"Ne elbiseler gördüm, içinde adam yok, ne adamlar gördüm sırtında elbise yok." -Mevlana |
|
||||||||||
|
Mevlana İdris Çocukluğumdan beri hiçbir zaman şemsiye taşıma alışkanlığım olmadı. Hatta basit bir alışkanlık sahbi olmamaklık değil benimkisi. Ne zaman ki yağmur yağsa, tercihen sağanak makbulümüzdür, ben heyecanla dışarı çıkar saatlerce yürürüm. Ta ki iliklerime dek ıslanıp, artık üzerimdeki elbiseler ağırlaşıp, üşümenin şidddeti üşütmeye meyledinceye dek. Öyle ki eğer bir sebepten dolayı dışarı çıkamadıysam başta annem olmak üzere ev ahalisi hasta olup olmadığımı sorar, endişeyle. Eğer yolda yakalandıysam ve ıslanmamın sonunda eve dönme imkanım yoksa hatta önemli bir görüşmeye gidiyor olsam bile bu beni yağmur altında yürüme tutkumdan vazgeçiremez. Bir şemsiyenin altına ancak sevdiğim birine eşlik etmek için girerim. Ama bu genelde şemsiye sahibi yoldaşımın benim içimde düğümlenen yağmurda yürüme hevesimi çocukça yansıttığım yüzümden okuyup şemsiyesini kapatmasıyla sonuçlanır. Sonrası malum benim için tasvir edilemeyen bir güzellik. Her yaz hem şehir hayatının bunaltıcı ortamından, monotonluğundan hem de gözlerimize sıkılan kurşunlardan, ses ve görüntü kirliliğinden hicret edip, istisnalar dışında ailece Çoban Kaya mevkiine çadır kurar ve yaklaşık iki ay kamp yaparız. Kamp sakinleriyle yıllara dayanan bir dosluğumuz ve her sene düzenlediğimiz güzel etkinliklerimiz vardır. Çoğu zaman ardımda 10-15 kişilik bir çocuk veya ergen gurubuyla gezerim. Ayrıca dağda yazın kamp kurmak kış tatillerinin aksine oldukça hasaplıdır. Uludağ'ın havası Bursa'ya göre oldukça farklılık arzeder. Aşağısı kırk derecede yanıyorken orda her tarafı birden sisler sarıp, sağanak yağmur ve/ya beraberinde dolu yağabilir. Doğal olarak tam benlik bir yer. Sürekli bulutlu kasvetli iklimlerle pek aram yoktur ama Uludağ'da hava günlük güneşlikken aniden yağmur dolu yağıyor, arkabinde de yine güneş açıyor. İnsanoğlunun psikolojisi gibi ilginç bir iklimi var. Buna mukabil havaların da insan üzerinde genel ve lokal etkileri de ayrı bir tefekkür vesilesi. Neyse ben her yağmur ve doluda hayretengiz bir hızla çadırdan fırlayıp onca mesafeyi bir çırpıda katedip kendimi walkmenim, defterim ve bir kitapla Çoban Kaya'nın tepesinde buluveririm. Walkmen yağmurun ritmik sesinden arda kalan zaman için, kitap ve defter de sular buharlaşırkenki vaktin tadını çıkartmak için yanımdaki olağan üstü hal çantasındadır her zaman. Zaten 3K'yı (kalem, kitap, kağıt) her daim yanımda taşırım, evde baş ucumda, yastık altında, dışarıda da muhtelif şekillerde. Yine birgün böyle kayalara tırmanmış etrafımdaki sislerin arasından kamp yerlerini, sönmüş volkanik dağı, karşımdaki toprak meydanı izliyorum... Dolu sert sert çarpıyor vücuduma... Ama birazdan merhamete gelir diye sabrediyorum... Sisler dağılıyor bir ara aşağıda meydanın diğer ucunda biri karavanın yanında erkek kardeşime beni gösterip birşeyler söylüyor. Çadıra döndüğümde kardeşime soruyorum ne olup bittiğini. Kamptan bir genç "şu tepedeki senin ablan değil mi, deli mi o?" demiş. "Peki sen ne dedin?" diyorum. "Eh biraz öyledir" karşılığını verdim diyor. Tebbessüm ediyorum. Türkiyeden herkes sıcaklıktan dem vuruken ve ben de sabah fakülteden bunaltıcı hava nedeniye ek dersime kalmadan döndüğüm halde az önce birden şimşekler ardı arkasına çakmaya sel gibi sağanak yağmur yağıp camlarda dolu etkisi yapmaya başladı. İki saat kadar gurbet elde temkinli olmak adına sabredip kendimi dışarı çıkmaktan alıkoydum. Bir dostumla internette muhabbete daldım. Fakat bilincim sürekli benliğime yağmuru aşılıyordu. En sonunda müsade isteyip anahtarımı alıp dışarı çıkmaya niyetlendim. Uzun zaman olmuştu. Ben bile kendime şaşırdım evden dışarı çıkarken. Zira o kadar heyecanlanmıştım ki kapıyı kilitlerken ellerim tarifsiz bir şiddette titriyordu. Kendimi güç bela dışarı attım. Parka kadar uzun bir yolum vardı. Gece çıktığım şehirler arası yolculuklarda olduğu gibi, yolun ortasından ilerledim sağanak yağmurun altında. Yağmur o kadar şiddetliydi ki yüzüme vurduğunda canımı acıtıyordu. Yolları sel götürüyor, kaldırımla ana yol arasında dereler oluşuyordu. Önce ayakkabılarımla yüzercesine ilerledim bir müddet. Daha sonra çimlere vardım. Ayakkabılarımı elime alıp uzun uzun yürüdüm. Aşağı doğru meyilli bir yerde akan suların ters istikametinde ayaklarımı çırpa çırpa çocuklar gibi oynadım. Niyetim daha da ilerleyip salıncakların yanına varmaktı. Geçenlerde daha az şiddete sahip bir yağmurda olduğu gibi saatlerce sallanmayı düşünüyordum olanca hızıyla. Fakat sonra çamura batmamak için salıncaktan vageçip ters istikamette yoluma devam ettim. Yine çimenlerden seke seke geçtim. Akabinde dizlerime kadar gelen bir göletten geçtip diğer yürüyüş parkında ilerledim. Ortalara doğru bir bankta uzun uzun oturdum. Dua ettim. Hayatımdaki herkese, size... Muhabbetinden ayrılıp geldiğim dostuma, aileme, tanımadığım dünya üstünde soluyan herkese, toprak altındakilere... Biraz daha otursam ufak bir şekerleme yapmayı bile düşünebilirdim. Ama üzerimdeki elbiseler iyice ağırlaşmaya ve içimde ılık tesirlerini keskin bir üşümeye terketmeye başlayınca aheste aheste eve dönüş yoluna koyuldum. Yolda bir yandan yüzümden akan suların şifa niyettine dudaklarımden girmelerine müsade edip, bir yandan da eve yaklaşıtıkça kıyafetlerimin uçlarını, paçalarımın suyunu sıkmaya koyuldum. En son bunu bir eylem esnasında yaptığımı anımsayıp duygulanıyorum. Bahçeli iki katlı bir evin üst katında oturuyorum. Hindistanlı ev sahibim de alt katta. Yandaki ana giriş bir evin iç dekoruna sahip. Halılar, çiçekler ve merdiven duvarlarında yaprak tabloları. Halıları ıslatmamak için arka girişi kullanmaya karar veriyorum. Kapıyı araladığımda açık daire kapısından içerde ev sahibinin oyun oynayan çocuklarıyla karşılıyorum. Hayretle bakıyorlar, içimden yakalandık derken, tebessüm edip selam vererek yukarı çıkıyorum. Girişteki holde bulunan boş buz saklama kabını muzipçe gözüme kestirip üzerimdekilerin sularını iyice sıkıyorum. Yolda eve döndüğümde içindeki sulara balık bırakmayı düşündüğüm ayakkabılarımın suları da boşaltıyorum. Şimdi sıcak bir hava eşliğinde hayatta bir çok defa yaşayıp bunaldığımız sudan çıkmış balık sendromunun mutlu versiyonunu yaşamakla meşgulüm. Aynı zamanda içinde yağmur geçen ayetleri okuyup tefekkür etmeye çalışıyorum. RÛM SÛRESİ(48) "Allah rüzgarları gönderendir. Onlar da bulutları harekete geçirir. Allah onları dilediği gibi, (bazen) yayar ve (bazen) yoğunlaştırır. Nihayet yağmurun onların arasından çıktığını görürsün. Onu kullarından dilediklerine uğrattığı zaman bir de bakarsın sevinirler."
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Meryem Rabia Taşbilek, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |