Çocukların eğitimi, zaman kazanmak için nasıl zaman yitireceğimizi bilmemiz gereken bir meslektir. -Rousseau |
|
||||||||||
|
Deniz Temiz derneği yaklaşık bir ay içerisinde denizden 250 ton çöp toplamış. Çöplerin çoğunluğunu da içki şişeleri oluşturuyormuş. Çocukluğumda deniz her şeyi alır götürür. Kırk dalga sonra deniz yine tertemiz olur derlerdi. Bu inançla her şey denize boca ediliyordu. Halen bir çok kentin kanalizasyonları hiçbir arıtıma gerek görülmeden denize akıtılmıyor mu? Denizlerin temizlenmesi için güya bir çok önlemler alınıyor. Bu önlemler denetimlerden uzak olmaları yüzünden hiçbir işe yaramıyor. Örneğin denizi en çok kirleten deri sanayisinde kullanılan zırnık adlı maddedir. Deri fabrikalarında arıtım zorunludur. Bu zorunluluk nedeniyle çalışma saatleri içinde zırnık ve diğer kirlilik unsurları havuzda biriktirilir. Akşam karanlığı basmadan derelere yada kanallara boşaltılır. Oysa o deri fabrikalarının patronları da bu ülkenin insanları. Kirlenen denizlerimizden ve çevremizden sanki etkilenmeyecekler. Etkilenmemeleri olası mı? Belki ben varlıklıyım. Özel havuzumda yazın keyfini çıkarırım diyordur. Ya çocukları? Havuz keyfiyle yetinirler mi? Arkadaşlarıyla o kirli denize girmezler mi? *** Kütahya’da çağ dışı bir olay sergilenmekte. Köylüler yağmur duasına çıkmışlar. Televizyonlar çok önemli bir haber olarak haber saatlerinde tekrar tekrar yayınladılar. Toplanan 270 bin taş okunduktan sonra suya atılıyor ve taşın atıldığı balçık gibi suya gep genç çocuklar itiliyor. Böylece akıllarınca yılın bereketli olmasını sağlayacaklar. Görüntülere bakıyorum. Göz ala bildiğine uzanan arazide tek bir ağaç yok Yağmurun bir doğa olayı olduğunu ne zaman ve nasıl öğreneceğiz. Eğer yağmur dua ile yağdırılabilseydi yer yüzünde tek bir çöl kalmazdı. Boşuna dememişler “ yağmur ormanın anasıdır. Orman varsa yağmur yağar.” Dinimizde hurafelerin yeri yoktur diyorlar. Peki bu gördüklerimiz hurafe değil de ne? Yıllar önce elektronik parça satmak için Datça’ya gitmiştim. Dönüşümde Datça’da hava bulutlu idi. Ormanlık alana vardığımda şiddetli bir yağmur başladı. Ormanın azaldığı yerde yağmur da azalıyordu. Marmaris yakınlarına vardığımda yoğun ormanla birlikte yağmur olabildiğince şiddetlendi. Arabamın silgiçleri camı silmekte yetersiz kalıyordu. Daha gerilere gidersek doğup büyüdüğüm Menemen’de yamanlar ormanı dağın ovayla kesiştiği yere kadar iniyordu. O ormanlar yok olmadan önce kış ve bahar ayları oldukça yağışlı geçerdi. Orman Bağları mevkiindeki bahçemizde ve komşu arazilerde yoğun yağışlar nedeniyle kara sululuklar patlardı. Her tarlanın kenarını çevreleyen hendeklerden dere gibi su akardı. Komşumuzun tarlasındaki kuyudan kış boyu bel kalınlığında su akardı. Bahçemizdeki üç metre derinliğindeki kuyunun suyu yaz aylarında bile tükenmezdi. Kuraklıkla birlikte ne kara suluk kaldı, ne de kuyumuzda o tükenmek bilmeyen su. Daha sonra sekiz metre derinliğe açtırdığımız artezyenimiz de bu kuraklığa dayanamadı ve yaz aylarında tamamen kurudu. Şimdilerde su on bir, on iki metrede buluna biliyor. Bu kuraklık sürmeye devam ederse gün gelecek o su da yok olacak. Yaklaşık kırk yıl önce bir Fransız profesör bir yazısında Türkiye’yi uyarmıştı. “Rusların Kuzey Denizine akan ırmakları kademeli barajlarla Hazar ve Aral göllerine akıtması nedeniyle, buzlar erimekte ve tatlı su akışı durduğu için yeni buz kütleleri oluşmamaktadır. Bu nedenle Akdeniz iklimi yirmi beş yıl içinde beş yüz kilometre kuzeye kayacaktır. Bu oluşum sonucunda Türkiye çöl ikliminin etkisine girecektir. Türkiye’nin barajlara, göletlere ve orman yetiştirmeye ağırlık vermesi gerekir. Aksi halde çöl olmak kaçınılmaz olacaktır.” Dedikleri aynen oldu. Yıllardır ülke kuraklıktan kavruluyor. Hükümet yeni bir maden yasası çıkarma gayretinde. Bundan böyle madencilik adına ormanlarımız, zeytinliklerimiz ve turizm alanlarımız talan edilecektir. Nedense zeytin zengini İtalya, İspanya ve Yunanistan görmezlikten geliniyor. Bırakınız madencilik uğruna zeytinlikleri yok etmeyi, elden geldiğince yeni zeytinlikler yetiştirilmesi gerekir. Türkiye fakir bir ülkedir. Yaşadığımız kriz sonrası bir kat daha fakirleştik. Ulusal gelirimiz kişi başına üç bin dolardan iki bin dolara düştü. Fakirlik Türkiye’nin kaderi değildir. Türk insanını bu denli fakirliğe mahkum eden kötü yönetilmektir. Geçmişte İnternet’te ve bazı yerel gazetelerde Sefalet Podyumda adlı bir yazım yayınlanmıştı. Yazım olumlu, olumsuz bir çok tepkiler almıştı. Kimi yardım etmeyi sevmiyorsun. Bari yardım edenlere köstek olma demişti. Kimi kutlamakla kalmamış İnternet’teki sitelerine yazımı portal yapmıştı. Siteye girildiğinde ilk karşılaştıkları Sefalet Podyumda adlı yazım oluyordu. Yazıma Sefalet Podyumda adlı yazımın son bölümünü ekliyorum “Bence hayvan sever derneklerinin yalnızca köpekleri sevmesi gibi bir şey bu Deniz Feneri derneğinin yaptıkları. Yapılan yardımlar kısa süreli refaha neden olur. Oysa refah kalıcı olmalıdır. Bunun yolu da o köydeki insanlara üretim yapmalarını sağlayıcı gerekli desteği sağlamaktır. Gerisi hava cıva. Geçmişte sonradan Ziraat Müdürlüklerine dönüştürülen Ziraat Teknisyenlikleri vardı. Zeytin yetiştirilmesini teşvik için milyonlarca zeytin fidanı dağıtmışlardı. Zeytincilik tarıma elverişsiz alanlarda yapılması gerekirken tarım alanlarına da teşvik edildi. Halk kolay olanı seçip ovaya dikim yaptı. Zeytinlik olması gereken dağlar boş kaldı. Oysa o fidanların Yalnız Dam ve benzeri, tarıma elverişsiz arazilere sahip köylere dağıtılması ve dikiminin teşvik edilmesi gerekirdi. Olmadı. Her zamanki gibi kolay olanını seçtik. Fakirliğin yazgısını alnımıza kendi ellerimizle kazıdık. Yardım severlerin şovunu büyük bir kahramanlık gibi alkışladık. Fakirliği bir yazgı kabullenip kurtuluşun yolunu arama zahmetine katlanmadık. Hele bir anlayabilseydik fakirliğin yazgı olmadığını, fakirliği parça parça eder zeytin ve asma fidanlarının diplerine gömerdik.” Tarihin babası Heredot der ki; “Ege öyle bir belde ki; onun dağlarından yağ, ovalarından bal akar. Ve o beldede insanlar refah içerisinde yaşar.” Ne dağlarda zeytin kalmış, ne orman ne de ovalardan bal akıtan bağlar. Kalanı da madencilik adı altında devlet eliyle yok edilecek. Yalnızca zeytincilikle bağcılık mı yok edilmiş bu ülkede. Tütüncülük, haşhaş tarımı unutulmak üzere. Sırada buğdaylarımız ve pamukçuluğumuz var. İMF dayatmalarıyla tarımımız kasıtlı olarak yok ediliyor. Kendi kendine yeterli olan bir ülkeydik. Şimdilerde ise ithal eden ülke olduk. Yazık oluyor bu güzel ülkeye yazık. Özcan Nevres 26 Mayıs 2002 Silivri
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Özcan Nevres, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |