"Denemeler"de gördüğüm şeyi Montaigne'de değil, kendimde buluyorum. -Pascal |
|
||||||||||
|
Ömer AKŞAHAN “Edebiyatımızın içinde bulunduğu kirlenmeye neden olarak eleştiri yokluğu da gösterilmektedir. Kısmen haklı olabilir bu sav, ancak gerçek kirlenmişlik eleştiri yokluğundan değil, özeleştiri yokluğundandır. Bir yapıtı eleştiri ile değil daha çok özeleştiri ile var ederiz; biçimlendiririz.” (1) Bugün yaygın tartışmalardan biri de, özellikle internetin yaygınlaşmasıyla başlayan edebiyat kirliliğidir. Bu sav, nereye kadar doğrudur, kime göre doğrudur? Sorgulanması gereken çok boyutlu bir kavramdır bana göre. Eleştiri ve eleştirmen yokluğu bir gerçek. Bir edebiyat öğretmeni, eleştiri üzerine internette yaptığı araştırmada “Eleştiri ya da…” başlıklı yazıma ulaştığını ve yazının içeriği yönüyle en kapsamlı bir yazı olduğunu belirtmekte ve beni tebrik etmektedir. Bu durum, eleştiri yokluğunu ortaya koyması bakımından düşündürücüdür. Ki bu sözünü ettiğim yazı bulunduğu sitedeki yazılarım arasında en popüler yazı olmayı sürdürmektedir. Bugün internet üzerinden yayın yapan edebiyat sitelerinde eleştirdiğimiz ve şiiri anonimleştiren (okumayan, kopyala yapıştırla, günde 20 şiir yazdığını gururla açıklayan kitle) bir altkültür oluştu kısa zamanda. Bu sitelerde keller yağırlar, birbirini ağırlar örneği birbirlerine içi boş sözcüklerle öven yorumcuklarla vakit öldüren zavallı kitlenin eleştiri şöyle dursun özeleştirinin varlığından dahi haberdar olduğunu sanmıyorum. “Bizler çalışmalarımızı yaparken ve çalışmamız sona erdiğinde; yayımlanma noktasında ve içinde bulunduğumuz ilişkilerde, kendimize sorular soruyor, kendimizi eleştiriyor muyuz?” (2) Hatta, “Bu konuyu daha farklı anlatabilir miydim, yapıtımın diline özen gösterdim mi, neden bu sözcüğü seçtim, Osmanlıcası yerine Türkçesini yazsam değişen bir şey olur muydu, bu yapıt için gerekli ön hazırlıkları tamamladım mı, yapıtıma son halini vermeden önce okumam gereken kitap kaldı mı; bu dergide kötü şiirler/yazılar yayımlanıyor, neden bu derginin yazı önerisine ‘hayır’ diyemedim; bu yayınevi kötü kitaplar basıyor, neden bu yayınevine dosyamı gönderdim?” (3) sorularını kendimize sorduk mu? Varlık dergisinin kitap tanıtım yazılarına telif ödemeyişinin altında yatan gerekçe, ‘Bedavaya kitap tanıtıyorlar, bir de üzerine para mı verelim?’(4) olabilir mi diye soran düşünce, yukarıda ileri sürülen eleştiri yokluğu savına dayanıyor olsa gerek. Bizde gerçek anlamda eleştirmen olmayışının eleştiriye soyunanların kısa sürede ağır bombardımana tutulması olarak da gösterilmektedir. Ekonomideki “kötü para iyi parayı kovar” ilkesi edebiyatta, kötü şiir, iyi şiiri; kötü öykü iyi öyküyü ya da kötü roman iyi romanı kovar şekline dönüşmektedir. Buna ‘kötü eleştiri iyi eleştiriyi kovar’ı da ekleyebiliriz. Oysa eleştiri tarak gibidir. Eğer tarak kırıksa hem saça şekil vermez hem de acıtır. Ama tarak düzgünse saça biçim verir, insanı güzelleştirir. Eleştiren kişi eleştirdiği nesneyi seçme aşamasından başlayarak eleştirinin her aşamasında nesnellikten ve bilimsellikten uzaklaşmadığı ölçüde gerçek bir eleştiri çabası içindedir. Ancak bu işi yapan birinin subjektif bir yaklaşımla kendine yakın bulduğu, hatta aynı masayı paylaştığı ve kendisine üstad-ı azam gibi abartılı yakıştırmalar yapan kişilerin -hangi özel çabalarla yayımlattıkları da tartışmalı- yapıtlarını eleştirir gibi yaparak göklere çıkartmalarının eleştiriye bir katkısı olmadığı gibi iyi eleştirmenlerin de edebiyat dünyasından kopmalarına yol açarlar. Yoksa şair Ülkü Tamer’in dediğine inanacak olursak, “Edebiyat değerlendirmesinde nasıl nesnel olunur, benim aklım almıyor.”a (5) geliriz ki, bu da ancak iyi niyetli eleştirinin yok edilişine çanak tutmaya yarar. Edebiyatın diğer dallarının ve özellikle şiirin ülkemizde düştüğü durum içler acısı: Peki, ne yapmalı? derseniz, bunun yanıtını ben bir ressamda yani Lucian Freud’da (modern figüratif ressam) buldum: “Ben yılda altı resim yapıyorum. Siz benim kapımda kuyruğa girdiniz diye bu sayıyı çoğaltacak değilim.” Lucian Freud gibi, gerçek bir şair de bir yılda ancak beş-on şiir yayımlayabilir. Hatta bu sayının on civarında olması bile Avrupa’da çok kabul edilmektedir. Bu durum karşısında televizyon kanallarında eş dost kayırmasıyla düzyazılarını şiir havasında okuyanların doldurduğu şiir(cik) kasetlerinden geçilmeyen bu piyasada, basım adedi iki üç bini geçmeyen ciddi edebiyat dergileri ne kadar eleştirmen yetiştirebilir, şirazesi kaçık bu yapının onarımında ne kadar etkin rol oynayabilir ki? Yani her şey ne para, ne pul; edebiyatta kalıcılığın yolu nitelik kadar o yapıt üzerine kafa yoran ciddi eleştirmenlerin eleştirilerinden geçiyor. Yazar bunu, ödünsüz, az, öz ve farklılığını ortaya koyan ve özeleştirisi yapılmış yapıtlarla sağlayabilir. Dipnotlar: 1. estetik kaygım sizi kaygılandırıyor mu? (!), Bilal Kolbüken, Kül, Nisan 2002, sayı:23 2.a.g.yazı. 3.a.g.yazı. 4.a.g.yazı. 5. eleştiri gerekli mi?, Muhsin Şener, Kül, Nisan 2002, sayı:23
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ömer Akşahan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |