640K bellek herkese yetmelidir. -Bill Gates, 1981 |
|
||||||||||
|
vardı. Zira normal fırtınaların vazgeçilmezi olan yağmur bulutları buraya pek uğramadığından olsa gerek, Doğa Ana (ya da kocası Tanrı) fırtına yaratmak için bulut değil, oralarda bolca bulunan kumları kullanmayı tercih etmişti. Kızılımsı, sarımsı toz bulutu tüm gücüyle, Kahire deki hayatı daha da çekilmez hale getirmeye çalışıyordu. Burada yaşayanlar duruma alışıktı. Buralı olmayanlara ise gelecekte de buralı olmamaları için iyi bir neden veriyordu bu kum fırtınası... Rüzgar, daha önce hiç olmadığı kadar hızlı esiyordu. Sanki birşeyler olacağını haber veriyordu. Gerçi bunu, açık bulduğu her deliğe kum doldurarak yapıyordu ama bir kum fırtınasının konuşabileceği tek lisan buydu. Eğer iki lisan bilse bu işleri daha da zorlaştırırdı. Çünkü kabul gören değişe göre; “Bir lisan bir kum fırtınası, iki lisan kum çağı(1)...” Bu sırada, kelimenin tam anlamıyla her şeyden habersiz insanoğlunun bilmediği, yabancı bir medeniyete ait uzay gemisi Dünya'ya yaklaşıyordu. Şekli, bilinen uzaylı gemilerininkinden farklıydı. Tabak şeklinde değildi, bir tür hayvan figürüne (maymuna) benziyordu ve içindeki yaratıklar geminin dışını ışıklandırma konusunda isteksiz davranmıştı. Gemi, turistik geziler yapan bir firmaya aitti. Onu yaptırdıkları şirkete, özellikleriyle ilgili bilgi vermek için bir hologramik toplantı(2) düzenlemişlerdi. Ama bu sırada yakınlarda meydana gelen Süper Nova nedeniyle bağlantı parazitliydi. Dolayısıyla gemi inşaa şirketi yetkililerinin PRAMİT sözcüğünü PRİMAT olarak algılaması anlaşılabilirdi. Fakat anlaşılmaz olan, ortaya çıkan geminin yeni bir sanat akımı başlatması ve Guer-Nica37 gezegenindeki herşeyin hayvan figürü şeklinde imal edilmeye başlanması olmuştu. Bu olay, gezegenin "Stuation Comedy" adını almasına neden olacak kadar çok sayıda durum komikliklerine neden oldu. Elbette ki bu başka bir hikâye... Kadere inanır mısınız? Ya da onu, ona "tesadüf" diyecek kadar iyi mi tanıyorsunuz? Muhtemel olmayanlar veya ihtimaller, imkânlar ya da imkânsızlıklar, olasılıklar, mümkün olan/olmayan... Evren'in (Tanımı gereği; "Herşeyi kapsayan şey"in) aslında tek bir "şey" olduğu ve dolayısıyla onu anlamak için parçalara ayırdığınızda, işleyişini çözmenizin zorlaştığı ile ilgili felsefi düşünceleri bir yana, olup biten herşeyin aslında evrenin ömrü diyebileceğimiz bir zaman aralığında yaşanan (bize göre ağır çekimde yaşanan) tek bir oluş olduğu şeklindeki mantık yürütmeleri de öteki tarafa koyarsak, aslında varoluşun ne denli basit olduğu önümüze serilmiyor mu? Birşey olacaksa olacaktır. Dolayısıyla ihtimalinin ne denli düşük olduğu önemli değildir. Bunun sadece, ihtimal düşüklüklerini, düşük ihtimalli şeyler yaratmayı seven bir Tanrı'nın varlığına delil olarak göstermek isteyenler için bir önemi vardır. Varoluşu bir olgu olarak kabul edip, evreni anlamlandırmaya çalışmadan sadece anlamaya çalışanlar için önemi yoktur. Tüm bunları önemsemeyen bir diğer şey de Kahire İnternational Havaalanı'nın girişindeki (gelen yolcular için çıkışındaki) "Cairo İnternational Airport" yazısındaki "O" harfiydi. Tabi bu, cansız bir varlık için normaldi. Zira bilinç sahibi olmayan tüm varlıklar, kendi varoluşlarını ve varolan diğer herhangi bir şeyi önemsemeyecek kadar evrenin parçasıdırlar. Onlar sadece evrenin parçasıdırlar ve düşünememeleri bunu değiştirmez. Hatta düşünememeleri, bizzat bunu sağlayan etmendir. Oysa bilinç denen lanetle doğan bizler için “evrenle bütünleşme”nin çağrıştırdığı şey; Uzakdoğu Felsefeleri'nde kullanılan öğretileri hatırlatan bir kavram oluşundan öte değildir çoğu zaman... Kum fırtınasının şiddetli rüzgârı, sonunda zavallı "O" harfini bulunduğu tabelasan söküp aldı. Sağlam bir yapısı vardı. Çelik bir konstrüksiyon üzerine kaplanmış sac ve beyaz boyadan ibaretti. Bildiğiniz gibi doğada en sağlam yapılar genelde en basit olanlardır. Çünkü karışıklık arttıkça işlerin ters gitme olasılığı artar. Dikkat ettiyseniz "işlerin ters gitme KADERİ" demedim. Zira denilemez... Aynı sırada uzay gemisi (S.S. PRİMAT) atmosfere girmişti. Üstün gizlenme teknolojisi sayesinde, insan yapımı radar dalgalarıyla dalgasını geçiyordu. Radar dalgaları normalde geminin yüzeyinden yansır ve radar operatörünün monitöründe, yansımanın olduğu nokta belirirdi.Fakat bu geminin yüzeyi Radyo-Dalga-Bilinçlendirici maddeyle kaplanmıştı. Geminin yüzeyine çarpan radyo dalgaları, toplanıyor ve yapay bilinç yüklendikten sonra yansıtılıyordu. Varolduklarının ve kendilerinin farkınma varan sinyaller, hayatta; bir radar operatörünü yaklaşmakta olan garip makine hakkında bilgilendirmekten daha önemli şeyler olduğunun farkına varıyor, canlarının istediği yere gidiyorlardı. Canlarının istediği yerin genelde en yakındaki televizyon olması belkide, bilinçli canlıların neden televizyona bu kadar düşkün olduğunun anlaşılmasına ciddi şekilde yardım edebilirdi. Bu turistik seyahat, Eski Mısır Medeniyeti'nin kalıntılarını ve kendisini görmek isteyen Guer-Nica37 gezegeninin sayılı zengin uzaylıları tarafından düzenlenmişti. Amaçları, yakın zamanda başlayacak kum fırtınasından yararlanıp, gizlice gezegene inmek ve turistik eşya, antika v.b. şeyler toplamaktı. Her ne kadar gemileri radarda görünmese de, normal insan gözünü alt etmenin en etkili yolu hala bir avuç kumdu. Planın ilk bölümü gereği Giza platosuna indiler. Özel kıyafetleri ve gözlerindeki gürntüleme cihazları sayesinde kum fırtınasından rahatsız olmuyorlardı. Bu esnada, kentin kuzeydoğusundaki havaalanından yuvarlanarak uzaklaşan "O" harfi de Giza platosuna varmıştı. Uzaylıların şaşkın bakışları altında yuvarlanarak, uzaylıların gemilerinden inmek için kullandıkları rampaya ilerledi ve rüzgârın son bir hamlesiyle içeriye girdi. Kontrol odasına doğru yuvarlandı ve kumanda paneline sertçe çarptı. Bu sert çarpışın ilk sonuçları, uzay gemisinin otomatik pilota bağlanıp havalanması ve aşağıda kalan uzaylıların, farkında olmadan, evrendeki "En Uzun Süre Şaşkın Şaşkın Bakma" rekorunu kırmaları şeklinde tezahür etti. Rekorun önceki sahipleri büyük bir tesadüf eseri şu anda bulundukları gezegenin "insan" denen türüydü. Şimdiki rekoru kıran uzaylılar, önemli bir deplasman galibiyeti almışlardı. Artık önlerindeki mücadeleye bakacaklardı. Yani bu gezegenden çıkmak ve uzaya açılıp orda başka başarılara ulaşmak... Geminin ana bilgisayarı tuhaf birşeyler olduğundan şüphelense de yolculuk planına uymak zorundaydı. Zira ona yüklenen program gereği, şüpheleri konusunda sadece pilota bilgi verebilirdi. Eğer bişey yapılacaksa buna karar verecek kişi pilottu. Dolayısıyla bilgi verdi; - Ben ana bilgisayar... Şüpheli bir durum tespit ettim. Algılayıcılarım, kontrol panelinde havalanmamıza neden olan bir komut saptadıysa da diğer algılayıcılarım gemide hiçbir canlı olmadığını belirlediği için bu komut muhtemelen, olmaması gereken, olasılık dışı, şüpheli bir durumun sonucudur. Bundan iki sonuç çıkmakta. Ya tesadüfen ortaya çıkan bir durum veya şey, havalanma komutunun verilmesine neden oldu ya da canlı olmayan ama bilinçsahibi bir varlık bir komutla bu durumu yarattı. Her iki durumda da tavsiyem, gezegene geri dönmek olacaktır.Çünkü bu tesadüfen gerçekleşen birşeyse sizi almak için gezegene geri dönmeliyim. Eğer değilse, eminim o hep bahsettiğiniz Tanrı'nın neye benzediğini görmek isteyeceksinizdir. Şayet 10 saniye içinde iptal edilmezse, gemi, yüklenen yolculuk planı çerçevesinde zaman atlaması moduna geçip Eski Mısır Medeniyeti kalıntılarının, eski ve kalıntı olmadığı zamana dönecektir... On saniye sonra hiçbir şey olmadığı için gemi, planlandığı gibi zaman yolculuğu yapıp geçmişe döndü. Yolculuk planı şöyleydi; Önce 1999 yılındaki Dünya'ya gidilip, kum fırtınasından yararlanılarak Eski Mısır ziyaret edilecek, ardından zaman atlaması ile birkaç bin yıl önceye dönülüp (yine bir kum fırtınası sırasında) zamanın ne denli yıpratıcı olduğu konusunda sohbet edilecekti. Elbetteki bu sırada (yani geçmişteyken) geleceği değiştirecek bir müdahalede bulunulmayacak, hiçbir şey alınmayacak veya bırakılmayacaktı. Gerçi, geleceğin ve olacakların değiştirilemeyeceği ile ilgili bazı teoriler vardı ama kimse kanıtlamak gibi bir çıgınlıkta bulunmaya cesaret edememişti. Çünkü Guer-Nica37 gezegeninde kelebek olmasa da, Kelebek Etkisi toerisinin yerini tutan Çoraplarla Beraber Yıkanan Barhung Böceği teorisi vardı. Küçük olayların büyük etkiler yaratabileceğini açıklamak için kullanılıyordu. Teori, çoraplarını yıkarken içinde bir Barhung böceği olduğunu farketmeyen Huk Ughop adlı bilimadamının, aynı gün içinde bir kaza sonucu iki bacağını birden kaybetmesinin ardından, kızgınlık ve üzüntüyle bir daha giyemeyeceği çoraplarına bakarken, ölmüş böceği bulması ve başına gelen felaketin nedenini "böceğin ölümüne neden olmasıyla başlayan olaylar zinciri" şeklinde açıklamasıyla ortaya çıkmıştı. Böcek bacaklarını çamaşır makinesinde kaybetmişti, o ise otomatik araba yıkama makinesinde...Gerçi din adamları durumu; "işlediği bu günahın bedeli" şeklinde açıklasa da HUK UGHOP buna inanmadı. Dünya' da, bir kum fırtınasının ortasında kala kalan uzaylılar ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Birilerinin, yokluklarını farkedip aramak için buraya gelmesi zaman alacaktı. Bu sırada saklanmaları gerekiyordu. Çünkü "İnsan" denen canlılar hala bir şeyin nasıl işlediğini anlamak için onu parçalara ayırma yöntemini kullanıyorlardı. Ama umduklarından daha uzun süre bekleyeceklerdi. Her ne kadar gezegenlerindeki sayılı zenginlerden olsalar da bu onların tek özelliğiydi. Dolayısıyla diğerlerinin, etrafta dolaşan zenginlerden birkaçının eksildiğini farketmeleri kolay değildi. Ne de olsa tek yaptıkları; aslında hiçbir şey yapmamak ve onlar için bir çok şey yapan kişilerin yaptıklarından kâr elde etmekti. Tabi arada bir holovizyon’a (3) çıkıp sevimlilik yapmaları dışında... Mesela, çalışmanın önemi veya vergi vermenin gerekliliğini anlatan cinsten, yöresel ağızla yapılmış konuşmalar gibi şeyler... İroninot: Bir devletin, gelişmek ve zenginleşmek için gerekli olduğunu düşündüğü milli burjuva sınıfını yaratmak için halkının parasını kullanıp, sakat, gerizekalı ve dolayısıyla aslında yaratılması hedeflenen batılı örneklerine hiç de benzemeyen bir zengin sınıfı yaratması ile Devletin Emzirdiği “yaratılmış” bir burjuva işadamının daha fazla zenginlik için kendi akrabasıyla evlenip sakat, gerizekalı çocuklar doğurması arasındaki tuhaf bir benzerlik var. Tabi konuyla hiç ilgisi yok. Gemi, kum fırtınasının içine girmişti ve rampasını açmıştı. Rüzgâr çok şiddetliydi. Öyle ki gemiyi sallamaya başladı. Bu sallantının ilk sonucu, bizim kaçak yolcunun daha doğrusu hava korsanı "O" harfinin, geminin içinden yuvarlanarak çıkması ve rampadan aşağı inmesi olmuştu. Bu sırada geminin bilgisayarı, fırtınanın şiddetinden dolayı gemiyi korumak için yakınlardaki bir mağaraya parketmek üzere uzaklaştı. Buluşma yerine, zamanı gelince gitmek üzere... Tüm bunlar yaşanırken, veya şimdi geçmişte olduğumuza göre "yaşanacakken" kumların dövdüğü bu topraklarda yaşayan ilkel bir kabile vardı ya da şimdi geçmişte kaldıklarına göre "yaşamış"... Konuşmayı ve ateşi kullanmayı öğrenmişlerdi -ki her biri ayrı bir hikâye olacak kadar ilginçtir- ama büyük bir problemleri vardı. Bir şeyleri, özellikler de ağır şeyleri taşımakta zorlanıyorlardı. Bu önemliydi zira yaptıkları çamur, saz karışımı evler, kum fırtınalarının bol olduğu bu topraklarda uzun süre dayanmıyordu. Gerçi "bu topraklar" yerine "bu kumullar" desek daha doğru olacak. Çünkü bir süre önce buralar çok daha yeşil ve bereketliyken birbirinden bağımsız iki kum fırtınasının birleşmesi sonunda KUM ÇAĞI(1) başlamıştı. Kabilenin en yaşlısı olan (ayrıca isminde en çok sessiz harf olan) Gefthjytr'nin anlattığına göre bu fırtına çok farklıymış. Sanki sizinle konuştuğunu duyarmışsınız içine girince... Ayrıca yine diğer kum fırtınaları gibi her deliğe kum doldururmuş. Ama ayır edici özelliği olan "fısıltılar" dikkatli dinlendiğinde size şöyle dediğini duyarmışsınız; "Şimdi biliyorum iki dil... Geriye kaldı Kırk dil... Öğrenince onları, bulacağım evreni yok etmek için sorulanı!" Elbette hiçbir şey anlamamışlar. Aynen Douglas Adams okumadan bu hikâyeyi okuyanlar gibi… Zaten ne, gerçekten anlamlı ki? Birkaç saat sonra fırtına durunca, kabile üyeleri anlık olağan toplantılarına başlamak üzere toplandılar. Toplantıları anlıktı çünkü zaman kavramları sadece içinde bulunulan anı kapsıyordu. Onlar için gelecek yoktu. Geçmiş ise sadece öğrendikleri her yeni şey bağlamında bir anlam kazanıyordu. Yani ateşi kontrol edebilmeleri onların geçmişiydi. Ama "geçen kış" bir anlam ifade etmiyordu. Özellikle de artık karşısında ısındıkları bir ateş olduğu için... Toplantı Gefthjytr'nin söz almasıyla başladı. -Evlerimiz kumlara karşı etkisiz. Taş kullamalı ve binalar yapmalıyız. Ama taşlar uzakta ve ağırlar. Onları nasıl getiririz? -Kapa çeneni pis moruk! Gerizekalı salak herif! …dedi kabilenin en genç ve dil konusunda sürekli yeni şeyler yaratan üyesi Küfrahakret... Ama bir tepki gelmedi. Zira bu, dilin yeni bir kullanımıydı. Daha önce kimse, birine karşı böyle "şeyler" ifade etmemişti. Bir başka değişle hakaret, onlar için henüz bir anlam ifade etmiyordu. Bu nedenle Gefthjytr konuşmasını sürdürdü. -Fikri olan? Grubun en zekisi diyebileceğimiz ve Küfrahakret'in abisi Sumar, yeni projesini anlattı; -Taşlarla konuşarak ikna edemedik. Belki bizi duymuyorlardır. Çünkü kulağa benzer bir şeyleri yok. Ama bir yüzeyleri var. Belki hissedebilirler. Eğer sözlerimizi üzerlerine kazırsak belki anlar ve bizimle işbirliği yaparlar. Ben buna TURA(4) adını verdim. Şimdi ilk denememi şuradaki kayayla yapacağım... -Güzeel... Sen bu konu hakkında çalış. Başka fikri olan? Bu sırada az önce ağzını bozan ama kimsenin istifini bozamayan Küfrahakret, ilerde parlayan birşey gördü. Çok heyecanlandı! -Arkamdan çıkan kötü kokulu şeyi ye! Aptal! Öküz! Sersem! Bu sözlerin anlamı, "İlginç birşey var" dı. Herkes o yöne doğru baktı. Bu "O" olmalıydı. Zaten O'ydu. Sadece "O"... O, seçilmiş olan değildi. Bir amacı, ilahi bir mesajı yoktu. Geçerken uğramıştı. Evrenin bir parçasıydı. Fakat önünden geçtiği bilinçli canlılar için O sadece O değildi. O, O'ydu! Yani sorunlarının cevabı... Hızlı bir şekilde, bulunduğu platonun eğimi istikametinde ve arkasındaki hafif rüzgârın desteğiyle ilerliyordu. Tek yaptığı kendisi olmak ve kendini evrenin akışına bırakmaktı. Gerçi bu birşey yapmaktan çok "yapmamak" şeklinde tanımlanabilirdi. Önüne çıkan ve yakınlardaki tek kaya olma özelliğini taşıyan şeye çarpınca durdu. Bu çarpmanın ilk sonucu; kayayı, kendi icadı olan TURA TURMA(5) yöntemiyle işbirliği yapmaya, evleri için inşaat malzemesi olmaya ikne etmeye çalışan Sumar'ın, küfürbaz kardeşinden öğrendiği kelimelerden birini haykırması, oldu! -Seni Tekerlek! Yaptığı ilk şey, ev sahibinin canını yakmak olan bu saygısız misafire, sıkı bir tekme savurdu. "O", gerisin geriye yuvarlandı. Bu kolay ve akıcı hareketleri, kabiledeki herkesten ilham fışkırmasına neden olmuştu. Bir insan için ağır sayılacak böyle birşeyin, yuvarlanararak rahatça hareket edebilmesi gerçeği, herkesi şaşkına çevirdi. Az önce, medeniyetlerini sona erdirebilecek bir sorunları vardı. Ama şimdi onu çözmeye sadece bir "O" uzaklıktaydılar. Öyle uzun süre şaşkın baktılar ki, bu evrensel bir rekordu. Uzun süre kırılamayacak bir “Şaşkın Şaşkın Bakma” rekoru... Bu sırada vakit dolmuş ve uzay gemisi programlandığı zaman ve kordinatlara doğru, artık orada olmayan ama planda görünen yolcularını almak üzere buluşma noktasına doğru yola çıktı. Kabiledekiler, gerisin geriye yuvarlanarak uzaklaşan cisime bakarken, gemi iniş yaptı ve yolcuların binerken kullandığı rampayı açtı. Kabile üyeleri büyülenmişti. Hareket eden ve onlara harika fikirler veren "şey" gökten inen bu tuhaf görünümlü, bir tür hayvana benzeyen daha büyük şeye doğru ilerliyordu. O'nu, onlara getiren bu uçan hayvana büyük bir sevgi ve saygı duydular. Yardım etmek için gelmişti ve daha önce görmedikleri, hayal bile etmedikleri şeyler yapıyordu. "Tanrı" kavramına benzer bir şeyler ilk kez şekilleniyordu zihinlerinde... Belki de taşları taşımak ve inşaatta kullanmak için kendilerine yardım eden bu varlığa, borçlarını ödemek için taştan bir benzerini yapmalıydılar. Evet! Evet! Bu harika bir fikirdi. Adı da.... “O” rampadan çıkarken bu sırada Küfrahakret'in "Sifenks!" dediği duyuldu. İlginç bir kelimeydi. Belki yaptıkları taştan varlığa bu adı verebilirlerdi. Küfrahakret ise pek beğenmemişti bu yeni uydurduğu kelimeyi. İçindeki -f harfinin yerine bir -k harfi koydu ve sondaki –k ve -s'yi çıkardı. Evet bu daha iyiydi. Bu sırada kalan son kinetik enerjisiyle geminin içine giren “O” harfi yavaş ama emin yuvarlanışlarla kontrol paneline doğru ilerledi ve çarptı. Bu çarpmanın etkisi, ilkinin tam tersi niteliğindeydi. Gemiyi doğruca 1999 yılındaki Mısır'a geri getirdi. Uzaylılar tam ümidi kesmişlerdi ki gemiyi gördüler. Burda neler oluyordu? Hiçbir şey anlamamışlardı. Şaşkın bakışlarla, geri dönen gemilerini izliyorlardı. Sonunda gemi indi ve rampa açıldı. "O" harfi inişin yarattığı sarsıntıyla tekrar yuvarlanmaya başladı ve hızla rampadan indi. Uzaylılar bir daha aynı şey olmadan gemilerine aceleyle döndüler. Öyle acele ettiler ki yüzlerindeki şaşkın ifadeyi değiştirmeyi unutarak, kısa süre önce kırdıkları kendi rekorlarını egale ettiler. “O” ise güne başlarken geçtiği yoldan geri dönerken sanki daha farklı görünüyordu. Birşeyler başarmanın verdiği gururla ilerliyor gibiydi. Kimbilir belki de geminin yüzeyine dokunduğu sırada Radyo-Dalga-Bilinçlendirici yüzeyden az da olsa nasiplenmişti. Ona bu oyunu oynayan rüzgar, tam hava alanının önünden geçerken son bir oyun daha oynadı ve onu devirdi. Artık sırtüstü olarak havaalanının giriş kapısının (gelen yolcular için çıkış kapısının) önünde, CAİRO İNTERNATİ_NAL AİRPORT yazısının altında uzanıyordu. Ertesi gün gazeteler, kum fırtınasının verdiği zararlardan bahsederken oldukça kötümserdiler. Havaalanının girişindeki yazının (gelen yolcular için çıkışındaki) başına gelenler mesela... Ama onlara nasıl kızabiliriz? Nede olsa bu hikâyeyi okumadılar. Sonuçta o sabah gazetedeki habere bakan ve benim rastgele seçtiğim Abbas Gedida şöyle düşündü; "Kopan "O" harfi, birinin üstüne düşüp onu öldürebilirdi. Bu kötü olurdu. Ama belkide öldürdüğü kişi yaşasaydı, Dünya’ya getireceği çocuğu, Dünya'yı yok edecekti? Yani bu iyi bişey! Kim bilir? Her olayın sonsuz sonucu vardır nede olsa..." Aslında haklıydı... O harfinin düşmesinden bir süre önce aceleyle oradan geçen kadın, aslında 3125 yılında Dünya'nın yok olmasıyla sonuçlanacak bir nükleer denemeyi yapan bilim adamının büyük, büyük, büyük, büyük ve muhtemelen yazmak istemeyeceğim kadar büyükannesiydi. Gerçi o ölseydi, tekerleği hiç keşfedemiyecektik ama... Offff herşey ne kadar karışık! Yoksa değil mi? Olayları, neden sonuç bağlamında tek tek ele alırsan, Evren'den daha karmaşık bir yer bulamazsın. Aslında ne olursa olsun evrenden başka bir yer bulamazsın ya... Dipnotlar: (1) Kum Çağı: İki kum fırtınası birleştiğinde yaşanan kumullaşma dönemi. (2)Hologramik Toplantı: Hologramlar vasıtasıyla insanların sanki aynı ortamdaymış gibi katılabildikleri iletişim yöntemi. (3)Holovizyon: Gelişmiş medeniyetlerin "Aptal Kutusu" ya da onların deyimiyle "Aptal Holosu" (4) TURA: Tarihin ilkel devirlerinde "Yazı" ya verilen ilk isim. (5) TURA TURMA: Bugün "yazı yazma" olarak kullandığımız eylemin eski adı...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ömer kırat, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |