Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. -Atatürk |
|
||||||||||
|
İsteyen istediği gibi inanır, istediği gibi de yaşar. Bizim demokrasi anlayışımız budur açıkça. Yazarın yazısındaki bazı noktalara katıldığımı, bazı ifadeleri ise eleştirmek istediğimi ortaya koymak istiyorum sadece.. Bekir Coşkun, 21 Mayıs’ta yazdığı yazısında altına imza atacağımız pek çok doğru sözler de söylemiş. “Tanrım bana yardım et”, “Şükürler olsun”, “Din yüce bir duygudur” “Yıkıldığımızda elimizden tutmasını isteriz” Yukarıdaki ifadeler yazarın yüreğindeki “Tanrı” inancını açıkça gösteriyor. Bu inanca katılmamamız mümkün değil elbette.. Ancak biraz sonra okuyacağımız ibareler birazcık “siyaset” kokmuyor değil.. Tam bu güzel duyguları söylediği sırada politik düşünceleri baskın geliyor ve az önce açıkladığı o samimi inancını bu görüşlerine alet ediyor gibi gözüküyor.. Çünkü kendisine inanıyor musun? ya da inanmıyor musun? diye kimse sormuyor.. Buna rağmen o inandığını, hem de dualarla, yakarışlarla inandığını ortaya koyuyor.. Peki bunu ne için yapıyor? “Biraz sonra ortaya koyacağı siyasi görüşlerini desteklemeye çalışıyor” diyenler olabilir.. Peki bunu dindar camiadan birisi yapsaydı, yazarın tavrı nasıl olurdu? “Dini, inancı siyasete alet ediyorsunuz!” derdi belki de.. Ama kendisi rahatlıkla bunu yapabiliyor. Şu sözleriyle kendi yazısını tarif ediyor sanki: “Tüm bunları inancı kullanarak yaptılar...” Bu birinci noktaydı.. İkinci olarak yazar, “Allah” lafzını “dindarlara” uygun görüyor, “Tanrı” kelimesini ise bilinçli olarak kendisi kullanıyor. Halbuki Genelkurmay bile açıklamalarında bu ideolojik alt yapılı dil ayrımcılığına bir son vermişti.. Ne diyor asker, taziye mesajlarında: “Şehidimize Allah’tan rahmet…” Yani artık milletin “Allah’ı” ile barışmanın, halkımızın kullanmayı nedense tercih etmediği “Tanrı” kelimesinin yanında “Allah” kelimesini de sıklıkla kullanmanın zamanı geldi de geçiyor.. Üstelik bu iki kelimeyi birbirinin zıddı gibi göstermeye de kimsenin hakkı yok. Yani birisi ilericilik sembolü, diğeri gericilik işareti değil… Zira insanlarımızın yüzlerce yıldır beğenerek okudukları “Mevlid”de de “Tanrı” kelimesi geçiyor. Yani Allah lafzı yerine, Tanrı kelimesini de kullananlar hemen birden “ilerici” olmuyor.. “Tüm bunları inancı kullanarak yaptılar... Dillerinden “Allah...” düşmedi-düşmüyor... Söylemleri, selamlaşmaları, türbanları, tesettürleri, haramları, helalleri, sakalları, yasakları... Kısacası “Din-iman” diye diye sürdürüyorlar; açıkgözlülükleri, cingözlükleri, cinlikleri, şeytanlıkları, fettanlıkları...” Birkaç olaydan yola çıkarak bütün bir milleti kötülemenin, bütün bir millete böyle kötü sıfatları yakıştırmanın ne anlamı olabilir ki? Kendisi de “inancı” sık sık kendi düşünceleri doğrultusunda kullandığı halde, insanlarımızın Allah’ı anmalarına, dine ve imana önem vermelerine neden bozuluyor? Yazar, neden bu derece samimi bir “Tanrı” inancına sahip olduğu halde, toptancı bir anlayışla; “selamlaşan, türban takan, tesettüre riayet eden, haramdan helalden kaçınan ya da sakal bırakan” bütün Anadolu insanlarını töhmet altında bırakıyor? Hangi “Tanrı” inancı böyle topluca edilmiş bir iftirayı kabul edebilir ki? Yani birkaç insanda domuz gribi çıktı diye ülkedeki bütün insanları karantina altına almanın doğru olduğunu, Tanrı’ya inanan hangi vicdanlı insan savunabilir ki? Şunu söylese yazar, samimi olduğu anlaşılacak o zaman: “Tamam kardeşim. Sizler istediğiniz gibi örtünmeye, giyinmeye, yaşamaya devam edin ama bazılarının yaptıkları gibi yanlışlara bulaşmayın. Günahlardan kaçının.” Ancak yazarın pek çok yazısından anlaşılan şu ki, o, eleştirdiği insanların kıyafetlerinden, “Allah” deyişlerinden, sakallarından, takunyalarından rahatsız olur gibi gözükmektedir. Çünkü bu hareketler ya da kıyafetler muhtemelen ona siyasi muhaliflerini hatırlatmaktadır. O muhaliflerinden de, kendisi gibi düşünmedikleri ve yaşamadıkları için ciddi bir şekilde nefret ettiği ortadadır. Bunların içinde hiçbir kötülüğe bulaşmayanlar olsa da, değil mi ki o siyasi görüşü hatırlatıyorlar, o halde onlar da kötüdürler. Açık bir “köküne kibrit suyu” felsefesi… Halbuki inanca dair bütün bu özellikler ile diğer kötülüklerin artması arasında hiçbir bağlantı yoktur. Aksine dindar toplumlarda bazı suçların daha az işleneceği, “Ramazan” aylarında açıkça anlaşılmaktadır. Üstelik yazar, az önce ifade ettiği samimi inancını şimdi savunduğu siyasi görüşleri uğruna adeta feda ediyor. Bu da farklı görüşlere sahip olan milletin yüreğindeki o yüce duyguyu, “Tanrı” inancını yıpratıyor, yaralıyor doğrusu.. Üçüncü olarak, şunu söylemek gerekir. Müslümanların Allah’ı, sıkışıldığında, ara sıra, saçak altlarına saklanılarak yalvarılacak bir Allah değildir.. Yani Müslüman’ın zihninde Allah, her an vardır, çünkü sonsuzdur. Yürürken, konuşurken, yerken, içerken, uyurken, çalışırken, ibadet ederken Allah’ı düşünür Müslüman.. Gün boyunca kendisini hatırlamamız için Allah, beş vakit namazı farz kılmıştır bize. Yani her an, O’nun sonsuzluğunun gölgesinde olduğumuzu hissetmemizi istemektedir dinimiz.. Her sıkıştığımızda ona yönelir de rahat zamanlarımızda onu hatırlamazsak, menfaatçilik yapmış olmaz mıyız açıkça? Kendi dünyevi isteklerimize Tanrı’yı ve inancı o zaman alet etmiş olmaz mıyız? Allah’ı her an yüreklerinde hissedenler de elbette yanlışlardan ve kötülüklerden de uzak duracaklardır her zaman. Yazar bunu vurgulasa aslında daha makbul olurdu. Yani bütün kötülüklerin ilacı imandır deyiverseydi, gerçeği söylemiş olurdu.. Her an Allah tarafından izlendiğine gerçekten inanan bir insanın yanlış yapması düşünülebilir mi? “Tanrı’nın sopası yok” ya da “Tanrı’nın parmağı yok” gibi eksik ifadeleri kullanarak sızlanmak yerine, imanımızı kuvvetlendirerek O’nun olmadığı hiçbir an, hiçbir mekan bulunmadığını devamlı düşünmemiz gerekmiyor mu? Yazara son olarak şunu söylemek istiyoruz. İnancımızın kirlenmesi konusundaki endişelerinizde samimi olduğunuzu düşünüyoruz. Umarız bundan sonraki yazılarınızda bütün mesainizi, insanların imanlarını kuvvetlendirmek için kullanırsınız.. Yazarımızın da tespit ettiği gibi, “her gün o yüce duygu biraz daha hırpalanıyor, biraz daha yaralanıyor” Yaralanan, yıpranan bu inanç duygusunun tamire, ameliyata ihtiyacı var her zaman. İmanımız öylece yaralı, öylece yıpranmış bırakmamızın acısını yine biz çekeceğiz öyle değil mi? “Ama ne yapacaksınız?” diye soruyorsanız eğer çözüm ortada. O halde elimizden gelen bütün gayreti göstermeli, insanlarımızın inançlarının kuvvetlendirilmesi için elimizden geleni yapmalıyız. İmanı güçlü olan insanların yalan söylemesi, rüşvet yemesi, hayvanları incitmesi, başkasının namusuna göz dikmesi, hırsızlık yapması, suçsuz insanları öldürmesi mümkün olamayacağına göre, “Ama ne yapacaksınız?” sorusunun cevabı oldukça açık demektir.. Allah’ın varlığını, birliğini her zaman anlatacağız. Onun evrendeki sanat harikalarını her zaman, herkese göstereceğiz. İnsanların O’nu her an hissetmesini sağlamak için çalışacağız. Ancak bu samimi inancı, yazarımızın da söylediği gibi kendi ideolojimize ve siyasi görüşlerimize alet etmeyeceğiz.. Samimi bir şekilde, siyaseti karıştırmadan Allah’ın varlığını, imanın yüceliğini herkese anlatacağız. Dinimizi, kimseye yalakalık yapmadan, kimseyi de üzmeden, samimi olarak yaşayacağız.. Yıpranmış ve yaralanmış yüce “inanç” duygusunun tedavi edilmesinin başka da yolu yok çünkü.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Oğuz Düzgün, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |