Kürtaj sadece kendileri bir zamanlar doğmuş insanlar tarafından savunuluyor. -Ronald Reagen |
|
||||||||||
|
Descartes,”Düşünüyorum;o halde varım” ünlü vecizesiyle ontolojinin cevherini deşifre etmişti; Düşünce-varoluş,cevher ve a’raz olarak birbiriyle mündemiç iki değerdi. Atomun parçalanması mümkündü ama düşünce ve varlığı birbirinden ayırmak ve parçalamak mümkün değildi… Bu vecize sadece varoluşun gizemi altında yatan cevherin keşfi olduğu kadar düşünceyi beyinlerde mahkum,vicdanlarda mahpus kılan Avrupa skolastiğine karşı bir manifestoydu aynı zamanda. Semaviyetini papazların kaleminde kaybeden dini dogmalarla monarşinin kanatları altında beslenen bu rejimin yılmaz bekçileri ve hukuk tanımaz hakimleri düşünceyi engizisyon odalarında idam ediyorlardı;Yedikule zindanlarında boğulan düşüncenin kaderi Batı’da daha bir karanlıktı şüphesiz. Düşünmek ve düşündüğünü ifade etmek “toplumsal barış ve uzlaşı”yı alenen tehdit eden en büyük tehlikeydi;rejim için ise en büyük tehdit!!.. Toplumsal barış ve uzlaşı onların çizgisinde hareket etmeniz,onların dogmalarını değiştirilemez yasalar kabul edip boyun eğmenizle mümkündü ancak!.. Düşünce serbestisi dünyanın dönmesi kadar tehlikeli,özgürlükler ise Cennet’in kapısını açmak kadar pahalıydı… Kendi saraylarında,mahkeme salonlarında ve ibadethanelerinde “tartışılamamazlık”ın saltanatını süren kiralık beyinler için düşünce serbestisinin bedeli Bastille meydanında damarlarından boşalan kanlarla ödendi;düşünce ve inanç hürriyetinin kazanımı çok ağır ve pahalıya mal olmuştu,hem kazananlar hem de kaybedenler için!.. Toplumdaki dengesizlik ve yozlaşmayı,çatışmaları sadece Şeytan’ın hilelerinden varsayan bir dogmalar zincirinden Descartes’e uzanan bu tarihsel çizgide “düşünce” büyük bir evrim geçirmiş ve arkasından önce Avrupa’dan başlamak üzere tüm dünyada “reform rüzgarları” estirmişti…Bizim topraklarımızda “Statüko”’nun güçlü direnişine rağmen zaman zaman askeri ve siyasi hatta hukuki alanda Tanzimat ve Islahat Fermanları,Yeniçeri Ocakları’nda değişimlerle,cılız da olsa,kendini gösteren bu reform rüzgarlarının akamete uğraması yaşlı ve yorgun İmparatorluğu Avrupa ile rekabette geri bırakacak,”Hasta Adam” yaftası ile tarihteki misyonunu tamamlayacaktı… Peki bugün onun halefi olarak dünya coğrafyası ve siyasetinde yeni bir kisve ve imajla sahne alan çocuklarının sergilediği “medeni performans” nasıl?.. İlk zamanlarında Cumhuriyet’in erdemleriyle yeni tanışan bu neslin zaman içinde demokrasinin gerekleri karşısında zorlanması o meşhur “kendi iç dinamikleri!!”nden kaynaklanan sosyal bir yara olarak devam ede gelmiştir… Bu sosyal yaranın en büyük çıbanı ise malum “türban” ya da nam-ı diğer “başörtüsü” olmuştur… Dindar ve muhafazakar kesimin “başörtüsü”,sosyal demokrat ve liberallerin ise “türban” söylemini tercih ettikleri bu kavramın kaynağı dinsel vahiydir;karşı tezde olanların iddia ettikleri gibi geleneksel bir tercih değil. Tartışmanın ana ekseni başörtüsü ve türbanın varlığı değil;o zaten yadsınamaz toplumsal bir realitemiz olarak önümüzde duruyor,türbanın eğitim ve kamuda serbestinin getirdiği rejim tehdidi ve tehlikesi!..Yani rejimimiz o kadar naif ve yumuşak ki,bir üniversite öğrencisinin veya bir öğretmenin,bir doktorun türbanıyla bir anda yıkılabilir,hem de bu türbanlıların sayısal oranı diğerlerine göre yüzde ikilerle ifade edilirken… Peki nedir türban serbestisinin talep edilme nedeni? -din ve vicdan hürriyetinin gereği!. -demokratik bir hak.. Bir şey ya bilimdir ya dindir ya da felsefedir;dördüncü olma şansı ve ihtimali yoktur. Bilimin reddi ve tenkidi mümkün değildir zira o artık ispat edilmiş ve benimsenmiş bir “kurallar bütünü” olarak insanlığın ortak değeri olmuştur… Felsefe ise fizik ve metafizik alemde sınırları belli olmayan düşünceler yumağıdır ki, bilimsel düzeye çıkmadığı müddetçe bu düşünceler insanlar tarafından sorgulanabilir, kabulü veya reddi bireysel tercih meselesidir. Dine gelince;.. ister semavi (Yahudilik,Hıristiyanlık veya Müslümanlık gibi…) isterse beşeri kaynaklı olsun (Budizm,Hinduizm,Taoizm gibi…) imani ve vicdani bir tercih olduğundan bireyin özgür iradesi dahilinde dokunulmazlığı,masumiyeti vardır.Ne özgür iradenizle tercih ettiğiniz kendi inancınızı ne de Dalaylama’nın inancını sorgulamak ve tenkide tabi tutmak lüksüne sahip değilsinizdir. Bunun en güzel açılımını;.. -Bunun neresi akıl ve mantıkla bağdaşıyor,diyerek dinin bir kuralını eleştiren kişiye Hz.Ali’nin verdiği şu cevapta görürüz;.. -Eğer akıl ve mantıkla hareket edecek olsaydım ayağımın üstünü değil altını mesh ederdim!.. Yani burada dinin emri ayağın üstünü mesh etmeyi gerektiriyorsa üstünü mesh edeceksiniz yoksa ayağın altı fazlaca yıpranıp kirlendiği için altını mesh etmek aklen ve mantıken daha uygundur diye düşünüp bu dini kuralı kendinize göre değiştiremezsiniz!.. Milattan yaklaşık dört asır önce Upanishadlar’dan aldığı ilhamla Budizm’in temellerini atan Buda’nın,Konfüçyünüs’ün ve onlara tabi olanların inançlarını bir felsefi akımı sorgular gibi sorgulayamazsınız.Giydiği geleneksel kimonosuyla yaktığı tütsünün dumanları eşliğinde aşk ve vecdle “nirvana”ya ulaşmaya çalışan bir Budist, inancı gereği cadde ortasından geçen ineği kutsayan bir Hindu hatta inandığı gizli güçlerden totemi vasıtasıyla yiyecek talep eden Afrikalı bir klan üyesi sizin kendi koyduğunuz yasalar ve kurallar doğrultusunda yargılayabileceğiniz,kendi akıl ve mantık silsileniz içinde değer atfedebileceğiniz profiller değildir… Başında beresi,elinde kutsal Tevrat’ı ile Kudüs’te ağlama duvarının karşısında zikir çeken, Notre Dame’ın loş ve mum kokulu devasa binasının küçük odaları ve hücrelerinde günah çıkaran,beyaz ihramı içinde Kabe’nin etrafında Rabbi’ne ta’zimde bulunan insanın iç dünyasında yaşadığı dinamizm “mahremiyet” le kuşatılmıştır ve bu kuşatmayı ancak onu koyan “Kudret” açabilir.Dışardan girilmesi ve müdahale edilmesi bu mahremiyetin ihlali ve kişinin doğuştan getirdiği haklarına tecavüz demek olur!.. Bir Çinli’nin,bir Japon’un ürettiği tv’yi,telefonu,otomobili beğenip beğenmemekte özgür olduğunuz gibi istediğiniz eleştiriyi getirmekte de özgürsünüzdür çünkü burada insanın ortaya koyduğu ve tamamen kendi enerjisinden sadır olan maddi bir eylem söz konusudur;isterse o eylemini kendisi de beğenmeyip derhal değiştirebilir,yeni model bir ürün ortaya koyabilir. Ama sizin o Çinli ve Japon’un tapınağında geleneksel kıyafetleri içinde icra ettiği dini ritüellerini eleştiri ve değişim talep etme özgürlüğünüz ve lüksünüz olmadığı gibi Çinli ve Japon’un da buna selahiyetleri yoktur!..Bir Fransız restoranında Çin yemeklerini tadabilirsiniz ama Notre Dame kilisesine bir Fransız’ı kimono içinde Buda heykelleriyle sokamazsınız;sokmaya çalışırsanız bir zamanlar Hitler ve Mussoli’nin “makyavelist” düşüncenin rehberliğinde kişilerin hak ve özgürlüklerini yok sayarak yapmaya kalkıştıkları “toplum mühendisliği”ne soyunmuş olursunuz.Dahası insanı kainatta en yüce ve değerli varlık kılan hukuk-i maneviyesini yok ederek onu diğer varlıkların düzeyine indirgersiniz!. Yeniden sadede gelecek olursak;.. türban veya başörtüsü insanın sonradan ortaya koyduğu“siyasi” ya da “geleneksel-kültürel” bir tercih değildir,olmamıştır da hiçbir zaman.O,kendi inanç sisteminde Yaratıcı tarafından yine kendisine tanınan bir “ayrıcalık” olarak kazanılmış haktır;yaşama,mal edinme,ibadet etme,evlenme,miras gibi… Kişinin kendi inanç sisteminde kendisine tanınan hakları yaşama ve icra etme özgürlüğünü yasaklama,sınırlandırma yahut yeniden şekillendirme ve dizayn etme teşebbüsü esasen toplumsal barış ve huzuru tehdit eden baş faktördür. Yasak;nefret ve intikamı körükleyerek kişilerin birbirine ve kurumlara olan saygısını,, Sınırlandırma;kişinin ve toplumun kendini ifade etme ve geliştirme dinamiğini yok eder,.. Yeniden şekillendirme ve dizayn etme çabaları ise kimlik zafiyeti doğurur,toplumun ve neslin bekasını tehlikeye atar,hür teşebbüsü öldürür!.. Buna sadece inanç özgürlüğü açısından değil “inançsızlık özgürlüğü” açısından da bakmak ve değerlendirmek lazım.Kutsal Kitap’ın ifadesiyle;.. -“Sizin dininiz size,benim dinim bana!”.. Konjonktürel yapının periyodik olarak sizin lehinizde olması karşı safta gördüğünüz insanlara baskı ve şiddeti doğuruyorsa tersi bir periyotta da sizin baskı ve şiddete maruz kalacağınızı kabullenmeniz gerekir ki,bu insanlarda ve toplumlarda yalnızca “rövanş duygusunu” körükler,nefret histerisini besler ve büyütür…O halde İslam Peygamberi;nin;.. “Kendiniz için istediğinizi başkası için de istemelisiniz ki,gelişmiş bir insan ve toplum profili ortaya çıkarabilesiniz”...uyarısını değerlendirmeye aldığımız takdirde Jung veya Durkheim sosyal psikolojisinin ortaya koyduğu sakat ve hastalıklı yapıyı ortadan kaldırabiliriz!.. İstemek ve kabullenmek ama hoşgörüyle kabullenmek arasındaki hassas dengeyi kuramadığımız için kavram kargaşasında boğuluyor ve onun getirdiği kaotik ortamda yaşamaya mahkum oluyoruz.Paris’li bir Fransız sizin hıristiyan olmanızı ve kendisiyle noel cıngılı eşliğinde Isevi bir kutlama yapmanızı ister,Tokyo’lu bir Japon’un sizin kendi inancını tercih edip bir Budist tapınağında “nirvana” ayini yapmanızı istemesi gibi… Bir Müslüman olarak sizin de Hıristiyan,Budist veya bir başka din mensubunun ihtida edip yanınızda secdeye gitme istek ve temennisinde bulunma hakkı vardır;vardır ama Kutsal Kitap’da da işaret olunduğu üzere asla “Dinde zorlama yoktur!”.Bu hak ne size ne de dinin en yüksek otoritesi olan İslam Peygamberi’ne tanınmıştır.O halde her inanç mensubu(ki ateizmi bir inanç ve ateistleri de inanç sahibi kabul edersek…) için istek ve temennileri dışında kalan ve var olan diğer inanç mensuplarıyla barış içinde yaşama ve onları olduğu gibi kabullenme tek seçenektir.Bu seçenek insanların kendileri ve kendi dışındakilerle barışık yaşamalarını sağladığı gibi ürettiklerini de paylaşma ve geliştirmelerini sağlar!..Siz petrol ve fındığı insanlığa sunarken kimonolu bir Japon da size teknolojinin en son ürünü olan otomobilleri sunar… Kendi coğrafyası dışında beşeri hukukun nimetlerinden istifade eden insanın kendi coğrafyasında bundan mahrum kalması ve ayrıma tabi tutulması “ulusal bir ayıp” değil “insanlık ayıbı”dır,hem de 21.asrın eşiğinden adım attığımız şu zaman diliminde… -Sadece benim çizdiğim sınırlar içinde hareket edeceksin,.. -Benim çıkarlarım yürürlükte oldukça seninle barış içinde yaşarım ve toplumda huzur olur,.. Çalışacaksın,.. Üreteceksin,.. Devlete ve millete karşı borcunu ödeyecek,vergini vereceksin,.. Vatan için,gerektiğinde,gözünü kırpmadan canını feda edeceksin,.. Ama inancının gereklerini benim sana tanıdığım hak kadar yaşayacak,yerine getireceksin,aksi takdirde rejim tehdit altına girer!.. Rejimi tehdit eden inanç değerleri değil aslında;rejime tehdit kılıfı giydiren ve bundan rant sağlayan mutlu bir azınlık yoksa aynı çatı altında hatta aynı aile içinde türbanlı-türbansız olarak birbirini seven ve hayatı paylaşan insanların rejim sorunu olmadı zaten… Pazar günü istavrozuyla rabbine dua eden Normandiya* köylüsünün nefis peynirlerini büyük mağazaların gıda reyonundan alıp tadan bir insanın kendi kardeşinin türbanıyla ne gibi bir sorunu olabilir ki?.. “Olduğu gibi görünen karakterler”in çokluğu bizim toplumumuzun kalitesini artıracak,medeniyet yarışında ön saflarda tutacaktır;aksi durumda Nürnberg’de inşa ettiği hapishanelerin gaz odalarında intihar eden ve yıkıntılar altında kalan “totaliter düşünce”nin akıbetine uğrarız!.. İnsanın doğuştan getirdiği ve İlahi Kudret tarafından kendisine tanınmış hakların belli bir zümre tarafından yasaklanması,sınırlandırılması veya kendilerine göre dizayn edilmeye çalışılması kişiyi “kimlik metamorfozu”na sokacak,kendini istemediği ortama uymaya zorlayacaktır… İnanmadığı halde inanmış gibi görünen,toplumdan dışlanacağı endişe ve korkusu taşıyan ve bu korkusunu karşısındaki çoğunluğun inandığı değerleri baskı altına alarak yaşadığı iç sıkıntı ve buhranı bastırmaya çalışan “statükonun şımarık çocukları” ile,.. Sahip olduğu çoğunluğun sayısal olarak iktidar yaptığı ama “muktedir!!” olamayan,sayısal olarak iktidar olup “siyasal!!” olarak hep dışarıda kalan,kendi değerlerini yaşama taşıyamayan ve vicdanında tutsak kılan ,Cumhuriyet fazilettir deyip cumhuriyeti kuran ama bir türlü “Cumhur!!” olamayan“fatalist(kaderci) ekseriyet”… Düşünemeyen,.., Üretemeyen,.. İnandığı değerleri hayata geçiremeyen,.. Sadece şarkılarında değil sürdüğü yaşam ve tavırlarla da “Arabesk!!” olan bir toplumda rejimin sağlıklı işleyişi ve hayatiyetinin hatta toplumun terakkisinin kadının başındaki örtüden geçtiğini düşünen ve bunun kavgasını veren farklı saflarda insanlar… Haydi “hiciv ustası” Nasrettin hocanın torunları olarak bir hiciv örneğiyle sizleri biraz gülümsetip biraz düşündürelim;.. Çocuğunuza oyuncak almak için ToysRus(biraz reklam oldu ama…) gibi bir oyuncak mağazasına giriyorsunuz,elinize aldığınız her oyuncakta istisnasız şu yazıları görüyorsunuz;.. Made in China,Made in Korea,Made in Hong Kong,Made in Taiwan vs… Şimdi benim için öncelikli sorun insanımın kıyafeti değil bu oyuncakları üretebilmek,bu oyuncakları üretmektir… Düşünen,icra eden,üreten insanlar ya da “emek ile inanç işbirliği”… Galiba ben çok şey istiyorum,evet çok şey! Oyuncak üretmek gibi zahmet ve meşakkate ne hacet,türban etrafında “oyun oynamak” gibi kolaycılık dururken!.. Hem müthiş bir rant kapısı benim bereketli topraklarımda bu oyun! Samimiyet örtüsünü yırtmış sosyal demokratlarla liberal muhafazakarların rant kavgasında ve siyasal oyunlarında hedef tahtası olmak ya da çocuklarının eline oyuncak üretip vermekten aciz beyinlerin elinde “oyuncak!” olmak… Bakalım kim onu 12’den vuracak! Zavallı Sokrates! 2500 yıl önce inandığı değerlerden taviz vermediği için Yunanlı aristokratların zalim savcıları tarafından baldıran zehriyle öldürülmüştü;halbuki bugün bizim aramızda yaşasaydı en azından farklı bir kimlik dayatmasını kabul etme şartıyla havayı teneffüs etme şansını yakalardı!.. Ne demiştik;.. “Düşünüyorum,o halde varım” diyerekten yola çıkan ve kimliğini ortaya koyarak gelişimi sağlayanların inadına biz hala;.. “İnanıyorum;o halde yasaklısın!!” çizgisinde patinaj yapıyoruz!.. Selam ve sevgiler, Lütfi AKARÇAY ………………………………………………… *Normandiya,Fransa’nın kuzey batısında ürettiği peynirlerin kalitesiyle ünlü bir bölgedir…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © lütfi akarçay, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |