Umutlarım her zaman gerçekleşmiyor, ama yine de her zaman umuyorum. -Ovid |
|
||||||||||
|
Şu halde; Velayet-i Fakih, bütün İslami ilimlere hakim olmuş fakihlere, velayet edecek fakih demektir. Siyasal İslami boyutu ile velayet-i fakih’in kullanım manası; ilimlerin bütünsel sahibi olan Resulü Ekrem ve onun Ehl-i Beyti’nin makamına bakan kişi demektir. Bir başka ifade ile Gaybet’teki İmam Mehdi(a.f)nin yerine naib’lik yapan kişiye verilen unvandır. Velayet-i fakihin şartları vardır. Nitekim bu şartları Seyyid Hasan Nasrullah kısaca şöyle özetlemiştir. "Onlar bizlere,velayet-i fakih hizbi dedikleri zaman bizi aşağıladıklarını düşünüyorlar. Asla..! Ben bugün buradan Velayet-i fakih hizbinin bir ferdi olmaktan gurur duyduğumu ilan ediyorum. Fakih adil, fakih alim, fakih hakim, fakih cesaretli, fakih doğru sözlü ve fakih samimidir’’ Bu şartlara uygun alimlerin meydana getirdiği bir meclis, yine bu meclis içinden birini velayet-i fakih olarak seçer. Velayet-i fakih makamındaki kişi, kendi zamanında bu makama en uygun alimdir. Velayet-i fakih'in hüküm ve fetvası ne derece mükellef mümini bağlar? Alim başka bir mercii taklidin fetvası ile velayet-i fakihin fetvaları arasında farklılık olursa hangi fetva öncelik kazanır? Bu sorulara bulunacak cevap, velayet-i fakihin önemini ve önceliğini belirlemek için kaçınılmazdır. Sözkonusu sorulara verilecek cevap; velayet-i fakih (Veliyyi Emr-i Müslimin)’in verdiği hükümlere itaat etmek müminlere farzdır. Başka alim bir mercii’nin fetvası, Velayet-i fakih’in fetvası ile farklı olursa, alim’in fetvasının geçerliliği düşer. İşte bundan ötürüdür ki, Hizbullah’ın zaferinin sırrı velayet-i fakih ile iniltilidir. Nitekim Hizbullah genel sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, velayet-i fakih konusunda, "Onlar bizlere velayet-i fakih hizbi dedikleri zaman bizi aşağıladıklarını düşünüyorlar. Asla..! Ben bugün buradan Velayeti fakih hizbinin bir ferdi olmaktan gurur duyduğumu ilan ediyorum. Fakih adil, fakih alim, fakih hakim, fakih cesaretli, fakih doğru sözlü ve Fakih samimidir’’ derken, gerçekte velayet-i fakih’i anlamak için ciltler dolusu kitapları okuyarak elde edilecek özü bir paragrafta izah edebilmenin zerafetini de yansıtıyordu! Yani Velayet-i fakih’te aranan en önemli özellikler: 1- Adil olması. 2- Alim olması. 3- Hakim olması. 4- Cesaretli olması. 5- Fakih olması. 6- Emin olması. 7- İhlas sahibi olması. İlginçtir, İslam mezheplerinin hemen hepsinin de ittifak ettiği, İslami nihai öncüde aranan vasıfların hepsini kendisinde toplayan, velayet-i fakih müessesini temsil eden, bir diğer tabir ile veliy-i emr-i müslimin olan Ayetullahuzma-il Seyyid Ali Hameney’de toplanmıştır. Yüce Allah, kendi kullarının dünya ve ahiret saadetini dilediğinden ötürü, insanların kulluk görevlerini eksiksiz yerine getirebilmeleri için, İslamı irade buyurmuş. Bu görevlerin öncülüğünü üstenmesi için, yine kullarının en seçkinleri olan masumlardan Velayet-i Nebi ve velayet-i imam tayin etmiştir. Resul’ü ekrem(s.a.a)’in hatem’ün nebi olması hasleti ile o hazretin rıhletinden sonra, ümmetin sevk ve idaresi için, ümmete onun soyundan gelen masum velayet imamlarını, aziz islam ümmetine büyük nimet olarak ikramda bulunmuş ki, ümmet asla ve asla delalete sapmadan Rabbine karşı kulluk görevinde bulunabilsin. Nitekim İmamet konusunda, Kutlu Kitab-ı Mecid şöyle buyurmakta: “Ve biz onları, insanları emirlerimize doğru yönelten imamlar kıldık ve biz onlara hayırlı amelleri gösterdik.’’ (Enbiya suresi 73. ayet) Keza Maide suresinde de Velayet sahiplerinin kimler olduğu beyan edilmektedir. “Sizin dostunuz, sahibiniz, ancak Allah'tır ve Peygamberidir ve inananlar, namaz kılanlar ve rükû ederken zekât verenlerdir.” (Ayetin siyak ve sibak gibi konuları için ayrıca tefsir kitaplarına müraccat edilsin) Maide/55 İmam Humeyni de Velayet-i fakih konusunda şöyle buyuruyor; “Bir Fakih için Resulullah(s.a.a) ve masum bir İmam(a.s) için geçerli olan ‘’mutlak velayet’’in aynısı fakih için de geçerlidir. Şu farkla ki, onların velayeti ’’asaleten’’dir, fakihlerinki ise ’’vekaleten’’. Eğer böyle olmazsa, gaybet zamanında islam hükümeti kurmak ve yönetmek imkansız olur.” Bugün dünya küfrüne karşı ve hassaten siyonistler ile emperyalistlerin ve onların İslam dünyasındaki uşaklarına onların gizli güçlerince uygulamak istedikleri komplo ve hilelere karşı, basiret ve feraseti ile tüm planlarını alt üst eden, müslümanların vahdeti ve izzeti için çalışan inananların izzet abidesi, küfrün korkusu, velayet-i fakihi temsil eden veliyi emri müslimin’dir. Veliyy-i emri müslimin, zamanın imamı olan mehdi (a.f)’nin naibi olması hasebi ile temsil ettiği makam kutsal bir makamdır. Mutlak tekvinî velayet şüphesiz Allah(c.c)’a aittir. Ancak Allah’ın iradesi ve dileği imamlarımıza veya imamlarımızın tayin ettiği, tanıttığı (evlad-ı silsilesi) kimselere verilir. Şu da unutulmamalıdır ki, Mehdi (a.f)’in Gaybet-i Kübra döneminde yaşayan biz müslümanlara da, İslâm toplumunun geçmiş ve gelecek kesimleri için de, insanoğlunun bireysel ve toplumsal vazifelerini, islam ümmetine karşı iç ve dış tehlikelerden korumak, toplumun sorunları çözmek, ümmete ve insanlara adil şekilde hükmetmek, mazlumların hakklarını korumak, onları savunmak, hukuki, askeri, siyasî, kültürel, ekonomik, sosyal sair konularda, onların ilerlemelerini sağlamaları için bir veliyy-i emrin olması dinen zaruridir. Bu konuda Mehdi(a.f)'den nakledilen bir hadisi şerifte, ümmete buyurduğu: "(Gaybet zamanında) meydana gelecek hadiselerde ve sorunlarda, bizim hadislerimizi rivayet eden (onlarda uzman olan) kimselere müracaat edin. Zira onlar benim size olan hüccetim, ben de Allah'ın hüccetiyim onlara’’ Keza; imamlarımızdan nakledilen "Fakih’lerden, nefsine hakim olan, dinini koruyan, heva ve hevesine muhalefet eden ve Mevla’sının emrine itaat eden kimseye avam olanlar taklit etmeli, uymalıdırlar." Bu Hadisi şerif’te konunun ne denli hassas olduğunu ve muğlak kalamayacağını, net bir şekilde açıklar vaziyette. Bunun içindir ki, İmam Humeyni’nin “Bir fakih için Resulullah ve masum bir İmam için geçerli olan mutlak velayetin aynısı fakih için de geçerlidir. Şu farkla ki onların velayeti asaletendir, fakihlerinki ise vekaleten. Eğer böyle olmazsa, gaybet zamanında İslam hükümeti kurmak ve yönetmek imkansız olur.” Şeklindeki beyanı kutsal nakillere dayanmaktadır. Yine günümüz dünyasında, inançsal, sosyal ve sair yönleri ile aklımıza gelebilecek ve bizzatihi, fiili olarak içine düştüğümüz her türlü sorunları, müslümanların gerçek şekilde anlaması ve hak ettiği konuma ulaşmasının yegane çözümü,Velayet-i fakih’e kayıtsız, şartsız bağlı olmalarından geçer. Velayet-i fakih’in samimiyetinden şüphe edemeyiz. Hiç şüphesiz, bir fakih şer’i delilsiz ve ilahi öğretilere dayanmadan, sadece kendi düşüncesine göre karar veremez. Hiç şüphesiz Velayet-i fakih makamını temsil eden fakih, din konusunda her kesten daha hassastır. Günümüzdeki müslümanların velayet-i fakih etrafında toplanması, en önemli islami görevlerin başında gelmektedir. islam dünyasının ve haseten bilinçli hareket etmek isteyen sorumluluk üstlenmiş aydınların, buna her kesten daha fazla ihtiyacı var. İnanıyoruz ki, Velayet-i fakih’in bizlerin üzerindeki hakkı tartışılmazdır. Nitekim bu hak ilahi bir hak olarak bizden edasını beklemektedir! Bugün özellikle islamın amansız düşmanları olan İsrail ve ABD, binbir entrikalarla kirli planlar ve tuzaklarından kurtulmanın, İslam ümmetinin birlik ve beraberliğinin yegane kurtuluş reçetesinin Velayet-i fakihe bağlılıktan geçtiğini bilmektedirler. Vicdan sahibi her araştırmacı, insafla karar verdiğinde, islam dünyasının sorunlarının kuşkusuz çözülebileceğini, ancak bu yolun vahdet’ten geçtiğini, vahdet’in ise ulu’l emr’e tabi olmak ve ona itaat etmekten geçtiğini bilir. Bu konunun önemine binaen fasık ta olsa, itaatin farz kılınmasını kabul eden ekollerin, neden bugün şartları haiz olan veliye itaatin zorunluluğunu ümmete açıklamaktan çekindiğini anlamak doğrusu çok zor?! Kendilerince çeşitli sebepler üreten ve Velayet-i fakihi kabul emteyen islami düşünürler, bu kutlu çizgiden ayrı kalmak isteyenler, geçmiş dönemlerde nebi’lerden ayrı kalanları kınama hakkına nasıl sahip olabilrler ki? Nitekim bu konuda, rahmetli imam Humeyni tarihi ve ilahi vasiyetinde mütevatir derecede olan, sekaleyn "Ben sizin aranızda iki büyük, değerli ve muteber şey bırakıyorum ki, siz ümmet olarak o iki şeye sarılacak olursanız, benden sonra dalalete düşmezsiniz, onlardan birisi Allah Tebarek ve Tea-la'nın kullarına gönderdiği sağlam bir ip olan yüce Kur'ân ve diğeri de benim Ehlibeytim, itretimdir. Bu ikisi (Kur'ân ve Resulullah'ın Ehlibeyt'i) havuzda bana ulaşıncaya kadar birbirlerinden ayrılmazlar. Aranızda bıraktığım iki değerli ve aziz şeyi nasıl gözettiğinize bakacağım’’ hadisini naklettikten sonra, bu konuda halk için bir özür kabul edilse dahi, alimler için bu özrün geçerli olmayacağını beyan eder. Yüce Allah, varlıkları yarattı, onların arasında insanda var. İnsanları yaratıp onların hertürlü ihtiyaçlarını eksiksiz olarak veren, bela ve çeşitli musibetlerden koruyan, onları büyütüp yaşlandıran, rızık ve hayat veren, kısaca hayat için gerekli olan her türlü ihtiyacını var eden Allah (c.c). Dünya hayatımzın her safhasında, insan hayatında, insandan daha öncelikli onun adına karar verme yetkisine sahiptir. El malik’i mülk olan yüce Allah, mülkünde dilediği gibi tasarruf hakkına da sahiptir. Buna göre, mutlak yaratıcının kulu olan insana, kanun koyma yetkisi, yine o mutlak yaratıcının hakkıdır. Şöyle ki; Velayet-i Tekvinde, nedensellik kanununa bağladığı yaratılış silsilesini, tüm varlıkların kainat aleminde Allah’ın yaratmış olduğu kanunlara göre, yaratılış ve kemalet seyri sırasında, yaratılış, şekil,hal, durum ve yer değiştirmesi ve sair, bu seyir, yaratılış kanunun gereği, sebep ve sonuç ilişki zinciri içerisindedir. Teşrii velayet ise, kanun koyuculuk, yani yapılması ya da yapılmaması gereken işlere Allah’ın hukukunun belirleyiciliği esastır. Bir de hangi konularda kulun kendi ihtiyarına bırakacağını da o bilir. Bilinmelidir ki, velayet-i mutlak asaleten Allah’a aittir. Ancak iradesi ile Peygamberlere ve İmamlara verir. İmamların özel tayin ettiği kimselere verilen velayette yine bu türdendir. Zira kendisinden sonraki vasisini belirler... Bu Velayet masumiyet sıfatının gerekliliği, niteliği açısından, geçerli olan bir olgudur. Masumiyetin yüklendiği velayet veya velayetin yüklediği masumiyet, yüklenenin çocukluğundan ölüm anına kadar bilerek veya hataen küçük veya büyük hiçbir günah işlemekten(ismet) beri olmalarıdır. Şayet bu şekilde bir masumiyet akidesi olmasaydı, yani aksi takdirde, bilerek veya bilmeyerek yanlış şekilde hüküm verip, (mazallah) asi olmaları mümkündür. Bu durumda kendilerine uyulanlar da yanlışlığa düşmüş olurlar. Yok eğer uyulmayacaksa, İmamet’ten bir fayda sudur etmeyeceği gibi hakikat’ten sapma anlamına da gelirki, bu durumda, Allah'a izafe edilmiş olur. Bunu düşünmekten dahi Rahman’a sığınırız! mcan@hotmail.de
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Muhammed CAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |