim. Burnum her tür kokuyu ayırıyor. Yemek molalarında ne yediklerini varıncaya dek anlıyorum. Kesif soğan kokusu lahmacun, tereyağı iskender, maydanozla karışık isli et kokusu adana... Ama onları kokularından ayıramıyorum üçünün de nefesi tütünle terbiye edilmiş çürük diş kokuyor. Yaklaştıklarında ayrımsız ter ve yanık et kokusu yayıyorlar. İşbaşında kesinlikle konuşmuyorlar. Kaba dayakçı, kediye kurşun atan karadeniz uşağı; burgucu, ceviz kabuklu işkence mucidi; parmaklarımı duvara dayayıp, ayak parmaklarımın üstünde dikilmemi isteyen de duru sesli salon kibarı olmalı... Emin değilim. Yüzlerini zihnimde canlandırmaya çalışıyorum.
     Görüntülerle sesler örtüşüyor. Yıllar önce zihnimde canlandırmaya çalıştığım yüzler, karşımda. Biraz şişmanlamış ya da zayıflamış, saçları ağarmış olabilir. Bilmiyorum. Beni hatırlayıp hatırlamadıklarını merak ediyorum. Ne kadar saçma. Eski bir arkadaşlarını görmüş gibi olmuşlardır belki de. Sakat kalsam, ölsem belki yüzümü hatırlarlardı. Tezgâhtan geçirdikleri onca kişiyi hatırlayacak halleri yok ya.
Daha önce işletmecilik yapıp yapmadıklarını soruyorum:
'' Yapmamışlar. Polislikten emekli olmuş, aynı patrona yakın korumalık yapmışlar... Artık bu işleri özel şirketler yapıyormuş. ''
Seslerinde sitem var. Kendilerinden miadı dolmuş kenara atılmış nesneler gibi bahsediyorlar:
''Patronlarının güvenini kazanmış, bu işin başına getirilmişler. Bir kaç çay parasına tenezzül etmezlermiş. Onları görürsek bu iş olurmuş.’’
Kalem efendisi hiç söze girmiyor. Sonuç alıcı darbeyi indireceği anı kolluyor. Bunca çabadan sonra yerim burası mı olacaktı der gibi boş gözlerle at meydanında koşturan kartpostalcı çocukları izliyor.
Arabamın tavanındaki tekir kedi ayaklarımızın dibine geliyor. Gövdesinin sıcaklığını bacaklarımda hissediyorum. Kalem efendisinin bacaklarına sürtünecekken garip bir sezgiyle tekmeyi yemeden uzaklaşıyor.
'' Düşünelim'', deyip kalkıyorum.
'' Böyle çaylakları buldunuz mu ucuz tarafından en az on yıllık anlaşmaya imzayı attırırdınız.’’, diyor arkadaşım:
'' Şimdi rakiple görüşecekler iş büyüyecek…’’
'' Meraklanma. Alıştıkları şişeden vazgeçmez onlar.’’ diyecekken, vazgeçiyorum.

Atmeydanında, hediyelik eşya, kartpostal satan çocuklar… Zihnim, devlet büyüklerinin köylüğe ayran, kadınlara doğum, ressamlara resim yapmayı öğrettiği yıllara takılmış kalmış. Kürsüdeki, meydanda toplanan halka soruyor:
''Kürtaj için günah diyorlar. Kürtaja varana dek ne günahlar işliyoruz. Sorarım size at etinden yapılma sucuk yemek mi daha günahtır, istenmeyen çocukları aldırmak mı?’’
Atı, sucuğu, çocuğu bir arada görmeye alışmamış halkımız alkışı patlatıyor. Ayak yıkama yalaklarına akan suların serinliği yalıyor yüzümü. Kendinden traşlı silik surat, hızını alamayıp Hâkimlere sesleniyor:
''Kendinizi kitapların içinde yazan kurallar ve kanunlarla sınırlamayın. Kararlarınızı verirken ülkemizin geçmekte olduğu olağanüstü koşulları dikkate alın.’’
Radyoda, AB ’ye girme sürecenin neresindeyiz tartışması... Arabayı Four-Season’ın otoparkına çekerken radyoyu kapatıyorum.

2004 / İstanbul.
          



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın İronik kümesinde bulunan diğer yazıları...
Şöhretli Yazar Olmanın Formülü
Dışardakiler
Havlu
Senin Annen...

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Aynan Benim...
Şeytanmerdiveni
Pijamaların Yok Mu?
Botlar
Homa Kuşu'nun Seçimi
Bildik Bir Öykü
Gece
Yitik Bir Cumartesi Gecesi
Şampanya Şampuan
"Sandık Sandıklar İçiinde Sandığıımız Vaar... ""

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Sır'ın Merkezine Seyahat [Roman]
Kutu Kutu Pense Kısmetim Neyse [Deneme]


ihsan alaittin bilgen kimdir?

Yaşam denizinin kıyısında taş kaydırırken derinliklerinden gelen kokusunu içinize çekemezsiniz. Her seferinde biraz daha derinlerden gelen kokusunu duymak için ilerilere açıldım. Her seferinde yeni acılar, hazlar tattım. Acıları, ''yaşadım ya, bu da bir şey'' ibmiginden geçirip katlanır kıldım. Nerede ve ne şartta olursa olsun gülmeyi unutmadım. Gülümsetmeyi denedim.

Etkilendiği Yazarlar:
Haldun Taner,Nazım Hikmet,Volter,Victor Hugo


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © ihsan alaittin bilgen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.